8 Kasım 2018 Perşembe

CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ: AÇILIM, TANITIM, AMAÇLAR-GEREKÇE, İLKELER VE HEDEFLER (Bu metin baz alınmak suretiyle "ekleme, eleştirme, öneri-katkı ve tamamlama" yapılacak. Bütün arkadaşlarımız ve ilgilenen Saygıdeğer Vatandaşlarımızın, değerli öneri, eleştiri, katkı ve yorumlarını "gercek.demokrat@hotmail.com" adresine göndermelerini önemle rica ederiz. Saygı ve şükranlarımızla...

CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ
“AÇILIM, TANITIM, AMAÇLAR/GEREKÇE, İLKELER VE HEDEFLER”

TANIM (BİZ KİMİZ)
Cumhuriyetçi Demokrat Parti, halkın mutluluk, zenginlik, güvenlik, hürriyet ve refahı için; Devlet idaresinde millet iradesini hâkim kılmayı; Ulus Devletin özgürlük, bağımsızlık, hukuk ve hükümranlığını Misak-ı Milli Sınırları dahilinde temin ve tesis ederek; Kadim gelenek ile müsakbel gelecek arasında sağlam/sarsılmaz köprüler kurmayı amaçlar. Namuslu, dürüst ve demokrat; İlkeli, onurlu ve sorumlu; İktisadi, siyasi ve sosyal; Atatürkçü bir halk hareketidir.
Cumhuriyetçi Demokrat Parti; 09 Eylül 1923 tarihinde Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Celâl Bayar, Prof. Fuad Köprülü, İsmet İnönü ve Refik Saydam tarafından kurulan Halk Fırkası’nın 10 Kasım 1938’e kadar olan bölümüne karşılık gelen dava, manâ ve misyon süreci ile;
7 Ocak 1946’da Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan tarafından; Mustafa Kemal Atatürk’ün (8 Kasım 1937 günü TBMM’de Hükümet Programını açıklayan) Başbakan Celâl Bayar’a hitaben: “Millete yepyeni bir program bildirdiniz. Bu program benim millete söz verdiğim programdır. Celâl Bayar ve arkadaşları benim millete söz verdiklerimi yapacaklarını bana ve millete söz verdiler. Ben, milletle birlikte Celâl Bayar ve arkadaşlarının programının nokta nokta uygulandığını izleyeceğim. Daha iyi açıklayayım: Ben Türkiye Cumhurbaşkanı Atatürk ve Türk milleti, Başbakan Celâl Bayar’ın ve onun hükümetinin programını izliyor ve fiilî sonucunu görmek istiyoruz”. (Ayın Tarihi; 1937, Sayı: 48, s.63) hitabına mazhar, muhatap ve müyesser (tarihi gelenek sürecinde ruhlanan eser) olarak kurulan tarihi ve kadim Demokrat Parti (07 Ocak 1946 – 27 Mayıs 1960) ile Bizzat Mustafa Kemal (ATATÜRK) tarafından kurulan (09 Eylül 1923-10 Kasım 1938) dönemi Cumhuriyet Halk Fırkası'nın bileşkesi ileri, çağdaş, modern ve güncel sentezidir.
AMAÇ
Siyasi mücadelesine “Özgürlük, tam bağımsızlık, hür, hâkim ve hükümran Devlet” ideal ve inancı, azim-irade ve kararlılığı ile başlayan Halk Fırkası ile ‘Yeter! Söz milletindir’ haykırışı, ilkeli duruş ve direnişi ile sulta, dikta ve haksızlığa baş kaldıran Demokrat Parti özünde halkın bağrından fışkırmış, halka, hak’a, adalet, hukuk ve demokrasiye dayalı evrensel barış ve milli uyanış hareketleridir. Cumhuriyet tarihinin en köklü kurucu ve koruyucu unsurları olan Halk Partisi ile Cumhuriyeti Demokrasi ile taçlandıran Demokrat Parti, siyaseti insan için; İnsanın maddi-manevi, ilmî-kültürel, sosyal-siyasal ilerleme/kalkınma ve gelişmesini; Çağdaş-güncel normlarda hayata geçirmek ve gerçekleştirmek için yapmıştır. Bu uğurda asgari müşterek, temel değer, hedef, ilke ve amaçları:, Cumhuriyetin esas, usul-unsur, Adalet ve Hukukun olmazsa olmaz norm, standart ve değerleri çerçevesinde; Samimi, hakiki, saydam ve bilimsel; Namuslu-dürüst, gerçek demokrasiyi hayata geçirecek, hiç bir ayrım gözetmeden halkımızın tamamını, her türlü siyasi, sosyal, ekonomik zulüm ve baskıdan arınmış, özgürlük, hak-hukuk, adalet ve güvenlik ortamına kavuşturmak suretiyle: Aziz Türk Milletini gerçek başarı, birinci sınıf devlet, zenginlik, refah ve mutlulukla muasır medeniyet seviyesine ulaştıracak ortam ve şartları oluşturmaktır.
GENEL DURUM VE ÇÖZÜM
Yirminci yüzyılın başlarında imparatorluklar dağılırken, ortaya çıkan bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, bir asır sonra, yirmi birinci yüzyılda yoluna devam ederek kurucu önderin hedef olarak ortaya koyduğu, “sonsuza kadar var olma yolunda” kendini yenileme noktasına gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti, varlığını temsil eden kurucu liderliğin “Türk ulusunun” egemenliğini sağlamak amacıyla kurulmuş, kendine özgü bir devlet modeli olup; Demokratik, laik ve sosyal, tam bağımsız, hür ve hükümran bir hukuk devletidir.
Ancak, Devletin kuruluşundan bu yana, yıllar geçtikçe milli mücadelenin heyecanı yitirilmiş, coşku yok olmuş; Zamanla umutlar boşa çıkmış ve halkın tutunduğu dallar kırılmıştır. Batıya yaklaştıkça çılgınca tüketim eğilimi artmış, üreterek kazanma hevesi söndürülmüş; Toplumun geleneksel dokusu bozularak insancıl değerler yıkılmıştır. Yaşadığımız coğrafyanın getirdiği ikilemler aşılamamış, giderek kutuplaşmalar daha da tırmanarak kesinleşmiş; Cumhuriyetin kuruluşundan gelen kamu yararı kavramı bir yana itilmiş, kamuya hizmet anlayışı terk edilmiş özel çıkarlar doğrultusunda kamu yönetimi yozlaştırılmıştır. Emperyalist çıkarlar yönünde dışarıdan bağımlı bir ekonomik yapı dayatılmış ve ülkenin yeniden yarı sömürge durumuna düşürülmesi yönünde içeride bir düşünce terörü estirilmiştir. Batı hegemonyası geliştikçe, sömürgeleşen ülkede niteliksizlik her alana yayılmış; Dış baskılar sonucu zayıflayan devlet bünyesinde demokrasi cumhuriyeti kemirmeye başlamış ve cumhuriyet rejimi fazlasıyla yara almış ve çağdaş cumhuriyet rejimi bu noktada tasfiye edilme aşamasına getirilmiştir.
Her yönü ile çürüyüş ve çöküşe mahkûm edilmek istenen Türk devletinin, yeniden toparlanıp uluslar arası alanda eskisi gibi güçlü olabilmesi için, Türk ulusu ve devletinin bir diriliş çıkışı zorunlu olmuştur. Akla, bilime ve Türk halkının ulusal çıkarlarına uygun olacak bir yeni çıkış için, cumhuriyetin yenilenmesi ve bu doğrultuda yeni bir programın ortaya konulması şarttır. Dünyanın tam ortasında inkılâpçı bir atılımla kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin tekrar dirilebilmesi için, yarım kalan Türk inkılâbının bir program ile tamamlanması gerekmektedir. Dışarıdan bir küresel saldırı ile karşı karşıya kalan Türk devletinin, içinde bulunduğu dönemi doğru değerlendirerek, tam bağımsızlığı bütün yönleriyle koruyacak bir ulusal çıkış yapması zorunludur. Yirminci yüzyılın ulus devletler çağını iyi değerlendiren Türk Milleti’nin yoluna, anayasasının başlangıcında yer alan “temel ilkeler” doğrultusunda yeni bir cumhuriyetçi program, açılım ve atılımla devam etmesi zorunludur.
Demokrasi adına cumhuriyet devletinin tasfiyesini dayatan küresel emperyalizme karşı ulus devletin gücünü artırmak ama bunu yaparken, demokratik rejime bağlılığı koruyarak hareket etmek, Türk ulusunun önüne yeni bir sınav daha çıkarmaktadır. Her türlü demokrasi dışı ve ara rejim girişimlerine, milli egemenlik adına karşı koyacak güçlü bir ulusal refleksin devreye girmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti, geleceğe dönük yeni yapılanmasını gerçekleştirebilir. Zira devletin kurucu önderi Atatürk’ten gelen inkılâpçı birikim Türk ulusuna yön göstermektedir. Sonuçta Türk devleti, istiklâl savaşından gelen çağdaşlığa yönelim ve uygarlıkçı tutumunu sürdürecek; Atatürk döneminde Halkçılık programı ile başlayan siyasal mücadelesini, bugün yeni bir cumhuriyet programı ile tamamlayarak yoluna devam edecektir. Neredeyse bir asra yaklaşan bir sürede var olan Türkiye Cumhuriyetinin, varlığını istikrarla devam ettirebilmesi için, Devletin bozulan, çürüyen ve aksayan yönlerinin giderilmesi, toplumun karşı karşıya kaldığı sorunların çözülmesi şarttır. Günün gelişmiş ülkeleri ile baş edebilecek düzeyde güçlü bir Türk devletinin yeniden yaratılabilmesi için cumhuriyetçi bir atılımı gerçekleştirecek bir cumhuriyet projesine ve acilen hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır.
İLKELER
Cumhuriyetçi Demokrat Parti: Siyaseti; milli, manevi, ilmi, ahlâki, edebi, fikri değerlerde doğruluk - dürüstlük ve erdem temelleri üzerine inşa eden ve onu; İnsanı mutluluk, güvenlik ve refaha ulaştıracak zaman-zemin, ortam ve süreç hazırlama hizmeti olarak yapmayı amaçlayan,
Ülke ve millet bütünlüğünün, asgari müşterekler ve toplumsal yararların demokrasi, ortak akıl ve uzlaşma kültürü bağlamında oluşturulacak kaynaşma, anlaşma, yardımlaşma ve dayanışma ile milletle işbirliği yoluyla gerçekleşeceğine inanan; Fikir, inanç, söz söyleme, yazılı açıklama, duyuru ve teşebbüs hürriyeti ile haber alma, haber yayma, örgütlenme benzeri “temel özgürlük ve güvenlik garantilerini” insanın evrensel değer, hukuk ve hakları olarak tanıyan, tanımlayan, ileri süren ve savunan,
İnsanın evrensel değerlerine,“Yaşama, beslenme, barınma, öğrenme, inanma ve inandığı gibi yaşama; Onurlu ve sağlıklı bir hayat sürme Hakkı”, adalet ahlâkı ve hukukun üstünlüğüne dayalı, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, en ideal, uygun ve insani kamu düzeni ile yönetim biçimi olarak kabul eden,
Şu kadar ki: Cumhuriyeti Fazilet Rejimi ve Demokrasiyi “doğrusal yönde hareket eden, iyi insan, iyi vatandaş, onurlu ve sorumlu, üretken yurttaş” biçiminde algılayan; Her derece ve düzeyde suç işlemeyi çok ciddi önlemlerle yasaklayan “insani” bir rejim olarak algılayan,
Adaletin mülkün temeli, bağımsız yargı ve özerk denetimin onun gücü, teminatı ve güvencesi olduğuna, yurttaşların devlet karşısında, yasa ve yargı önünde mutlak eşitliğine inanan, imkân ve fırsat eşitliği ile sosyal devlet, sosyal adalet ve evrensel hukuk ilkelerini benimseyen; Nasıl ki kanunlar Anayasaya aykırı olamaz ise; Anayasanın da insan haklarına asla aykırı olmaması gerektiğine inanan..
Milletin devlet için değil, devletin millet için “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” inanç, ilke ve uygulama bilinci için var olduğuna ve ülkenin ana dinamiğini bireylerin kamu kurum ve özel teşebbüslerinin “Hür teşebbüs ve serbest rekabet” düzleminde oluşturması gerektiğine inanan, devlet memurluğu kavramını “Millet Memurluğu” biçiminde niteleyen,
Devletin asli görevlerini; Ücretsiz “Eğitim, Sağlık, Adalet”, dış güvenlik, huzurlu, güvenli ve sürdürülebilir / istikrarlı toplum düzeni, sosyal devlet ve serbest pazarda temel politikalar ile karma ekonomiye yön vermek “Düzenleme, Destekleme ve Denetleme” olarak tanımlayan,
Kuvvetler Ayrılığı ilkesini: “Yargı, Yasama, Yürütme ve Denetleme” bağlamında dört ana kategoride temelleyen ve TBMM şahsında mündemiç özerklik üzerine kurmayı amaçlayan:, Günümüzde Milletvekillerine sağlanan bilumum ayrıcalık ve imtiyazları red ve sadece hakkı müktesepleri ve muadilleri ile eşit şartlar altında çalışmak kaydıyla kendilerini millete adayan idealist vatanseverler olarak tasarlayan ve plânlayan,
Siyasi mücadeleyi; Ülkeyi ve Milleti ileri götürecek gerçekçi program ve projeler üzerinde hoşgörü, ikna, inkılâp ve uzlaşmaya dayalı, bir hizmet ve erdem yarışı olarak kabul eden., Yedek Milletvekilliği ile siyasette çürüme, istismar, suiistimal ve yozlaşmayı önleyen,
Açık, adil, dürüst ve şeffaf delege seçimi ve Teşkilât Yoklaması dışında: İnsan Hakları, Eşitlik ve Adalet normlarına aykırı bütün aday tespit usullerini reddeden; Çarşaf Liste dışında aday listesi çıkartılmasını yasaklayan ve kesinlikle anahtar liste istismarına imkân vermeyen,
Siyasi partiler ve Sivil Toplum Kuruluşlarının, başta Hazine Yardımı olmak üzere, çeşitli ad ve namlar altında devletten para almasını kesinlikle reddeden; Milletin kendi inisiyatif, refleks ve kuruluşlarını, kendi katkılarıyla yaşatmasını ve hiçbir baskı, güdüm ve manipülasyon etkisi altında kalmadan “anayasa ve kanun çerçevesinde” özgürce sürdürmesini savunan,
Halkın yönetime fiilen katılmasının demokrasi için hayati bir önem ve değer taşıdığına, bu amaçla iyi yetişmiş kadro ve genç kuşakların “tabandan tavana” siyasete taşınması gerektiğine ve parti içi demokrasinin vazgeçilmez bir ilke ve mutlak takipli zorunluluk olduğuna inanan,
Ülkemizin, sorunlarını çözüp dünya’nın ileri, gelişmiş ve kalkınmış ülkeleri arasındaki seçkin yerini, bir an önce alabilmesi için devlet ve siyasetin, köklü bir yeniden yapılanma; değişim, dönüşüm ve rehabilitasyon programı ile “Cumhuriyetin kuruluş ayarları güncellenerek” ileri, çağdaş, atılımcı-açılımcı ve modern bir düzeye getirilmesini tek çıkış yolu olarak gören,
Cesur, yenilikçi, Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı doğrultusunda değişimi esas alan:, “Tarihi ve kadim Halk Fırkası ile bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanan Demokrat Parti Programının bileşkesi ve güncel sentezi olan çağdaş bir program” ile Türkiye’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının dünyanın ileri, gelişmiş, kalkınmış ve muasır medeniyetler ile birinci sınıf devletleri arasında yer alacağına kuvvetle inanan,
Yeniden yapılanma, rehabilitasyon ve değişim programı ile ana misyonu'nu “İnsana dayalı, üretim odaklı, refahı tabana yaymayı öngören proje, eser ve hizmet olarak belirleyen; İstiklal savaşındaki misak-ı milli ruhu, şuuru ve bütünlüğü ile Milli devletin tam bağımsızlığını garanti eden; Halkın özgürlük, zenginlik, mutluluk ve güvenlik haklarını koruyan ve ülkenin geleceğini demokratik bir atılım ile aydınlatacak “Yeni Cumhuriyet Programı’nı” milletle birlikte yüklenerek, bütün vatandaşlarımızla paylaşmayı hedefleyen ve başarmaya söz veren,
Ve bu amaçlarla ülkenin yönetimine talip olarak; Milletten hükümet ve iktidar isteyen; “Cumhuriyetçi, Demokrat, Atatürkçü ve Milliyetçi” Bir siyasi partidir.
PROGRAM VE PROJE HEDEFLERİ
Türkiye Cumhuriyetini “Ebed-müddet Devlet” emel ve ideali kaidesinde, emin adımlarla, tam bir istikrar, irade ve kararlılıkla atiye taşıyacak kudrette sağlam; Kuruluş kodları esas alınarak, Atatürk ilkeleri ve Türk inkılâbı doğrultusunda tamir, ıslah ve ihya ile yeniden yapılandırmak.
Devletin kaidesinde yükseldiği “ileri, çağdaş ve modern kurumlar ile bütün alan ve sektörleri, kamu idare ve idame cihazını” bu inanç, istinat ve ilmi siyaset çerçevesinde rehabilite, restore, imar ve inşa etmek. Başka bir deyişle: Cumhuriyeti, kuruluş ilkeleri esas alınarak ileri, çağdaş ve modern normlar çerçevesinde güncelleyip, orijinal fabrika ayarlarına yükseltmek.
En değerli varlığımız İnsan Unsuru ile Misak-ı Milli Akdi kapsamındaki Vatan Topraklarını; Milli Birlik, beraberlik, kederde ve kıvançta ortaklık; Akıl, bilim, adalet, hukuk ve demokrasi kültürü esas alınarak; Ulus Devlet olarak, tam bir onur, erdem, ilke, kararlılık ve sorumlulukla sahiplenmek, korumak ve kollamak
Türk Devleti ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün; Milli Siyaset, Milli Devlet ve sosyal hayatın temel esasları olarak vazettiği “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılâpçılık” ilkeleri ile İnkılâp Kanunlarını ihya ederek fiilen hayata geçirmek:, Milleti, aralarında hiçbir ayrım, etnik, dini-mezhebi ve felsefi farklılık gözetmeksizin “tek bir bilek ve tek bir yürek olarak” Cumhuriyetçi, Demokrat, Atatürkçü ve Milliyetçi bir halk hareketinde toplanmaya çağırmak.
Başta Anayasa olmak üzere yürürlükteki mevzuatı; İnsan hakları, Eşitlik ilkesi, Adalet ahlâkı ve objektif Hukuk normlarına uygun hale getirmek; hayatı kolaylaştırmak, ülke ve devletimizi “özgürlük ve güvenlik içinde rahat; Geleceğe güvenle bakılabilir, huzur içinde yaşanabilir, mamur ve müreffeh” bir konum ve birinci sınıf dünya devleti düzeyine çıkartmak.
Milli Ekonomiyi “İzmir İktisat Kongresi” ve 1923-1938 & 1950-1960 dönemi icraat ve yasal mevzuatı esas alınarak: “İnsan Odaklı, Sosyal Devlet ve Ekonomik Bağımsızlık esaslı” ulusal bir tabana oturtmak. Vergi adaletini temin ve tesis etmek, kamu çalışanlarını bütünüyle vergi mükellefi olmaktan çıkartmak... Milli Eğitim, Adalet ve Sağlık hizmetlerini ücretsiz kılmak.
Uluslar arası ilişki, antlaşma ve bağlantıları: “Mutlak mütekabiliyet esasına dayalı, eşit-adil ve sürdürülebilir şartlarda, karşılıklı menfaatleri koruyacak biçimde” revize etmek, 1958 yılından itibaren 60 senedir devam eden “AB katılım sürecini”, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AT) mevzuatına döndürüp eşitlerin birliği ilkesine uygun olarak ticaret anlaşmasına dönüştürmek.
Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Yasalarını revize edip; Milli Delege ve bütün seçilmişlerin denkliği ve yedekliği sistemini getirerek, “Temsilde Adalet ve Yönetimde İstikrar” sisteminin “asla kesintiye uğramadan” yürütülebilmesini sağlamak. Buna göre:
A-ANAYASA VE DEVLET SORUNU
Devletin demokrasi esaslarına göre çalışması cumhuriyet rejiminin özüne ve ilkelerine hiçbir zaman aykırı olmamak zorundadır. Ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi ve milli yapılanmalarını güçlendirecek bir milli idari reforma acilen gerek vardır. Ayrıca, I921 anayasasının uygulanması sırasında kurucu idarenin devletin taşra örgütünü denetlemek üzere tesis ettiği umumi müfettişlik kurumu yeni dönemde genel valilik olarak gündeme getirilerek, yerel yönetimler bakanlığı ile yerel yönetimler arasında bir uygulama köprüsü kurulacaktır.
Bu nedenle, acilen yeni bir kanun çıkartılarak bütün şehir uygulamalarına son verilecek ve Avrupa’da uygulanmayan yerel yönetimler özerklik şartının Türkiye’de kabulü ve hayata geçirilmesi kesinlikle önlenecektir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle birlikte, merkezi idarenin taşra örgütlenmesi de gündeme getirilecek milli idari reform sayesinde yeniden ele alınarak üniter devlet modeli çizgisinde güçlendirilecektir.
Yargı en üstteki yüksek organlardan en alttaki birinci derece mahkemelerine kadar her türlü siyasal baskı ve yönlendirmenin dışında hareket ederek, siyasal iktidarlar üzerinde hukukun denetimini kuracak; I961 anayasasında var olan çift meclis sistemi, siyasal iktidarın denetimi ve frenlenmesi için batı ülkelerinde olduğu gibi cumhuriyet senatosu yeniden tesis edilecektir.
Milli idari reform ile devlet yapısı daha da büyütülerek güçlendirilirken yeni bakanlıkların kurulmasına da öncelikle yer verilecek. Bunun için çeşitli bölgelerdeki etnik ve alt kimlikçi yapılanmalara karşı birliğin korunması doğrultusunda üst kimlik olarak Türklüğü benimsemiş vatandaşların devreye girerek, ülkede kopma eğilimlerine karşı denge kurmaları sağlanacaktır. Türklerin Türkiye’ye yeniden yerleşmeleri sağlanarak Türk toprakları ile Türk vatandaşları arasında kopmaz bağlarla yeni birliktelik devletin yeni bir yaklaşımı olarak geliştirilecektir.
Ankara merkezli yeni bir yapılanma planı sayesinde, Türklerin Türkiye’nin her köşesine yeniden dengeli bir biçimde yerleşmeleri sağlanarak, yeni kurulacak Göç Bakanlığı aracılığı ile iç ve dış göçler yolu ile yeni gelen insan topluluklarının ülkenin bütünleşmesine katkı sağlayacak düzeyde bir yeni yapılanmanın önü açılacak. Aynı bölgede kurulmuş olan Türk devleti de benzeri önlemleri alarak ülke ve devlet birliğini koruma hakkı kullanılacaktır. Zira üç kıta arasındaki merkezi alandaki emperyal gelişmeler ve nüfus hareketlerinin yeni devlet yapılanmalarını zorladığı için merkezi konumdaki Türk devletinin varlığını sürdürebilmek için kendini koruyucu önlemler alması sağlanacaktır.
B- ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA
Dünyanın orta alanındaki yeni devletleşme projelerine karşı, Türkiye’nin öncülüğünde bölge devletlerinin bir araya gelerek dayanışma içerisinde Avrupa Birliği ya da Afrika Birliği gibi, aynı yönde Merkezi Devletler Birliğinin oluşturulması sağlanmaya çalışılacak; İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu, ABD’nin Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail Projelerine karşılık, Türkiye Cumhuriyeti de kurucu önder Atatürk’ün yolundan giderek, bölgenin diğer önemli devleti İran ile bira raya gelerek yeni bir Sadabat Paktını “Merkezi Devletler Birliği” olarak ortaya koyacaktır..
Ayrıca ikinci Bakü Kongresi toplanacak ve soğuk savaş sonrası dönemde merkezi alandaki devletlerin bir araya gelerek kendi ve bölge güvenlikleri için bir bölgesel ittifakın temelleri atılacak. Bakü merkezli bölgesel ittifakta Türk-İran ortaklığının temelini oluşturacağı bir bölgesel birlik içinde Irak, Suriye, Azerbaycan ve Gürcistan gibi komşu ülkeler katılacak. Altı bölge devletinin oluşturacağı merkezi Devletler Birliğinde NATO benzeri bir güvenlik örgütlenmesi CENTO adı ile yapılandırılacaktır. Böylece ikinci kez merkezi devletler bir güvenlik örgütünün şemsiyesi altında toplanarak hem bölgesel teröre, hem de üçüncü dünya savaşı girişimlerine karşı çıkabileceklerdir.
Merkezi alandaki çekişmeler sonucu terör giderek bir üçüncü dünya savaşını tırmandırırken, Atatürk’ün ana ilkesi olan “yurtta ve dünyada barış” ilkesi bu kez komşular arasındaki iyi ilişki ve dayanışma sayesinde Orta Doğu bölgesinde istikrar sağlanacak. Böylece, doğu ve batıda oluşan sekiz büyük millet imparatorluğunun orta dünyayı ele geçirmelerini önleyecek bir büyük devlet yapılanması sayesinde merkezi alana sürdürülebilir barış getirilebilecektir.
Sovyetler Birliği zamanında dış dünyaya kapalı kalan Türk dünyası ile yakın ilişkilerin önümüzdeki dönemde öncelikli olarak ele alınacak ve Türkiye’nin doğru çizgide doğuya açılımının Türk dünyası üzerinden sağlanacaktır. Türkiye kesinlikle Türk dünyası üzerinden doğuya açılmalıdır. Türkiye dünyanın jeopolitik merkezinde yer aldığı bilinci ile hareket ederek doğu-batı ve kuzey-güney dengelerine dikkat etmek zorundadır. Türkiye AB’ne üye alınmayacağını bilerek Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirecek, Avrupa dengelerini Arap ve İslam ülkelerine karşı kullanabilecek düzeyde esnek bir diplomasi ile bulunduğu yerdeki güçlü konumunu koruyacaktır. ABD ile ilişkilerde Türkiye’nin hiçbir zaman askeri üs ya da sınır karakolu olarak kullandırılmayacak, savaş alanlarına piyon ya da taşeron olarak sürülmesine izin verilmeyecektir.
C - EKONOMİ VE MALİYE
Özelleştirme adı altında devletin mallarına el konulmasına son verilecek. Bu doğrultuda kamulaştırma işlemine başlanarak, yeniden devletin kendi ekonomik alanına egemen olması sağlanacak; Özelleştirme kurumu kapatılarak, kamulaştırma kurumu oluşturulacak ve devletin elinden alınan bütün Kamu Ekonomik Kurumları yeniden kurulacak; Halkın ihtiyaç duyduğu ve yokluğunu açıktan hissettiği her alanda, yeni bir Kamu İktisadi Kuruluşu teşkil edilecektir.
Haksız, adaletsiz ve aşırı dengesiz bir ekonomik gidişe karşı çıkarak bunu durdurmak bir ulus devletin öncelikli görevidir. Acilen servet dağılımı yeniden ele alınıp, toplum kesimleri arasındaki anayasal eşitlik ilkesine daha yakın bir bölüşme sistemi tesis edilecek ve Devletin sahip olduğu ekonomik değerlerin, halka eşit ve adil ölçülerde dağıtımı sağlanacaktır.
Küreselleşme aşamasında devre dışı bırakılan Devlet Planlama kurumu yeniden eski işlevine kavuşturulacak ve bu kurumun sağlayacağı kalkınma planları doğrultusunda yeniden planlı ekonomiye dönülecek; İzmir İktisat Kongresinde, devletin kuruluşunda kabul edilen ulusal ekonomi ilkesinin her türlü emperyal ekonomik plana karşı kararlı bir biçimde uygulamaya aktarılması gerçekleştirilecek ve Devlet vatandaşlarına gelecek güvencesi sağlayacaktır.
İMF ve Dünya Bankası tarafından uygulanan borçlandırma ve kredilendirme programlarına derhal son verilerek, ulusal çıkarlar doğrultusunda bağımsız ekonomiye dönülerek kölelik düzenine bir son verilecektir. Batılı ülkeler ile şimdiye kadar imzalanan ve Türkiye’yi bir sömürge durumuna düşüren gizli ikili anlaşmalara son verilecek; Eşit ilişkilere dayanan yeni ekonomik açılımlar dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerine karşı uygulama alanına getirilecektir.
Ayrıca, küresel kapitalizmin baskıları ile kapatılmış olan kamu bankaları yeniden açılarak, bankacılık sisteminin tekrar kamu bankalarının denetimi altına alınması sağlanacak; Başta Sanayi bankası Sümerbank, Konut bankası Emlakbank, maden bankası Etibank, Ticaret Bankası Türk Ticaret ve Oayakbank ile Denizbank yeniden kamu bankaları statüsünde kurularak, bankacılık sistemi, batılı emperyalistlerin sömürü aracı olmaktan kurarılacaktır.
Bu aşamada, Atatürk’ün bankası olan Türkiye İş Bankasının küresel sermayeye satılması önlenecek ve bankanın geleceğini güvence altına alacak yeni bir sistem geliştirilecektir. Özellikle ve önemle T.C. Merkez Bankasının statüsü yeniden belirlenecek ve bu bankanın sermaye yapılanmasının dış güçler tarafından kullanılması kesinlikle önlenecektir. Böylece, T.C. Merkez bankasının yeniden kurulmasıyla, hissedar konumundaki batılı emperyalist devletler ve şirketler, kurumun bünyesinden çıkartılacak:, Yüz yıllardır Türklerin elinde olan İstanbul kentinin, yeniden Bizans’a dönüştürülmesi planları doğrultusunda kurulmuş bulunan İstanbul borsası derhal kaldırılacak; Ankara yeniden Kuvayı Milliye’nin Ankara’sı olarak örgütlenerek, ekonomik bağımsızlık savaşı ile ulusal kurtuluş savaşı tamamlanmış olacak bu meyanda da ülkeyi bölmeyi ve geleceğin eyalet devletleri oluşturmayı hedefleyen Ekonomik Kalkınma Ajansları uygulamalarına son verilecektir.
Ülkemiz ekonomik alanda yüksek teknolojiye dayanan üretim düzenini “bağımsız ekonomisi için” acilen kurmaya mecbur olup; Avrupa Birliğine giriş sürecinde devre dışı bırakılan Türk tarımının yeniden ele alınarak ihya edilmesi zorunludur.
Uzay çağı ve geleceğin ekonomisindeki enerji ihtiyacını karşılayacak stratejik madenler, yeni bir ulusal madencilik projesi ile kamulaştırılacak ve sadece kamu yararına kullandırılacaktır.
Bağımsız bir ülkenin bütçesi ulusal gelir kaynakları ile yapılır. Tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti için, Türkiye’nin maliye ve ekonomisinin yeniden milli güçlerin denetimine ve Türk devletinin kontrolü altına girmesi temin edilecek; Ülke ekonomisinin güdümlü piyasalar üzerinden denetimine son verilerek, Türk halkının ulusal çıkarları doğrultusunda devlet merkezli bir uygulamaya geçilebilmesi için kamu sektörünün genişletilmesi sağlanacaktır.
D- EĞİTİM VE KÜLTÜR
Her ülke ve devletin kendi eğitim, öğretim ve kültürüne sahip çıkma, bunları yeniden üretme hakkı vardır. Bu hak gerektiği biçimde mutlaka kullanılacak; Türk ulusunun uluslaşma sürecinin tamamlanabilmesi için, Kültür Bakanlığının adı “Milli Kültür Bakanlığı” olarak değiştirilecek; Eğitim alanının bir kamusal alan olduğunun kabulü temin ve tesis edilecektir. Bunun benimsenmesi sonrasında eğitimin parasız olması ve toplumun her kesiminden gelen gençlere aynı düzeyde etkin ve kaliteli eğitim verilecektir. Türkiye cumhuriyetinin en önemli özelliklerinden birisi de eğitim birliğinin sağlanmasıdır. Gelişmiş batı ülkelerinde görüldüğü gibi, yaşam boyu eğitim programlarının geliştirilebilmesi için her şehir ya da ilçede yaşam boyu eğitim merkezleri kurulacaktır. Yüksek öğretim düzeni yeniden ele alınarak bugün gelinen aşamadaki bilgi düzeyi doğrultusunda yeniden bir değerlendirme yapılacak; Eğitimin yanı sıra kültür alanında da yeni atılımlar yapılacaktır.
E- SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK
Sağlık alanı insanların yaşam haklarını güvence altına aldıkları bir kamusal alandır. Sağlık ve yaşam haklarına uygun bir çizgide sağlık sektörünün yeniden güçlü bir kamusal alan olarak düzenlenecek; Devlet hastaneleri ile birlikte üniversite hastanelerine de el konularak bunların özelleştirilme görüntüsü altında Amerikan ilaç şirketlerinin kontrolü altındaki uluslar arası sağlık firmalarına devredilmeleri oyununa son verilecektir. Üniversite hastanelerinin yeniden rektörlüklere devredilerek tıp eğitim düzeninin yeniden kurulacak; Sağlıkta reformun, küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda değil, insan haklarının en üst düzeyde geliştiği bir aşamada sağlık hakkı doğrultusunda yeniden yapılandırılacaktır.
Koruyucu sağlık hizmetlerinin kişilere yönelik ya da çevreye yönelik olmak üzere iki başlık altında ele alınması ve zaman içerisinde gelişmeleri sağlanacak ve Türkiye’de giderek çevre kirliliğine sürüklenirken bir çevre makro planının acilen devreye sokulacak:, Dünyanın gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden birisinin Türkiye olması dikkate alınarak, devletin sosyal güvenlik hizmetlerine bu açıdan da önem vererek yaklaşmasına çalışılacaktır. Açlık sınırında yaşayan orta tabakalar ile işsizliğe mahkûm edilen emekçi kitlelerin bütün sosyal giderlerinin devlet tarafından sırtlanması zorunlu hale geldiği gerçeği dikkate anılarak gereği yapılacaktır.
Bir İslam ülkesi olmamıza rağmen, kadının toplumdaki yeri ve statüsü her zaman tartışma konusu olmakta, Kadının siyasette, sosyal hayatta ve bürokraside konumu güçlendirilerek, kadın çalışan sayısının artırılması sağlanacaktır. Zira Kadınları erkeklere muhtaç durumdan kurtaracak düzeyde iş ve çalışma olanaklarına kavuşturmak insani ve hayati bir zorunluluktur. Yasalar ve hukuk makamları önünde erkeklerle birlikte eşit koşullara sahip olan kadınların, erkeklere karşı korunmaları ile de ilgili önlemlerin alınması için gerekenler yapılacaktır.
F- HUKUK VE DİN
Hukuk ve din alanlarının birlikte ele alınmalarında, ülkenin ulusal çıkarları açısından büyük yarar vardır. Türkiye Cumhuriyeti de bir anayasal devlettir ve anayasaya dayanan bir hukuk düzenin üzerinde kurulmuştur. Bu nedenle Türk devleti öncelikle bir hukuk devletidir ve her türlü işlemi kesinlikle adalet ahlâkı ve hukuka dayanmak zorundadır. İnsanlık düşmanı, hak ve adalet karşıtı Küreselleşmenin getirdiği hukuk uygulamaları, hukuk alanına yeni katkılar getireceğine, tam tersini yapmış ve büyük tahribatlara yol açmış olmakla bunlar tamir, imar ve yeniden “İnsan hakları, adalet ve objektif hukuk normları doğrultusunda” inşa edilecektir.
Örneğin: Kamu denetçiliği kurumu, idari yargıya paralel bir yapılanma getirerek uygulamada düplikasyonlara yol açmıştır. Hakemlik uygulamaları ise, küreselleşme sürecinde karşı tarafı yabancı olan kesimlere yaramış; Arabuluculuk uygulamaları da bir anlamda devletin resmi hukukunu devre dışı bırakan özel hakemlik kurumuna dönüşme eğilimi göstermiştir. Her üç yeni kurum, küresel emperyalizm tarafından desteklenerek bütün devletlere empoze edilirken, yerleşik devlet yapılarının üretmiş olduğu ulusal hukuk dışlanmış ve denetçi, hakem ve de arabulucu kişiler üzerinden hukukun bireyselleştirilmesi sağlanmak istenmiştir. Hukuka bireyselleşmeyi getirerek ulus devletlerin hukuk yapılarına zarar veren bu üç kurumun bir an önce kaldırılarak, ulus devlet hukukuna geri dönülmesi gerekmektedir.
Türkiye’de hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin, hem Sünnilerin hem de Alevilerin yaşaması din ve mezhep çekişmelerine neden olduğu için, cumhuriyetin kurucuları laik devlet düzeni içerisinde sorunu çözmek istemişlerdir. Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili kanun yeniden düzenlenerek bu kurumun çatısı altında Dinler Yüksek Kurulu ile Mezhepler Yüksek kurulu gibi iki ayrı yüksek kurulun getirilmesi ve bu organlarda dinler ile mezheplerin ayrı ayrı temsilcilerinin katılması, ülkede yaşanmakta olan çekişme ve çatışmaların aşılması açısından yararlı olacaktır. Avrupa’da 2 bin yıl boyunca yaşanan din ve mezhep kavgalarının Orta Doğu’ya taşınması, üçüncü dünya savaşı tehlikesi nedeniyle kesinlikle önlenmelidir.
GÜNCEL SEBEPLER VE HAREKETİN DİĞER GEREKÇELERİ
Bu gün itibarıyla Devlet; Bütçesi dâhil bütün kurum ve kuruluşları ile rayından çıkmış, dış borçlar nedeniyle kamu varlığı ipoteklenmiş ve iflas etmiş bir görünümdedir. Her geçen gün borçlar artmakta, ülkenin üretim ve yatırım potansiyeli, giderek ithalata dayalı tüketim, lüks ve israf ile vahşi kapitalizmin Rant ekonomisine akmakta; Başta tarım, hayvancılık ve yerli sanayi olmak üzere, bütün alan ve sektörlerde üretim iflâs noktasına doğru sürüklenmektedir. Tahammül edilemez boyutlara varan Hayat Pahalılığı çekilmez ve dayanılmaz hale gelmekte, müzmin ve aşırı enflasyon kamçılanmaktadır. Üst üste gelen bunalım, buhran ve krizler, ülke şartlarını 1939 (İkinci Dünya Savaşı)’dan daha geriye götürmüş ve yeniden Atatürk’ün Halk Partisi ve kadim Demokrat Parti aranır mumla olmuştur.
Halk, dünyada yıllardır unutulan vahşi kapitalizm ve mevcut zihniyetin işbirlikçisi İnsanlık düşmanı emperyalizmin ve bunun doğal sonucu olan: Hayat pahalılığı, İşsizlik, Olağanüstü Hal yönetimleri, dikta, sulta ve enflasyonun pençesinde kıvranmaktadır. Boyutları her yıl büyüyen kayıt dışı ekonomi, aşırı vergi kaçakları ve adaletsiz vergi yükü Türkiye de haksız kazançları ve mafya-medya-siyaset sacayağını egemen kılmakta; İhracat hızla artan ithalatı takip edememekte ödemeler dengesinde cari açık büyümektedir. Bavul ve sınır ticareti ile Turizmden elde edilen döviz gelirleri tehlike sinyalleri vermekte, sıcak para girişinin seyri de buna eklenince, ülkemiz henüz bir kriz bitmeden diğerine sürüklenmektedir. Ülke, ekonomik-sosyal, siyasal, etnik, dinsel ve kültürel patlamalara açık bir hale getirilmiştir:
Gelir dağılımı hızla, tehlikeli bir biçimde bozulmakta, zenginler ve fakirler arasındaki uçurum artmakta, fakirlik ve işsizlik yaygınlaşıp derinleşmektedir. Ülkenin asırlarca barış ve mutluluk içinde birbiri ile ahenk halinde götürdüğü ekonomik, dini, etnik, sosyal ve kültürel çeşitlilik ve farklılıklar, bugün toplumda gerilim ve çatışma doğurabilecek boyutta kronik sorunlara dönüştürülmektedir. Sosyal Barış ve Huzuru tehdit eden kutuplaşmalar, aşırılıklar, sosyal çatışmalar, rüşvet, iltimas, adaletsizlik ve terörizm yaygınlaşmakta ve hızla derinleşmektedir. İnsanlarımızın birlikte ve bir arada var olma gelenek ve yetenekleri, birbirinin varlığını tehdit eder hale dönüşmüş bulunmaktadır.
Hızlı göç, savaş ve kriz alanlarından sığınmacı akını ve buna paralel çarpık yerleşme; Aç ve çıplak, işsiz-güçsüz yığınların işgali büyük yerleşim merkezlerinin korkulu rüyası olmuştur. Altyapısız ve düzensiz şehirleşme; Plânsız-programsız ve disiplinsiz yerleşme ile Ülkenin geleceği için büyük önem taşıyan eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sistemleri felce uğrayıp çökmüş ve çağın gerisinde kalmış olup; Şu hale nazaran ülke ve milletin geleceği için önemli ve ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Başta mevcut siyaset kurumları olmak üzere: Bazı devlet kurumu ve politika kuruluşlarının kadro, davranış ve yönetimlerine duyulması gereken güven kaybolmuştur: Bunların halktan kopuk, oligarşik bir görünüm kazandıkları kanaati derinleşmekte, geciken veya çalışmayan “Adalet ve Yargının” yerini çeşitli mafya, silâhlı güç ve şiddet kuruluşlarının aldığı, iddiaları yaygınlaşmaktadır. Ayrıca Türkiye Dış politikada gittikçe derinleşen bir yalnızlığa, yanlış tercih, basiretsiz teşebbüs ve tehlikeli mecralara sürüklenmektedir:
Zayıf ve yetersiz “Ülke Yönetimi”, “Siyasi İstikrarsızlık” ile Ekonomi, Sosyal yapı ve Rejim ile ilgili olarak sık, sık gündeme gelen bazı sorunların bunalım boyutlarına ulaşması, uluslar arası alanda dış itibarımızı riske etmekte ve zedelemektedir. Başta Yunanistan olmak üzere komşu ülkeler, Kıbrıs, Suriye, Irak, İran ile bazı Kafkas ve Balkan Devletleriyle aramızdaki sorunlar uzun yıllardır çözülememiş; Aksine (Suriye-Irak ve Yunanistan meselelerinde olduğu gibi) derinleşmiş ve yer yer kriz, bunalım ve buhranlara dönüşmüştür. Avrupa Birliğine girme çabalarımız, ulusal onurumuzla bağdaşmayan bir noktadadır. İslâm ülkeleri ile ilişkilerimizde ise geçmişteki yakınlıkla bağdaşmayan bazı önemli olumsuzluklar vardır. Türkiye Dış İşleri ve ilişkilerinde gittikçe derinleşen bir yalnızlığa yanlış ve tehlikeli mecralara itilmektedir. Medeni Dünya ile bütünleşip, entegre olma yolunda birinci sınıf devletler arasında yer alma istek ve gayretlerimiz ise neticesiz kalmakta ve sonuç alınamamaktadır. Bir zamanlar Ortadoğu’nun yükselen yıldızı diye gıpta edilen ve dikkatle izlenen ve büyük bir dünya devleti olma yoluna giren Türkiye bugün kısır siyasi kavgaların, çekişmelerin vizyon ve yetenekten yoksun, atıl ve yozlaşmış politikaların girdabında, üçüncü sınıf bir taşra devleti görüntüsü vermektedir.
Demokrasimiz insan hakları adalet ve hukuktan yoksun bir sürece sokulmuştur. Anti - Demokratik dayatma, insan haklarına aykırı ve hukuk dışı gelişmeler her gün biraz daha yaygınlaşmakta; Devlet memurları çağ dışı bir Mc Carthy zihniyeti ve yasal tariften yoksun sübjektif suçlamalarla korkunç bir kıyıma uğratılmakta:, Hiçbir objektif ve adil norm esas alınmaksızın sürdürülen kadrolaşma devleti zaafa düşürmekte; Kıdem, ehliyet ve liyakat riyakârca dışlanmaktadır. Devletin yönetim ve denetim kalitesi sürekli düşürülmektedir.
Medya’nın değerli pek çok yazar ve yorumcusu siyasal dayatmalarla susturulmuş, işlerine son verilmiş, yazar, ama-yazamaz hale getirilmiştir. Üniversitelerde uygulamaya kalkışılan usul-esas ve insanlık dışı kurallar çağdışı faşist yöntemlerin çirkin görünümlerini ülke gündemine getirmiştir. Sanayici, Üretici ve İş adamları inanç ve fikirleri nedeni ile ilerici-gerici, irticacı-laik, kırmızı veya yeşil sermaye diye kamplara bölünmekte, sadece fikirlerini ifade ettikleri için pek çok siyasetçi siyasi hayatlarını sona erdirebilecek ağır cezaların tehdidine maruz kalmaktadır.
En son “ittifak aldatmacası” ile yapılan Seçim ve Sandık Kurullarına dair değişiklikler, Milletin oy kullanma hakkı, seçim ve sandık güvenliğini bertaraf etmiş ve sandığın namusu tehlikeye sokmuştur. Sözde, Yeni Türkiye düzenine uyum adı altında torbalar dolusu kanun, kararname, tek yanlı, antidemokratik ve ceberrut idare tasarıları TBMM gündemindedir.
SONUÇTA:
Ülke ve Demokrasi, ekonomi, siyaset, sosyal hayat ve dış politika da derinleşen sorun ve bunalımlarla tıkanmıştır. Türk Milleti haksız yere aldatılmakta, uyutulmakta ve çok insafsızca sömürülmektedir. Görünürde müesses bir devlet vardır ama devlet aklı, umuru, bil-umum hak, imkân ve kaynakları siyasete, kifayetsiz muhterislerin hırs ve ihtiraslarına peşkeş çekilerek kurban edilmiş bulunmaktadır.
Şu hale nazaran ve kurulu partilerin muhalefet yapmaktan aciz kalmaları ve/veya haksızlık ve yolsuzluklarda iktidara ortak/işbirlikçilikle yanaşmaları, yandaş-yoldaş olmaları nedeniyle:, Türk Milletinin hukukun içinde ve mevcut adalet ve ahlâk kuralları dâhilinde karşı mücadele vermesi meşru ve hukuki bir hak; Halkın da bu teşebbüs içinde yer alması zorunlu bir vazife haline gelmiştir.
İşte,
“CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ”
bu nedenlerle kurulmak istenmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder