15 Kasım 2018 Perşembe

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN TEMELLERİNİ ÇOK SAĞLAM VE KALICI, DENGELİ BİR YAPI ÜZERİNE KURMUŞTUR. "Ahmet Nedim KAYA, Mimar ve İç Mimar" - Ne kapitalizm, ne sosyalizm, ne ırkçı şovenist milliyetçilik nede Arap kültüründe yozlaştırılmış bir islamcılık/dincilik devletin temellerine harç olarak konulmamıştır. Ancak devletin kuruluş ilkeleri altı madde halinde düzenlenmiş ve bu altı ok daha sonra o günün tek partisi olan 10 yaşındaki CHP'nin amblemi olmuştur.

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN TEMELLERİNİ SAĞLAM VE DENGELİ BİR YAPI ÜZERİNE KURMUŞTUR.
Ahmet Nedim KAYA 
Mimar ve İç Mimar
Ne kapitalizm, ne sosyalizm, ne ırkçı şovenist milliyetçilik nede Arap kültüründe yozlaştırılmış bir islamcılık/dincilik devletin temellerine harç olarak konulmamıştır. 
Ancak devletin kuruluş ilkeleri  altı madde halinde düzenlenmiş ve bu altı ok daha sonra  o günün tek partisi olan 10 yaşındaki CHP'nin amblemi olmuştur.

BU ALTI MADDE VE ALTI OK ŞUNLARDIR.
1)CUMHURİYETÇİLİK:
Yönetim biçimi olarak millet egemenliğine dayalı, cumhuriyet rejimini ön görmek ve bunu bir yaşam biçimi olarak benimsemektir.Atatürk,Cumhuriyet için ;"Türk Milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare"ifadesini kullanmıştır. Türk devrim sürecinde 29Ekim1923 Cumhuriyetin ilanı olmuştur.
Cumhuriyetçiliğin özellikleri nelerdir ?
1.Halkın kendi kendisini yönetmesi ilkesine dayanır.
2.Çok partili sistemi ön görür.
3.Cumhuriyet yönetiminin temeli bağımsız ve özgür seçimlerdir.
4.Yasaları koyacak kişiler yani Meclis halk tarafından seçilir.
5.Sınıf ve cins ayrımı olmaksızın herkesin yönetime katıldığı yönetim biçimidir.
2)MİLLİYETÇİLİK:
Atatürk ilkesi olarak Milliyetçilik ;
1.Aklı ve bilimi esas alır.
2.Irkçılığı ve ümmetçiliği reddeder.
3.Halk arasında birlik ve beraberlik duygusunu güçlendirir.
4.Ulusal bağımsızlığı savunur.
5.Milli çıkarlar, kişisel çıkarların önünde tutulur ve ulusa bağlılık, fedakarlık gerektirir.
6.Kültürü korumak, devam ettirmek esastır.
7.Din, dil, ırk ayrımı yapmadan, "Türküm" diyen herkesi Türk kabul eder.
8.Manda ve sömürgeye karşıdır.
3)LAİKLİK:
Laiklik kısaca, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Laiklik, devletin, vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması ve ayrıca herhangi bir inancın özellikle de bir toplumda egemen olan inancın, aynı toplumda azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını önlemesi demektir. Felsefi olarak ; İman ve inancın yerine, aklın egemenliğini kabul eden bir inanç sistemidir.
(MAİDE SURESİ 5/42:"Resulüm ! eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hüküm ver.Şüphesiz Allah, adaletli davrananları sever." 
SAD SURESİ 38/26 : "Davud ! Biz seni ülkede hükümdar yaptık, sen de insanlar arasında adaletle hükmet, keyfine/nefsine uyma ki seni Allah yolundan saptırmasın."
NİSA SURESİ 4/58 : "Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder. Allah bununla ne de güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitendir, her şeyi görendir."    
Hukuki anlamı; Somut olarak devlet ile dinin birbirine karışmaması olarak ifade edilebilir.
Siyasi anlamı ; Siyasal iktidarın, dinsel kudret ve otoriteden arındırılarak bağımsız hale getirilmesidir. 
4) İNKILÂPÇILIK: 
Atatürk'ün ifadesi ile "Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, milletin en yüksek uygar gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır." Bu devrim anlayışı, bilim ve tekniğin ışığında sürekli bir çağdaşlaşmayı öngörür. Bu nedenledir ki atılımlarda kararsızlık ve şüphe yerine inanç ve değişmez karar söz konusudur.
5) HALKÇILIK: 
Türk inkılabının halkçılık anlayışı, liberal kapitalizmin bireyselciliğine karşı olarak konulduğu gibi, Marksist teorinin halkçılık anlayışından da farklıdır.
Çünkü Atatürk ; "Biz sınıfsız ve kaynaşmış bir toplumuz." demiştir. Atatürk'ün  anlayışında halkçılık; siyasi, ekonomik ve toplumsal uygulamalarda halkın çıkarlarının ön planda tutulmasını öngörür.Atatürk'ün halkçılık anlayışı ;
"Biz memleket halkı, kişi ve çeşitli sınıf mensuplarının birbirlerine yardımlarını aynı kıymet ve nitelikte görüyoruz. Hepsinin menfaatlerinin aynı derecede ve aynı eşitlik duygusu ile karşılanmasına çalışmak isteriz.Bu şeklin, milletin genel refahı, devlet bünyesinin sağlamlaştırılması içindaha uygun olduğu kanaatindeyiz. Bizim düşüncemizde, çiftçi, çoban amele tüccar, sanatkar, asker, doktor , kısacası herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir.(1929)
6) DEVLETÇİLİK ; 
Atatürk'çü düşüncenin devletçilik ilkesi, Kurtuluş Savaşı'ndan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra, memleketin en kısa zamanda kalkınması sürecinde, özellikle ekonomik alanda bireylerin yapamayacağı bazı işleri devletin üzerine alması esasına dayanır.
Ahmet Nedim Kaya

8 Kasım 2018 Perşembe

CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ: AÇILIM, TANITIM, AMAÇLAR-GEREKÇE, İLKELER VE HEDEFLER (Bu metin baz alınmak suretiyle "ekleme, eleştirme, öneri-katkı ve tamamlama" yapılacak. Bütün arkadaşlarımız ve ilgilenen Saygıdeğer Vatandaşlarımızın, değerli öneri, eleştiri, katkı ve yorumlarını "gercek.demokrat@hotmail.com" adresine göndermelerini önemle rica ederiz. Saygı ve şükranlarımızla...

CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ
“AÇILIM, TANITIM, AMAÇLAR/GEREKÇE, İLKELER VE HEDEFLER”

TANIM (BİZ KİMİZ)
Cumhuriyetçi Demokrat Parti, halkın mutluluk, zenginlik, güvenlik, hürriyet ve refahı için; Devlet idaresinde millet iradesini hâkim kılmayı; Ulus Devletin özgürlük, bağımsızlık, hukuk ve hükümranlığını Misak-ı Milli Sınırları dahilinde temin ve tesis ederek; Kadim gelenek ile müsakbel gelecek arasında sağlam/sarsılmaz köprüler kurmayı amaçlar. Namuslu, dürüst ve demokrat; İlkeli, onurlu ve sorumlu; İktisadi, siyasi ve sosyal; Atatürkçü bir halk hareketidir.
Cumhuriyetçi Demokrat Parti; 09 Eylül 1923 tarihinde Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Celâl Bayar, Prof. Fuad Köprülü, İsmet İnönü ve Refik Saydam tarafından kurulan Halk Fırkası’nın 10 Kasım 1938’e kadar olan bölümüne karşılık gelen dava, manâ ve misyon süreci ile;
7 Ocak 1946’da Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan tarafından; Mustafa Kemal Atatürk’ün (8 Kasım 1937 günü TBMM’de Hükümet Programını açıklayan) Başbakan Celâl Bayar’a hitaben: “Millete yepyeni bir program bildirdiniz. Bu program benim millete söz verdiğim programdır. Celâl Bayar ve arkadaşları benim millete söz verdiklerimi yapacaklarını bana ve millete söz verdiler. Ben, milletle birlikte Celâl Bayar ve arkadaşlarının programının nokta nokta uygulandığını izleyeceğim. Daha iyi açıklayayım: Ben Türkiye Cumhurbaşkanı Atatürk ve Türk milleti, Başbakan Celâl Bayar’ın ve onun hükümetinin programını izliyor ve fiilî sonucunu görmek istiyoruz”. (Ayın Tarihi; 1937, Sayı: 48, s.63) hitabına mazhar, muhatap ve müyesser (tarihi gelenek sürecinde ruhlanan eser) olarak kurulan tarihi ve kadim Demokrat Parti (07 Ocak 1946 – 27 Mayıs 1960) ile Bizzat Mustafa Kemal (ATATÜRK) tarafından kurulan (09 Eylül 1923-10 Kasım 1938) dönemi Cumhuriyet Halk Fırkası'nın bileşkesi ileri, çağdaş, modern ve güncel sentezidir.
AMAÇ
Siyasi mücadelesine “Özgürlük, tam bağımsızlık, hür, hâkim ve hükümran Devlet” ideal ve inancı, azim-irade ve kararlılığı ile başlayan Halk Fırkası ile ‘Yeter! Söz milletindir’ haykırışı, ilkeli duruş ve direnişi ile sulta, dikta ve haksızlığa baş kaldıran Demokrat Parti özünde halkın bağrından fışkırmış, halka, hak’a, adalet, hukuk ve demokrasiye dayalı evrensel barış ve milli uyanış hareketleridir. Cumhuriyet tarihinin en köklü kurucu ve koruyucu unsurları olan Halk Partisi ile Cumhuriyeti Demokrasi ile taçlandıran Demokrat Parti, siyaseti insan için; İnsanın maddi-manevi, ilmî-kültürel, sosyal-siyasal ilerleme/kalkınma ve gelişmesini; Çağdaş-güncel normlarda hayata geçirmek ve gerçekleştirmek için yapmıştır. Bu uğurda asgari müşterek, temel değer, hedef, ilke ve amaçları:, Cumhuriyetin esas, usul-unsur, Adalet ve Hukukun olmazsa olmaz norm, standart ve değerleri çerçevesinde; Samimi, hakiki, saydam ve bilimsel; Namuslu-dürüst, gerçek demokrasiyi hayata geçirecek, hiç bir ayrım gözetmeden halkımızın tamamını, her türlü siyasi, sosyal, ekonomik zulüm ve baskıdan arınmış, özgürlük, hak-hukuk, adalet ve güvenlik ortamına kavuşturmak suretiyle: Aziz Türk Milletini gerçek başarı, birinci sınıf devlet, zenginlik, refah ve mutlulukla muasır medeniyet seviyesine ulaştıracak ortam ve şartları oluşturmaktır.
GENEL DURUM VE ÇÖZÜM
Yirminci yüzyılın başlarında imparatorluklar dağılırken, ortaya çıkan bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, bir asır sonra, yirmi birinci yüzyılda yoluna devam ederek kurucu önderin hedef olarak ortaya koyduğu, “sonsuza kadar var olma yolunda” kendini yenileme noktasına gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti, varlığını temsil eden kurucu liderliğin “Türk ulusunun” egemenliğini sağlamak amacıyla kurulmuş, kendine özgü bir devlet modeli olup; Demokratik, laik ve sosyal, tam bağımsız, hür ve hükümran bir hukuk devletidir.
Ancak, Devletin kuruluşundan bu yana, yıllar geçtikçe milli mücadelenin heyecanı yitirilmiş, coşku yok olmuş; Zamanla umutlar boşa çıkmış ve halkın tutunduğu dallar kırılmıştır. Batıya yaklaştıkça çılgınca tüketim eğilimi artmış, üreterek kazanma hevesi söndürülmüş; Toplumun geleneksel dokusu bozularak insancıl değerler yıkılmıştır. Yaşadığımız coğrafyanın getirdiği ikilemler aşılamamış, giderek kutuplaşmalar daha da tırmanarak kesinleşmiş; Cumhuriyetin kuruluşundan gelen kamu yararı kavramı bir yana itilmiş, kamuya hizmet anlayışı terk edilmiş özel çıkarlar doğrultusunda kamu yönetimi yozlaştırılmıştır. Emperyalist çıkarlar yönünde dışarıdan bağımlı bir ekonomik yapı dayatılmış ve ülkenin yeniden yarı sömürge durumuna düşürülmesi yönünde içeride bir düşünce terörü estirilmiştir. Batı hegemonyası geliştikçe, sömürgeleşen ülkede niteliksizlik her alana yayılmış; Dış baskılar sonucu zayıflayan devlet bünyesinde demokrasi cumhuriyeti kemirmeye başlamış ve cumhuriyet rejimi fazlasıyla yara almış ve çağdaş cumhuriyet rejimi bu noktada tasfiye edilme aşamasına getirilmiştir.
Her yönü ile çürüyüş ve çöküşe mahkûm edilmek istenen Türk devletinin, yeniden toparlanıp uluslar arası alanda eskisi gibi güçlü olabilmesi için, Türk ulusu ve devletinin bir diriliş çıkışı zorunlu olmuştur. Akla, bilime ve Türk halkının ulusal çıkarlarına uygun olacak bir yeni çıkış için, cumhuriyetin yenilenmesi ve bu doğrultuda yeni bir programın ortaya konulması şarttır. Dünyanın tam ortasında inkılâpçı bir atılımla kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin tekrar dirilebilmesi için, yarım kalan Türk inkılâbının bir program ile tamamlanması gerekmektedir. Dışarıdan bir küresel saldırı ile karşı karşıya kalan Türk devletinin, içinde bulunduğu dönemi doğru değerlendirerek, tam bağımsızlığı bütün yönleriyle koruyacak bir ulusal çıkış yapması zorunludur. Yirminci yüzyılın ulus devletler çağını iyi değerlendiren Türk Milleti’nin yoluna, anayasasının başlangıcında yer alan “temel ilkeler” doğrultusunda yeni bir cumhuriyetçi program, açılım ve atılımla devam etmesi zorunludur.
Demokrasi adına cumhuriyet devletinin tasfiyesini dayatan küresel emperyalizme karşı ulus devletin gücünü artırmak ama bunu yaparken, demokratik rejime bağlılığı koruyarak hareket etmek, Türk ulusunun önüne yeni bir sınav daha çıkarmaktadır. Her türlü demokrasi dışı ve ara rejim girişimlerine, milli egemenlik adına karşı koyacak güçlü bir ulusal refleksin devreye girmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti, geleceğe dönük yeni yapılanmasını gerçekleştirebilir. Zira devletin kurucu önderi Atatürk’ten gelen inkılâpçı birikim Türk ulusuna yön göstermektedir. Sonuçta Türk devleti, istiklâl savaşından gelen çağdaşlığa yönelim ve uygarlıkçı tutumunu sürdürecek; Atatürk döneminde Halkçılık programı ile başlayan siyasal mücadelesini, bugün yeni bir cumhuriyet programı ile tamamlayarak yoluna devam edecektir. Neredeyse bir asra yaklaşan bir sürede var olan Türkiye Cumhuriyetinin, varlığını istikrarla devam ettirebilmesi için, Devletin bozulan, çürüyen ve aksayan yönlerinin giderilmesi, toplumun karşı karşıya kaldığı sorunların çözülmesi şarttır. Günün gelişmiş ülkeleri ile baş edebilecek düzeyde güçlü bir Türk devletinin yeniden yaratılabilmesi için cumhuriyetçi bir atılımı gerçekleştirecek bir cumhuriyet projesine ve acilen hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır.
İLKELER
Cumhuriyetçi Demokrat Parti: Siyaseti; milli, manevi, ilmi, ahlâki, edebi, fikri değerlerde doğruluk - dürüstlük ve erdem temelleri üzerine inşa eden ve onu; İnsanı mutluluk, güvenlik ve refaha ulaştıracak zaman-zemin, ortam ve süreç hazırlama hizmeti olarak yapmayı amaçlayan,
Ülke ve millet bütünlüğünün, asgari müşterekler ve toplumsal yararların demokrasi, ortak akıl ve uzlaşma kültürü bağlamında oluşturulacak kaynaşma, anlaşma, yardımlaşma ve dayanışma ile milletle işbirliği yoluyla gerçekleşeceğine inanan; Fikir, inanç, söz söyleme, yazılı açıklama, duyuru ve teşebbüs hürriyeti ile haber alma, haber yayma, örgütlenme benzeri “temel özgürlük ve güvenlik garantilerini” insanın evrensel değer, hukuk ve hakları olarak tanıyan, tanımlayan, ileri süren ve savunan,
İnsanın evrensel değerlerine,“Yaşama, beslenme, barınma, öğrenme, inanma ve inandığı gibi yaşama; Onurlu ve sağlıklı bir hayat sürme Hakkı”, adalet ahlâkı ve hukukun üstünlüğüne dayalı, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, en ideal, uygun ve insani kamu düzeni ile yönetim biçimi olarak kabul eden,
Şu kadar ki: Cumhuriyeti Fazilet Rejimi ve Demokrasiyi “doğrusal yönde hareket eden, iyi insan, iyi vatandaş, onurlu ve sorumlu, üretken yurttaş” biçiminde algılayan; Her derece ve düzeyde suç işlemeyi çok ciddi önlemlerle yasaklayan “insani” bir rejim olarak algılayan,
Adaletin mülkün temeli, bağımsız yargı ve özerk denetimin onun gücü, teminatı ve güvencesi olduğuna, yurttaşların devlet karşısında, yasa ve yargı önünde mutlak eşitliğine inanan, imkân ve fırsat eşitliği ile sosyal devlet, sosyal adalet ve evrensel hukuk ilkelerini benimseyen; Nasıl ki kanunlar Anayasaya aykırı olamaz ise; Anayasanın da insan haklarına asla aykırı olmaması gerektiğine inanan..
Milletin devlet için değil, devletin millet için “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” inanç, ilke ve uygulama bilinci için var olduğuna ve ülkenin ana dinamiğini bireylerin kamu kurum ve özel teşebbüslerinin “Hür teşebbüs ve serbest rekabet” düzleminde oluşturması gerektiğine inanan, devlet memurluğu kavramını “Millet Memurluğu” biçiminde niteleyen,
Devletin asli görevlerini; Ücretsiz “Eğitim, Sağlık, Adalet”, dış güvenlik, huzurlu, güvenli ve sürdürülebilir / istikrarlı toplum düzeni, sosyal devlet ve serbest pazarda temel politikalar ile karma ekonomiye yön vermek “Düzenleme, Destekleme ve Denetleme” olarak tanımlayan,
Kuvvetler Ayrılığı ilkesini: “Yargı, Yasama, Yürütme ve Denetleme” bağlamında dört ana kategoride temelleyen ve TBMM şahsında mündemiç özerklik üzerine kurmayı amaçlayan:, Günümüzde Milletvekillerine sağlanan bilumum ayrıcalık ve imtiyazları red ve sadece hakkı müktesepleri ve muadilleri ile eşit şartlar altında çalışmak kaydıyla kendilerini millete adayan idealist vatanseverler olarak tasarlayan ve plânlayan,
Siyasi mücadeleyi; Ülkeyi ve Milleti ileri götürecek gerçekçi program ve projeler üzerinde hoşgörü, ikna, inkılâp ve uzlaşmaya dayalı, bir hizmet ve erdem yarışı olarak kabul eden., Yedek Milletvekilliği ile siyasette çürüme, istismar, suiistimal ve yozlaşmayı önleyen,
Açık, adil, dürüst ve şeffaf delege seçimi ve Teşkilât Yoklaması dışında: İnsan Hakları, Eşitlik ve Adalet normlarına aykırı bütün aday tespit usullerini reddeden; Çarşaf Liste dışında aday listesi çıkartılmasını yasaklayan ve kesinlikle anahtar liste istismarına imkân vermeyen,
Siyasi partiler ve Sivil Toplum Kuruluşlarının, başta Hazine Yardımı olmak üzere, çeşitli ad ve namlar altında devletten para almasını kesinlikle reddeden; Milletin kendi inisiyatif, refleks ve kuruluşlarını, kendi katkılarıyla yaşatmasını ve hiçbir baskı, güdüm ve manipülasyon etkisi altında kalmadan “anayasa ve kanun çerçevesinde” özgürce sürdürmesini savunan,
Halkın yönetime fiilen katılmasının demokrasi için hayati bir önem ve değer taşıdığına, bu amaçla iyi yetişmiş kadro ve genç kuşakların “tabandan tavana” siyasete taşınması gerektiğine ve parti içi demokrasinin vazgeçilmez bir ilke ve mutlak takipli zorunluluk olduğuna inanan,
Ülkemizin, sorunlarını çözüp dünya’nın ileri, gelişmiş ve kalkınmış ülkeleri arasındaki seçkin yerini, bir an önce alabilmesi için devlet ve siyasetin, köklü bir yeniden yapılanma; değişim, dönüşüm ve rehabilitasyon programı ile “Cumhuriyetin kuruluş ayarları güncellenerek” ileri, çağdaş, atılımcı-açılımcı ve modern bir düzeye getirilmesini tek çıkış yolu olarak gören,
Cesur, yenilikçi, Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı doğrultusunda değişimi esas alan:, “Tarihi ve kadim Halk Fırkası ile bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanan Demokrat Parti Programının bileşkesi ve güncel sentezi olan çağdaş bir program” ile Türkiye’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının dünyanın ileri, gelişmiş, kalkınmış ve muasır medeniyetler ile birinci sınıf devletleri arasında yer alacağına kuvvetle inanan,
Yeniden yapılanma, rehabilitasyon ve değişim programı ile ana misyonu'nu “İnsana dayalı, üretim odaklı, refahı tabana yaymayı öngören proje, eser ve hizmet olarak belirleyen; İstiklal savaşındaki misak-ı milli ruhu, şuuru ve bütünlüğü ile Milli devletin tam bağımsızlığını garanti eden; Halkın özgürlük, zenginlik, mutluluk ve güvenlik haklarını koruyan ve ülkenin geleceğini demokratik bir atılım ile aydınlatacak “Yeni Cumhuriyet Programı’nı” milletle birlikte yüklenerek, bütün vatandaşlarımızla paylaşmayı hedefleyen ve başarmaya söz veren,
Ve bu amaçlarla ülkenin yönetimine talip olarak; Milletten hükümet ve iktidar isteyen; “Cumhuriyetçi, Demokrat, Atatürkçü ve Milliyetçi” Bir siyasi partidir.
PROGRAM VE PROJE HEDEFLERİ
Türkiye Cumhuriyetini “Ebed-müddet Devlet” emel ve ideali kaidesinde, emin adımlarla, tam bir istikrar, irade ve kararlılıkla atiye taşıyacak kudrette sağlam; Kuruluş kodları esas alınarak, Atatürk ilkeleri ve Türk inkılâbı doğrultusunda tamir, ıslah ve ihya ile yeniden yapılandırmak.
Devletin kaidesinde yükseldiği “ileri, çağdaş ve modern kurumlar ile bütün alan ve sektörleri, kamu idare ve idame cihazını” bu inanç, istinat ve ilmi siyaset çerçevesinde rehabilite, restore, imar ve inşa etmek. Başka bir deyişle: Cumhuriyeti, kuruluş ilkeleri esas alınarak ileri, çağdaş ve modern normlar çerçevesinde güncelleyip, orijinal fabrika ayarlarına yükseltmek.
En değerli varlığımız İnsan Unsuru ile Misak-ı Milli Akdi kapsamındaki Vatan Topraklarını; Milli Birlik, beraberlik, kederde ve kıvançta ortaklık; Akıl, bilim, adalet, hukuk ve demokrasi kültürü esas alınarak; Ulus Devlet olarak, tam bir onur, erdem, ilke, kararlılık ve sorumlulukla sahiplenmek, korumak ve kollamak
Türk Devleti ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün; Milli Siyaset, Milli Devlet ve sosyal hayatın temel esasları olarak vazettiği “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılâpçılık” ilkeleri ile İnkılâp Kanunlarını ihya ederek fiilen hayata geçirmek:, Milleti, aralarında hiçbir ayrım, etnik, dini-mezhebi ve felsefi farklılık gözetmeksizin “tek bir bilek ve tek bir yürek olarak” Cumhuriyetçi, Demokrat, Atatürkçü ve Milliyetçi bir halk hareketinde toplanmaya çağırmak.
Başta Anayasa olmak üzere yürürlükteki mevzuatı; İnsan hakları, Eşitlik ilkesi, Adalet ahlâkı ve objektif Hukuk normlarına uygun hale getirmek; hayatı kolaylaştırmak, ülke ve devletimizi “özgürlük ve güvenlik içinde rahat; Geleceğe güvenle bakılabilir, huzur içinde yaşanabilir, mamur ve müreffeh” bir konum ve birinci sınıf dünya devleti düzeyine çıkartmak.
Milli Ekonomiyi “İzmir İktisat Kongresi” ve 1923-1938 & 1950-1960 dönemi icraat ve yasal mevzuatı esas alınarak: “İnsan Odaklı, Sosyal Devlet ve Ekonomik Bağımsızlık esaslı” ulusal bir tabana oturtmak. Vergi adaletini temin ve tesis etmek, kamu çalışanlarını bütünüyle vergi mükellefi olmaktan çıkartmak... Milli Eğitim, Adalet ve Sağlık hizmetlerini ücretsiz kılmak.
Uluslar arası ilişki, antlaşma ve bağlantıları: “Mutlak mütekabiliyet esasına dayalı, eşit-adil ve sürdürülebilir şartlarda, karşılıklı menfaatleri koruyacak biçimde” revize etmek, 1958 yılından itibaren 60 senedir devam eden “AB katılım sürecini”, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AT) mevzuatına döndürüp eşitlerin birliği ilkesine uygun olarak ticaret anlaşmasına dönüştürmek.
Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Yasalarını revize edip; Milli Delege ve bütün seçilmişlerin denkliği ve yedekliği sistemini getirerek, “Temsilde Adalet ve Yönetimde İstikrar” sisteminin “asla kesintiye uğramadan” yürütülebilmesini sağlamak. Buna göre:
A-ANAYASA VE DEVLET SORUNU
Devletin demokrasi esaslarına göre çalışması cumhuriyet rejiminin özüne ve ilkelerine hiçbir zaman aykırı olmamak zorundadır. Ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi ve milli yapılanmalarını güçlendirecek bir milli idari reforma acilen gerek vardır. Ayrıca, I921 anayasasının uygulanması sırasında kurucu idarenin devletin taşra örgütünü denetlemek üzere tesis ettiği umumi müfettişlik kurumu yeni dönemde genel valilik olarak gündeme getirilerek, yerel yönetimler bakanlığı ile yerel yönetimler arasında bir uygulama köprüsü kurulacaktır.
Bu nedenle, acilen yeni bir kanun çıkartılarak bütün şehir uygulamalarına son verilecek ve Avrupa’da uygulanmayan yerel yönetimler özerklik şartının Türkiye’de kabulü ve hayata geçirilmesi kesinlikle önlenecektir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle birlikte, merkezi idarenin taşra örgütlenmesi de gündeme getirilecek milli idari reform sayesinde yeniden ele alınarak üniter devlet modeli çizgisinde güçlendirilecektir.
Yargı en üstteki yüksek organlardan en alttaki birinci derece mahkemelerine kadar her türlü siyasal baskı ve yönlendirmenin dışında hareket ederek, siyasal iktidarlar üzerinde hukukun denetimini kuracak; I961 anayasasında var olan çift meclis sistemi, siyasal iktidarın denetimi ve frenlenmesi için batı ülkelerinde olduğu gibi cumhuriyet senatosu yeniden tesis edilecektir.
Milli idari reform ile devlet yapısı daha da büyütülerek güçlendirilirken yeni bakanlıkların kurulmasına da öncelikle yer verilecek. Bunun için çeşitli bölgelerdeki etnik ve alt kimlikçi yapılanmalara karşı birliğin korunması doğrultusunda üst kimlik olarak Türklüğü benimsemiş vatandaşların devreye girerek, ülkede kopma eğilimlerine karşı denge kurmaları sağlanacaktır. Türklerin Türkiye’ye yeniden yerleşmeleri sağlanarak Türk toprakları ile Türk vatandaşları arasında kopmaz bağlarla yeni birliktelik devletin yeni bir yaklaşımı olarak geliştirilecektir.
Ankara merkezli yeni bir yapılanma planı sayesinde, Türklerin Türkiye’nin her köşesine yeniden dengeli bir biçimde yerleşmeleri sağlanarak, yeni kurulacak Göç Bakanlığı aracılığı ile iç ve dış göçler yolu ile yeni gelen insan topluluklarının ülkenin bütünleşmesine katkı sağlayacak düzeyde bir yeni yapılanmanın önü açılacak. Aynı bölgede kurulmuş olan Türk devleti de benzeri önlemleri alarak ülke ve devlet birliğini koruma hakkı kullanılacaktır. Zira üç kıta arasındaki merkezi alandaki emperyal gelişmeler ve nüfus hareketlerinin yeni devlet yapılanmalarını zorladığı için merkezi konumdaki Türk devletinin varlığını sürdürebilmek için kendini koruyucu önlemler alması sağlanacaktır.
B- ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA
Dünyanın orta alanındaki yeni devletleşme projelerine karşı, Türkiye’nin öncülüğünde bölge devletlerinin bir araya gelerek dayanışma içerisinde Avrupa Birliği ya da Afrika Birliği gibi, aynı yönde Merkezi Devletler Birliğinin oluşturulması sağlanmaya çalışılacak; İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu, ABD’nin Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail Projelerine karşılık, Türkiye Cumhuriyeti de kurucu önder Atatürk’ün yolundan giderek, bölgenin diğer önemli devleti İran ile bira raya gelerek yeni bir Sadabat Paktını “Merkezi Devletler Birliği” olarak ortaya koyacaktır..
Ayrıca ikinci Bakü Kongresi toplanacak ve soğuk savaş sonrası dönemde merkezi alandaki devletlerin bir araya gelerek kendi ve bölge güvenlikleri için bir bölgesel ittifakın temelleri atılacak. Bakü merkezli bölgesel ittifakta Türk-İran ortaklığının temelini oluşturacağı bir bölgesel birlik içinde Irak, Suriye, Azerbaycan ve Gürcistan gibi komşu ülkeler katılacak. Altı bölge devletinin oluşturacağı merkezi Devletler Birliğinde NATO benzeri bir güvenlik örgütlenmesi CENTO adı ile yapılandırılacaktır. Böylece ikinci kez merkezi devletler bir güvenlik örgütünün şemsiyesi altında toplanarak hem bölgesel teröre, hem de üçüncü dünya savaşı girişimlerine karşı çıkabileceklerdir.
Merkezi alandaki çekişmeler sonucu terör giderek bir üçüncü dünya savaşını tırmandırırken, Atatürk’ün ana ilkesi olan “yurtta ve dünyada barış” ilkesi bu kez komşular arasındaki iyi ilişki ve dayanışma sayesinde Orta Doğu bölgesinde istikrar sağlanacak. Böylece, doğu ve batıda oluşan sekiz büyük millet imparatorluğunun orta dünyayı ele geçirmelerini önleyecek bir büyük devlet yapılanması sayesinde merkezi alana sürdürülebilir barış getirilebilecektir.
Sovyetler Birliği zamanında dış dünyaya kapalı kalan Türk dünyası ile yakın ilişkilerin önümüzdeki dönemde öncelikli olarak ele alınacak ve Türkiye’nin doğru çizgide doğuya açılımının Türk dünyası üzerinden sağlanacaktır. Türkiye kesinlikle Türk dünyası üzerinden doğuya açılmalıdır. Türkiye dünyanın jeopolitik merkezinde yer aldığı bilinci ile hareket ederek doğu-batı ve kuzey-güney dengelerine dikkat etmek zorundadır. Türkiye AB’ne üye alınmayacağını bilerek Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirecek, Avrupa dengelerini Arap ve İslam ülkelerine karşı kullanabilecek düzeyde esnek bir diplomasi ile bulunduğu yerdeki güçlü konumunu koruyacaktır. ABD ile ilişkilerde Türkiye’nin hiçbir zaman askeri üs ya da sınır karakolu olarak kullandırılmayacak, savaş alanlarına piyon ya da taşeron olarak sürülmesine izin verilmeyecektir.
C - EKONOMİ VE MALİYE
Özelleştirme adı altında devletin mallarına el konulmasına son verilecek. Bu doğrultuda kamulaştırma işlemine başlanarak, yeniden devletin kendi ekonomik alanına egemen olması sağlanacak; Özelleştirme kurumu kapatılarak, kamulaştırma kurumu oluşturulacak ve devletin elinden alınan bütün Kamu Ekonomik Kurumları yeniden kurulacak; Halkın ihtiyaç duyduğu ve yokluğunu açıktan hissettiği her alanda, yeni bir Kamu İktisadi Kuruluşu teşkil edilecektir.
Haksız, adaletsiz ve aşırı dengesiz bir ekonomik gidişe karşı çıkarak bunu durdurmak bir ulus devletin öncelikli görevidir. Acilen servet dağılımı yeniden ele alınıp, toplum kesimleri arasındaki anayasal eşitlik ilkesine daha yakın bir bölüşme sistemi tesis edilecek ve Devletin sahip olduğu ekonomik değerlerin, halka eşit ve adil ölçülerde dağıtımı sağlanacaktır.
Küreselleşme aşamasında devre dışı bırakılan Devlet Planlama kurumu yeniden eski işlevine kavuşturulacak ve bu kurumun sağlayacağı kalkınma planları doğrultusunda yeniden planlı ekonomiye dönülecek; İzmir İktisat Kongresinde, devletin kuruluşunda kabul edilen ulusal ekonomi ilkesinin her türlü emperyal ekonomik plana karşı kararlı bir biçimde uygulamaya aktarılması gerçekleştirilecek ve Devlet vatandaşlarına gelecek güvencesi sağlayacaktır.
İMF ve Dünya Bankası tarafından uygulanan borçlandırma ve kredilendirme programlarına derhal son verilerek, ulusal çıkarlar doğrultusunda bağımsız ekonomiye dönülerek kölelik düzenine bir son verilecektir. Batılı ülkeler ile şimdiye kadar imzalanan ve Türkiye’yi bir sömürge durumuna düşüren gizli ikili anlaşmalara son verilecek; Eşit ilişkilere dayanan yeni ekonomik açılımlar dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerine karşı uygulama alanına getirilecektir.
Ayrıca, küresel kapitalizmin baskıları ile kapatılmış olan kamu bankaları yeniden açılarak, bankacılık sisteminin tekrar kamu bankalarının denetimi altına alınması sağlanacak; Başta Sanayi bankası Sümerbank, Konut bankası Emlakbank, maden bankası Etibank, Ticaret Bankası Türk Ticaret ve Oayakbank ile Denizbank yeniden kamu bankaları statüsünde kurularak, bankacılık sistemi, batılı emperyalistlerin sömürü aracı olmaktan kurarılacaktır.
Bu aşamada, Atatürk’ün bankası olan Türkiye İş Bankasının küresel sermayeye satılması önlenecek ve bankanın geleceğini güvence altına alacak yeni bir sistem geliştirilecektir. Özellikle ve önemle T.C. Merkez Bankasının statüsü yeniden belirlenecek ve bu bankanın sermaye yapılanmasının dış güçler tarafından kullanılması kesinlikle önlenecektir. Böylece, T.C. Merkez bankasının yeniden kurulmasıyla, hissedar konumundaki batılı emperyalist devletler ve şirketler, kurumun bünyesinden çıkartılacak:, Yüz yıllardır Türklerin elinde olan İstanbul kentinin, yeniden Bizans’a dönüştürülmesi planları doğrultusunda kurulmuş bulunan İstanbul borsası derhal kaldırılacak; Ankara yeniden Kuvayı Milliye’nin Ankara’sı olarak örgütlenerek, ekonomik bağımsızlık savaşı ile ulusal kurtuluş savaşı tamamlanmış olacak bu meyanda da ülkeyi bölmeyi ve geleceğin eyalet devletleri oluşturmayı hedefleyen Ekonomik Kalkınma Ajansları uygulamalarına son verilecektir.
Ülkemiz ekonomik alanda yüksek teknolojiye dayanan üretim düzenini “bağımsız ekonomisi için” acilen kurmaya mecbur olup; Avrupa Birliğine giriş sürecinde devre dışı bırakılan Türk tarımının yeniden ele alınarak ihya edilmesi zorunludur.
Uzay çağı ve geleceğin ekonomisindeki enerji ihtiyacını karşılayacak stratejik madenler, yeni bir ulusal madencilik projesi ile kamulaştırılacak ve sadece kamu yararına kullandırılacaktır.
Bağımsız bir ülkenin bütçesi ulusal gelir kaynakları ile yapılır. Tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti için, Türkiye’nin maliye ve ekonomisinin yeniden milli güçlerin denetimine ve Türk devletinin kontrolü altına girmesi temin edilecek; Ülke ekonomisinin güdümlü piyasalar üzerinden denetimine son verilerek, Türk halkının ulusal çıkarları doğrultusunda devlet merkezli bir uygulamaya geçilebilmesi için kamu sektörünün genişletilmesi sağlanacaktır.
D- EĞİTİM VE KÜLTÜR
Her ülke ve devletin kendi eğitim, öğretim ve kültürüne sahip çıkma, bunları yeniden üretme hakkı vardır. Bu hak gerektiği biçimde mutlaka kullanılacak; Türk ulusunun uluslaşma sürecinin tamamlanabilmesi için, Kültür Bakanlığının adı “Milli Kültür Bakanlığı” olarak değiştirilecek; Eğitim alanının bir kamusal alan olduğunun kabulü temin ve tesis edilecektir. Bunun benimsenmesi sonrasında eğitimin parasız olması ve toplumun her kesiminden gelen gençlere aynı düzeyde etkin ve kaliteli eğitim verilecektir. Türkiye cumhuriyetinin en önemli özelliklerinden birisi de eğitim birliğinin sağlanmasıdır. Gelişmiş batı ülkelerinde görüldüğü gibi, yaşam boyu eğitim programlarının geliştirilebilmesi için her şehir ya da ilçede yaşam boyu eğitim merkezleri kurulacaktır. Yüksek öğretim düzeni yeniden ele alınarak bugün gelinen aşamadaki bilgi düzeyi doğrultusunda yeniden bir değerlendirme yapılacak; Eğitimin yanı sıra kültür alanında da yeni atılımlar yapılacaktır.
E- SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK
Sağlık alanı insanların yaşam haklarını güvence altına aldıkları bir kamusal alandır. Sağlık ve yaşam haklarına uygun bir çizgide sağlık sektörünün yeniden güçlü bir kamusal alan olarak düzenlenecek; Devlet hastaneleri ile birlikte üniversite hastanelerine de el konularak bunların özelleştirilme görüntüsü altında Amerikan ilaç şirketlerinin kontrolü altındaki uluslar arası sağlık firmalarına devredilmeleri oyununa son verilecektir. Üniversite hastanelerinin yeniden rektörlüklere devredilerek tıp eğitim düzeninin yeniden kurulacak; Sağlıkta reformun, küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda değil, insan haklarının en üst düzeyde geliştiği bir aşamada sağlık hakkı doğrultusunda yeniden yapılandırılacaktır.
Koruyucu sağlık hizmetlerinin kişilere yönelik ya da çevreye yönelik olmak üzere iki başlık altında ele alınması ve zaman içerisinde gelişmeleri sağlanacak ve Türkiye’de giderek çevre kirliliğine sürüklenirken bir çevre makro planının acilen devreye sokulacak:, Dünyanın gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden birisinin Türkiye olması dikkate alınarak, devletin sosyal güvenlik hizmetlerine bu açıdan da önem vererek yaklaşmasına çalışılacaktır. Açlık sınırında yaşayan orta tabakalar ile işsizliğe mahkûm edilen emekçi kitlelerin bütün sosyal giderlerinin devlet tarafından sırtlanması zorunlu hale geldiği gerçeği dikkate anılarak gereği yapılacaktır.
Bir İslam ülkesi olmamıza rağmen, kadının toplumdaki yeri ve statüsü her zaman tartışma konusu olmakta, Kadının siyasette, sosyal hayatta ve bürokraside konumu güçlendirilerek, kadın çalışan sayısının artırılması sağlanacaktır. Zira Kadınları erkeklere muhtaç durumdan kurtaracak düzeyde iş ve çalışma olanaklarına kavuşturmak insani ve hayati bir zorunluluktur. Yasalar ve hukuk makamları önünde erkeklerle birlikte eşit koşullara sahip olan kadınların, erkeklere karşı korunmaları ile de ilgili önlemlerin alınması için gerekenler yapılacaktır.
F- HUKUK VE DİN
Hukuk ve din alanlarının birlikte ele alınmalarında, ülkenin ulusal çıkarları açısından büyük yarar vardır. Türkiye Cumhuriyeti de bir anayasal devlettir ve anayasaya dayanan bir hukuk düzenin üzerinde kurulmuştur. Bu nedenle Türk devleti öncelikle bir hukuk devletidir ve her türlü işlemi kesinlikle adalet ahlâkı ve hukuka dayanmak zorundadır. İnsanlık düşmanı, hak ve adalet karşıtı Küreselleşmenin getirdiği hukuk uygulamaları, hukuk alanına yeni katkılar getireceğine, tam tersini yapmış ve büyük tahribatlara yol açmış olmakla bunlar tamir, imar ve yeniden “İnsan hakları, adalet ve objektif hukuk normları doğrultusunda” inşa edilecektir.
Örneğin: Kamu denetçiliği kurumu, idari yargıya paralel bir yapılanma getirerek uygulamada düplikasyonlara yol açmıştır. Hakemlik uygulamaları ise, küreselleşme sürecinde karşı tarafı yabancı olan kesimlere yaramış; Arabuluculuk uygulamaları da bir anlamda devletin resmi hukukunu devre dışı bırakan özel hakemlik kurumuna dönüşme eğilimi göstermiştir. Her üç yeni kurum, küresel emperyalizm tarafından desteklenerek bütün devletlere empoze edilirken, yerleşik devlet yapılarının üretmiş olduğu ulusal hukuk dışlanmış ve denetçi, hakem ve de arabulucu kişiler üzerinden hukukun bireyselleştirilmesi sağlanmak istenmiştir. Hukuka bireyselleşmeyi getirerek ulus devletlerin hukuk yapılarına zarar veren bu üç kurumun bir an önce kaldırılarak, ulus devlet hukukuna geri dönülmesi gerekmektedir.
Türkiye’de hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin, hem Sünnilerin hem de Alevilerin yaşaması din ve mezhep çekişmelerine neden olduğu için, cumhuriyetin kurucuları laik devlet düzeni içerisinde sorunu çözmek istemişlerdir. Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili kanun yeniden düzenlenerek bu kurumun çatısı altında Dinler Yüksek Kurulu ile Mezhepler Yüksek kurulu gibi iki ayrı yüksek kurulun getirilmesi ve bu organlarda dinler ile mezheplerin ayrı ayrı temsilcilerinin katılması, ülkede yaşanmakta olan çekişme ve çatışmaların aşılması açısından yararlı olacaktır. Avrupa’da 2 bin yıl boyunca yaşanan din ve mezhep kavgalarının Orta Doğu’ya taşınması, üçüncü dünya savaşı tehlikesi nedeniyle kesinlikle önlenmelidir.
GÜNCEL SEBEPLER VE HAREKETİN DİĞER GEREKÇELERİ
Bu gün itibarıyla Devlet; Bütçesi dâhil bütün kurum ve kuruluşları ile rayından çıkmış, dış borçlar nedeniyle kamu varlığı ipoteklenmiş ve iflas etmiş bir görünümdedir. Her geçen gün borçlar artmakta, ülkenin üretim ve yatırım potansiyeli, giderek ithalata dayalı tüketim, lüks ve israf ile vahşi kapitalizmin Rant ekonomisine akmakta; Başta tarım, hayvancılık ve yerli sanayi olmak üzere, bütün alan ve sektörlerde üretim iflâs noktasına doğru sürüklenmektedir. Tahammül edilemez boyutlara varan Hayat Pahalılığı çekilmez ve dayanılmaz hale gelmekte, müzmin ve aşırı enflasyon kamçılanmaktadır. Üst üste gelen bunalım, buhran ve krizler, ülke şartlarını 1939 (İkinci Dünya Savaşı)’dan daha geriye götürmüş ve yeniden Atatürk’ün Halk Partisi ve kadim Demokrat Parti aranır mumla olmuştur.
Halk, dünyada yıllardır unutulan vahşi kapitalizm ve mevcut zihniyetin işbirlikçisi İnsanlık düşmanı emperyalizmin ve bunun doğal sonucu olan: Hayat pahalılığı, İşsizlik, Olağanüstü Hal yönetimleri, dikta, sulta ve enflasyonun pençesinde kıvranmaktadır. Boyutları her yıl büyüyen kayıt dışı ekonomi, aşırı vergi kaçakları ve adaletsiz vergi yükü Türkiye de haksız kazançları ve mafya-medya-siyaset sacayağını egemen kılmakta; İhracat hızla artan ithalatı takip edememekte ödemeler dengesinde cari açık büyümektedir. Bavul ve sınır ticareti ile Turizmden elde edilen döviz gelirleri tehlike sinyalleri vermekte, sıcak para girişinin seyri de buna eklenince, ülkemiz henüz bir kriz bitmeden diğerine sürüklenmektedir. Ülke, ekonomik-sosyal, siyasal, etnik, dinsel ve kültürel patlamalara açık bir hale getirilmiştir:
Gelir dağılımı hızla, tehlikeli bir biçimde bozulmakta, zenginler ve fakirler arasındaki uçurum artmakta, fakirlik ve işsizlik yaygınlaşıp derinleşmektedir. Ülkenin asırlarca barış ve mutluluk içinde birbiri ile ahenk halinde götürdüğü ekonomik, dini, etnik, sosyal ve kültürel çeşitlilik ve farklılıklar, bugün toplumda gerilim ve çatışma doğurabilecek boyutta kronik sorunlara dönüştürülmektedir. Sosyal Barış ve Huzuru tehdit eden kutuplaşmalar, aşırılıklar, sosyal çatışmalar, rüşvet, iltimas, adaletsizlik ve terörizm yaygınlaşmakta ve hızla derinleşmektedir. İnsanlarımızın birlikte ve bir arada var olma gelenek ve yetenekleri, birbirinin varlığını tehdit eder hale dönüşmüş bulunmaktadır.
Hızlı göç, savaş ve kriz alanlarından sığınmacı akını ve buna paralel çarpık yerleşme; Aç ve çıplak, işsiz-güçsüz yığınların işgali büyük yerleşim merkezlerinin korkulu rüyası olmuştur. Altyapısız ve düzensiz şehirleşme; Plânsız-programsız ve disiplinsiz yerleşme ile Ülkenin geleceği için büyük önem taşıyan eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sistemleri felce uğrayıp çökmüş ve çağın gerisinde kalmış olup; Şu hale nazaran ülke ve milletin geleceği için önemli ve ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Başta mevcut siyaset kurumları olmak üzere: Bazı devlet kurumu ve politika kuruluşlarının kadro, davranış ve yönetimlerine duyulması gereken güven kaybolmuştur: Bunların halktan kopuk, oligarşik bir görünüm kazandıkları kanaati derinleşmekte, geciken veya çalışmayan “Adalet ve Yargının” yerini çeşitli mafya, silâhlı güç ve şiddet kuruluşlarının aldığı, iddiaları yaygınlaşmaktadır. Ayrıca Türkiye Dış politikada gittikçe derinleşen bir yalnızlığa, yanlış tercih, basiretsiz teşebbüs ve tehlikeli mecralara sürüklenmektedir:
Zayıf ve yetersiz “Ülke Yönetimi”, “Siyasi İstikrarsızlık” ile Ekonomi, Sosyal yapı ve Rejim ile ilgili olarak sık, sık gündeme gelen bazı sorunların bunalım boyutlarına ulaşması, uluslar arası alanda dış itibarımızı riske etmekte ve zedelemektedir. Başta Yunanistan olmak üzere komşu ülkeler, Kıbrıs, Suriye, Irak, İran ile bazı Kafkas ve Balkan Devletleriyle aramızdaki sorunlar uzun yıllardır çözülememiş; Aksine (Suriye-Irak ve Yunanistan meselelerinde olduğu gibi) derinleşmiş ve yer yer kriz, bunalım ve buhranlara dönüşmüştür. Avrupa Birliğine girme çabalarımız, ulusal onurumuzla bağdaşmayan bir noktadadır. İslâm ülkeleri ile ilişkilerimizde ise geçmişteki yakınlıkla bağdaşmayan bazı önemli olumsuzluklar vardır. Türkiye Dış İşleri ve ilişkilerinde gittikçe derinleşen bir yalnızlığa yanlış ve tehlikeli mecralara itilmektedir. Medeni Dünya ile bütünleşip, entegre olma yolunda birinci sınıf devletler arasında yer alma istek ve gayretlerimiz ise neticesiz kalmakta ve sonuç alınamamaktadır. Bir zamanlar Ortadoğu’nun yükselen yıldızı diye gıpta edilen ve dikkatle izlenen ve büyük bir dünya devleti olma yoluna giren Türkiye bugün kısır siyasi kavgaların, çekişmelerin vizyon ve yetenekten yoksun, atıl ve yozlaşmış politikaların girdabında, üçüncü sınıf bir taşra devleti görüntüsü vermektedir.
Demokrasimiz insan hakları adalet ve hukuktan yoksun bir sürece sokulmuştur. Anti - Demokratik dayatma, insan haklarına aykırı ve hukuk dışı gelişmeler her gün biraz daha yaygınlaşmakta; Devlet memurları çağ dışı bir Mc Carthy zihniyeti ve yasal tariften yoksun sübjektif suçlamalarla korkunç bir kıyıma uğratılmakta:, Hiçbir objektif ve adil norm esas alınmaksızın sürdürülen kadrolaşma devleti zaafa düşürmekte; Kıdem, ehliyet ve liyakat riyakârca dışlanmaktadır. Devletin yönetim ve denetim kalitesi sürekli düşürülmektedir.
Medya’nın değerli pek çok yazar ve yorumcusu siyasal dayatmalarla susturulmuş, işlerine son verilmiş, yazar, ama-yazamaz hale getirilmiştir. Üniversitelerde uygulamaya kalkışılan usul-esas ve insanlık dışı kurallar çağdışı faşist yöntemlerin çirkin görünümlerini ülke gündemine getirmiştir. Sanayici, Üretici ve İş adamları inanç ve fikirleri nedeni ile ilerici-gerici, irticacı-laik, kırmızı veya yeşil sermaye diye kamplara bölünmekte, sadece fikirlerini ifade ettikleri için pek çok siyasetçi siyasi hayatlarını sona erdirebilecek ağır cezaların tehdidine maruz kalmaktadır.
En son “ittifak aldatmacası” ile yapılan Seçim ve Sandık Kurullarına dair değişiklikler, Milletin oy kullanma hakkı, seçim ve sandık güvenliğini bertaraf etmiş ve sandığın namusu tehlikeye sokmuştur. Sözde, Yeni Türkiye düzenine uyum adı altında torbalar dolusu kanun, kararname, tek yanlı, antidemokratik ve ceberrut idare tasarıları TBMM gündemindedir.
SONUÇTA:
Ülke ve Demokrasi, ekonomi, siyaset, sosyal hayat ve dış politika da derinleşen sorun ve bunalımlarla tıkanmıştır. Türk Milleti haksız yere aldatılmakta, uyutulmakta ve çok insafsızca sömürülmektedir. Görünürde müesses bir devlet vardır ama devlet aklı, umuru, bil-umum hak, imkân ve kaynakları siyasete, kifayetsiz muhterislerin hırs ve ihtiraslarına peşkeş çekilerek kurban edilmiş bulunmaktadır.
Şu hale nazaran ve kurulu partilerin muhalefet yapmaktan aciz kalmaları ve/veya haksızlık ve yolsuzluklarda iktidara ortak/işbirlikçilikle yanaşmaları, yandaş-yoldaş olmaları nedeniyle:, Türk Milletinin hukukun içinde ve mevcut adalet ve ahlâk kuralları dâhilinde karşı mücadele vermesi meşru ve hukuki bir hak; Halkın da bu teşebbüs içinde yer alması zorunlu bir vazife haline gelmiştir.
İşte,
“CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ”
bu nedenlerle kurulmak istenmektedir.

7 Kasım 2018 Çarşamba

ÖRNEK PROGRAM: "Tarihi ve Kadim (Gerçek) DEMOKRAT PARTİ PROGRAMI (07 Ocak 1946 tarihli Orijinal metin)"


DEMOKRAT PARTİ PROGRAMI
(07 Ocak 1946 tarihli Orijinal metin)
UMUMÎ PRENSİPLER
KURULUŞ AMACI

MADDE 1
Siyasî hayatımızın, birbirine karşılıklı saygı gösteren partilerle idaresi lüzumuna inanan Demokrat Parti, Türkiye Cumhuriyetinde demokrasinin geniş ve ileri bir anlayışla gerçekleşmesine ve umumî siyasetin demokratik bir görüş ve zihniyetle yürütülmesine hizmet maksadı ile kurulmuştur.
EN UYGUN DEVLET ŞEKLİ CUMHURİYETTİR
MADDE 2
Partimiz demokrasi esaslarına en uygun devlet şeklinin Cumhuriyet olduğuna kanidir.
MADDE 3
Partimiz, demokrasiyi, millî menfaate ve insanlık haysiyetine en uygun bir prensip olarak tanır ve Türk milletinin siyasî olgunluğuna inanır.
DEMOKRASİ PRENSİBİ
MADDE 4
Geniş ve ileri manası ile demokrasi, bütün millet faaliyetlerine millî iradeyi ve halkın menfaatini hâkim kılmak, yurttaşın ferdî ve içtimaî bütün hak ve hürriyetlerine sahip olmasını gerçekleştirmek, yurttaşlar arasında hukuk eşitliğini, menfaatlerde ahengi sağlamaktır.
İÇTİMAİ ADALET VE İNSANİ TESANÜD PRENSİPLERİ
NADDE 5
Aile ve mülkiye esaslarına dayanan Türk Cemiyetinde, içtimaî adalet ve insanî
Tesanüt prensiplerinin millî vicdanda kökleşmesi ve tatbikatta geniş yer bulması için çalışmayı vazife biliriz. İnsanlık haysiyetinin korunması için çalışmak isteyen her işsiz yurttaşa iş bulunmasını, ihtiyarlık, hastalık ve sakatlık gibi hallerde yurttaşların yardım görmelerini demokrat bir cemiyetin başlıca hedeflerinden sayarız.
İÇTİMAİ İŞ BÖLÜMLERİNDE AHENK TESİSİ
MADDE 6
İçtimai iş bölümünün tabii neticesi olarak çiftçilik, işçilik, tüccarlık, sanayicilik, avukatlık ve memurluk gibi, yurttaşların teşkil ettikleri iş ve çalışma zümrelerinin karşılıklı münasebet ve menfaatlerinin umumî menfaat çerçevesi içinde içtimaî adalet ve insanî tesanüt prensiplerine uygun olarak ahenkleştirilmesi lüzumuna ve imkânına inanıyoruz.
İÇTİMAİ VE İKTİSADİ SAHALARDA
TEŞKİLÂTLANMA
MADDE 7
Umumî hayata her bakımından muvazeneli ve ahenkli bir gelişmenin sağlanması için, yalnız siyasî partiler kurulmasını, yani, sadece Siyasî sahada teşkilâtlanması ve daha şuurlu bir birliğin tecellisi için işçilerin, çiftçilerin, tüccar ve sanayicilerin, serbest meslekler mensuplarının.; Memur ve Muallimlerin, yüksek öğretim talebesinin, içtimai ve iktisadi maksatlarla cemiyetler, kooperatifler ve sendikalar kurmalarını gerekli buluyoruz.
Bütün bu meslek ve tesanüt teşekküllerinin, manevi şahsiyet olarak her türlü siyasi tesir ve maksatlar dışında kalmaları şartıyla, İşçi Sendikalarının grev hakkının tanınması fikrindeyiz.
İNSANLIK ANA HAKLARININ KORUNMASI
MADDE 8
Partimiz, insanlık haysiyetine ve bu haysiyetin ancak insanlık ana haklarının teminat altında bulunmasıyla korunabileceğine inanır ve bütün devlet mevzuatında bu prensibe aykırı hükümler bulunmamasına dikkat etmeği başlıca vazife sayar.
MİLLİ İRADENİN TAM TECELLİSİ
MADDE 9
Millî iradenin tam tecellisi, seçimlerin her türlü müdahaleden ve serbest olarak gizli rey ile yapılmasına ve siyasî partilerin eşit haklara sahip bulunmalarına bağlıdır. Seçimlerin serbestliğini bozacak hareketleri, millî hâkimiyete karşı işlenmiş bir suç addederiz.
TEK DERECELİ SEÇİM
MADDE 10
Millet Vekilliği seçimlerinin tek dereceli olmasını, seçim kanunumuzda, bu esası ve yurttaşın seçme ve seçilme haklarını daha geniş emniyet altına almak maksadı ile değişiklikler yapılmasını lüzumlu görmekteyiz.
DEVLET MEMURLARI SİYASİ FAALİYETTE BULUNMAMALIDIRLAR
MADDE 11
Devlet memurlarının, seçimlere iştirak dışında, hiç bir siyasî faaliyette bulunmamaları ve siyasî partilere girmemeleri lüzumuna kaniiz. Yalnız yüksek öğretim mensupları mesleklerinin mahiyeti itibarıyla bundan ' müstesnadırlar.
KANUN DIŞI SAYILMASINI İSTEDİĞİMİZ SİYASİ TEŞEKKÜLLER
MADDE 12
Memleketimizin istiklâlini veya toprak bütünlüğünü bozmayı, yurttaş ana haklarını kayıtlamayı gaye edinen veya memleket dışındaki siyasî teşekküllere bağlı olan siyasî cemiyet ve partilerin kanun dışı sayılmasını isteriz.
MİLLİYETÇİLİK TELÂKKİMİZ
MADDE 13
Yurttaşlar; arasında müşterek bir tarihin yarattığı kültür ve ülkü birliğine dayanan ve her türlü ayırıcı temayülleri reddeden bir milliyetçilik telakkisine bağlıyız.
Partimiz, bütün yurttaşları, din ve ırk farkı gözetmeksizin Türk sayar ve Türk olmanın haklarına sahip tanır.
Kanunî vazifelerini yerine getiren her ferde iyi bir yurttaş gözüyle bakarız. Bu ana görüşlerin tatbikatta da yer bulmasına dikkatle çalışacağız.
Eğitim ve öğretim müesseselerimizi böyle bir milliyetçilik idealinin tahakkukunda vazifeli saymaktayız.
LÂİKLİK ANLAYIŞIMIZ
MADDE 14
Partimiz, lâikliği, devletin din ile hiç bir ilgisi bulunmaması ve hiç bir din düşüncesinin kanunların tanzim ve tatbikinde müessir olmaması manasında anlar ve Lâikliğin din aleyhtarlığı şeklindeki yanlış tefsirini reddeder.
Din hürriyetini diğer hürriyetler gibi, insanlığın mukaddes haklarından tanır.
DİNİ TEDRİSAT
Gerek dini tedrisat meselesi ve gerekse din adamlarını yetiştirecek müesseseler kurulması hususunda mütehassıslar tarafından esaslı bir program hazırlanması zaruridir. Üniversite içinde yer alacak İlâhiyat Fakültesi ve ilmi mahiyette mümasil müesseseler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu kabil müesseseleri gibi muhtar olmalıdır.
Dinin siyaset aleti olarak kullanılmasına, yurttaşlar arasında sevgi ve tesanüdü bozacak şekilde propaganda vasıtası yapılmasına, serbest tefekküre karşı taassup duygularını harekete getirmesine müsamaha olunmamalıdır.
İNKILÂPÇILIK ANLAYIŞIMIZ
MADDE 15
Partimiz, inkılâpçılığı, daima değişen dünya ve memleket şartları karşısında hayatın dinamizmine sür'atle uymak, Türk milletini her bakımdan ileri bir seviyeye eriştirmek ve geçmişten, kalan geri ve zararlı gelenekleri her sahada kökünden tasfiye etmek için gereken bütün hamlelerin hemen tatbike konulması manasında anlar.
HALKÇILIK ANLAYIŞIMIZ
MADDE 16
Halkçılığı, hiç bir şahsa veya zümreye imtiyaz tanımamak, kanunlarda ve memleket idaresinde halkın menfaatlerini korumak manasında anlıyoruz. Hükümet ve idare, halktan, hakla beraber ve halk için olmalıdır.
DEVLETÇİLİK ANLAYIŞIMIZ
MADDE 17
Devletçiliği, iktisadî alanda uzun zamandan beri devam eden boşluğu biran evvel doldurmak; iş hacmini genişleterek yurttaşların geçim ve refah seviyesini yükseltmek için, devletin, gerek doğrudan doğruya iktisadî faaliyetlere girişmesi, gerekse nizamlama, teşvik ve yardım yolları ile hususî teşebbüs ve sermayenin umumi menfaate en uygun şekilde ve sür'atle gelişmesinde vazife alması, manâsında anlıyoruz.
Özel teşebbüs ve sermaye faaliyeti ve tasarruflarının devlet tarafından nizamlanması, özel teşebbüs menfaatleri ile genel menfaatin telifi ve korunması zaruretinden ileri gelmektedir. Bizim devletçiliğimiz iktisadî şartlarımızın ve ihtiyaçlarımızın çizdiği yoldur.
DIŞ POLİTİKAMIZ
MADDE 18
Dış politikamız, milletlerin hukuk eşitliğine, milletler arası siyasî, iktisadî ve kültürel iş birliğine, kolektif güvene, iyi komşuluk münasebetleri esasına dayanmalıdır.
Millî varlığın ancak millî kuvvetlerle korunabileceği kanaatine bağlı kalmakla beraber, milletler birliği gayesini hedef tutacak barışçı ve açık bir dış siyasetin, memleket menfaatlerine en uygun bir realist yol olduğuna inanıyoruz.
İÇ İŞLERİMİZ
MADDE 19
İç işlerinde, hükümeti ve teşkilâtını, halkın dışında ve üstünde bir varlık değil; Sadece, halk tarafından amme vazife ve hizmetlerini görmek üzere kurulmuş, bir idare cihazı saymak, esaslı bir prensibimizdir. İyi bir idarenin gayesi, devletle bütün muamele ve münasebetlerinde yurttaşa tam bir emniyet verebilmektir.
Memurlara verilen kanunî salâhiyetlerin, idarî otorite temini bahanesi ile keyfî olarak kullanılması temayüllerini önlemeyi vazife edineceğiz.
İyi bir idare cihazı kurabilmek için vazifenin icap ettirdiği salâhiyetle mesuliyet hudutlarını kesin olarak tayin eylemek şarttır. Bütün salâhiyetlerin mahdut ellerde toplanması ve mesuliyetin zaafa uğraması neticelerini doğuran bürokratik zihniyet ve usullerin terki lüzumuna kaniiz.
MAHALLİ İDARELER
BELEDİYE VE İL GENEL MECLİSLERİNİN GENİŞ YETKİLERLE TECHİZİ
MADDE 20
İllerin özel ihtiyaçlarını yerinde görüp karşılamak ve halkın idareye iştirak ettirilmesi prensibini tahakkuk ettirmek maksatları ile kurulmuş olan il Genel Meclisleriyle Özel İdare ve Belediyeler bütün vazifelerinin ifasında ve bütçelerini tanzim ve tatbik hususlarında ve diğer bütün vazifelerinin gereken genişlikte yetkilerle teçhiz olunmalıdır.
İllerde idare âmirlerine ve memurlarına verilen, yetkilerin de genişletilmesini, yine işlerin yerinde görülmesi ve süratle yürütülmesi bakımından, lüzumlu görmekteyiz.
UZUN VADELİ ÇALIŞMA PLÂNLARI HAZIRLANMALIDIR
MADDE 21
İl Genel Meclisi ve Belediyeler, beşer senelik çalışma plânları tanzimine sevk edilmeli ye bu plânlar merkezde, mahallî idarelere yol göstermek vazifesiyle kurulacak bir teknik büronun evvelden tetkikine tabi tutulmalıdır. Şehir sınırları içindeki kara ve deniz taşıt vasıtalarının ve diğer ticari mahiyette umumi hizmet işletmelerinin belediyelere, devrini tabii buluyoruz.
DEVLET HAYATINDAKİ ÇALIŞMALAR, SİYASİ TESİRLER DIŞINDA KALMALIDIR.
MADDE 22
Devlet hayatında, bütün idare şubelerimiz için, siyâsî tesirler dışında ihtisas heyetlerince umumi plân ve programlar hazırlanmasını ve bunların usul dairesinde kanunlaştırılmasının lüzumlu görmekteyiz.
DEVLET MEMURLARININ DURUMU ÜZERİNE GÖRÜŞLER
MADDE 23
Devlet vazifelerinin günden güne artması ve devletin siyasî ve idarî bünyesinde iktisadî karakterin daha belirgin hale gelmesi yönündeki gelişme, memur meselesini umumî bayatın çetin bir meselesi haline koymuştur. Memurların, her şeyden evvel halka hizmet duygusu taşımaları, vazife ve mesuliyet hislerine bağlı, ehliyet ve ihtisas sahibi olmaları şarttır.
Bu hususların sağlanması için, bilhassa şu esaslar üzerinde önemle durulmasını gerekli buluyoruz
a) Memurların hal ve atilerinin emniyet altına alınması; aylıkların, memur ve emeklileri geçim kaygısından kurtaracak dereceye getirilmesi.
b) Memurların tayin, terfi, cezalandırılmaları hususlarının, takdirden ziyade, objektif usul, kural ve kaidelere bağlanması.
c) İhtisas ve diploma hakları mahfuz kalmak şartıyla, mesleki kabiliyet ve ehliyetleri olduğu takdirde, tahsil durumları nazara alınmaksızın bilumum amme hizmetlerinde çalışan vatandaşlara derecelerini tamamlamak suretiyle yükselme imkânlarının sağlanması.
ç) Çocukların okutulmasında memurlara kolaylıklar gösterilmesinin usulleştirilmesi.
MEMURLARIN TERFİİ
MADDE 24
Bütçemizin büyük bir kısmını memur ve emekli aylıkları teşkil ettiğinden, memurlarımızın terfii meselesi, sayıca az ve fakat yüksek vasıflı ve verimli memurla iş görmek prensibinin tatbikine bağlı bulunuyor. Bu, idare cihazının daha rasyonel bir görüşle tanzimi ve memur sayısını arttırma yönündeki temayüllerin kesin olarak önüne geçilmesini zaruri kılmaktadır.
MADDE 25
Amme hizmetlerinin ifası sırasında doğrudan doğruya veya vasıtalın olarak yapılan her türlü suiistimalleri, ehemmiyette takip ederek, sür’atle intaç etmeyi vazife biliriz.
HÜKÜMET İŞLERİ; ADALET İŞLERİ
TEK YARGI CİHAZI
MADDE 26
Bir memlekette Adalet işlerinin görülmesi, millî iradenin ifadesi olan kanun hükümlerinin yerine getirilmesi demek olduğundan; bu işin aynı mercie bağlı bir tek yargı cihazı ile ayni kaza birliği usulüne göre sağlanması lüzumuna inanıyoruz.
YARGI ELEMANLARININ TERFİHİ
MADDE 27
Yargı işini görmekte olan elemanların yaşama şartlan bakımından uygun bir refah seviyesi içerisinde bulunmaları esastır. Bu itibarla, yargıçlarımıza ve mahkemelerimizin yardımcı unsurları mevkiindeki mahkeme kalemleri memur ve kâtiplerine kolayca yaşamalarını sağlayacak imkânı ve vasıtalar bulunmalıdır.
Anayasanın 56. maddesinde gösterildiği üzere, özel ödenek kanunları yapılarak kendilerine refah ve güvenlik getirecek çare ve tedbirler alınmalıdır.
KAZA MAHKEMELERİ
MADDE 28
İlk mahkemelerde tek hâkim sistemi asıldır. İlk mahkemelerle Yargıtay arasında ikinci bir kaza kademesinin kurulmasını, partimiz, adalet için yeni bir teminat sayar.
ADALETİN SAĞLANMASINDA KOLAYLIK
MADDE 29
Adaletin sağlanması, ucuz; kolay ve ayni zamanda süratli olmalıdır.
Bu gayeleri, zamanımız icaplarına ve memleketimizin sosyal ve ekonomik şartlarına uygun olarak gerçekleştirmek emelindeyiz. Bunun için de usul kanunlarımızda değişiklikler yapılacaktır.
MADDE 30
Adalet cihazlarımızı meydana getiren mahkemelerimizin derli toplu bir kuruluş sistemine bağlanması lâzımdır. Mahkemelerimiz dereceler, görevler ve yetkiler itibariyle muntazam /bir düzene göre kurulmalıdır.
TEVKİF VE CEZA EVLERİNİN AYRILMASI
MADDE 31
Suçtan sanık olanlarla, suçlu oldukları için ceza çekmekte olanlar ayni yerde tutulamazlar. Bu sebeple tevkif evlerinin ceza evlerinden ayrı kurulması zaruridir. Ceza evlerinin, insanlığa yakışır şartlara uygun olarak düzenlenmesi icap eder. Sağlık, sosyal ve medenî şartları bakımından ceza evlerinin, ceza çekenleri manen yok etmemesi ve cemiyete uslanmış ve yükselmiş birer vatandaş olarak iade etmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır.
ÇOCUK SUÇLULAR VE ISLAH EVLERİ
MADDE 32
Çocuk suçluların, özel bir ihtimam ve bakım ile yargılanmaları için, büyük şehirlerden başlayarak özel mahkemeler kurulmasını ve cezalarını çekeceklere ayrı ıslâh evleri açılmasını lüzumlu görmekteyiz.
HAK’A EN KISA YOLDAN VARMA İMKÂNLARI SAĞLANMALIDIR
MADDE 33
Hakkın fiili olarak yerine getirilmesi, mahkemece verilen kararın çıkması için geçen zamandan çok daha kısa bir zamanda gerçekleşebilmelidir. Bunu temin için de, icra usullerinde lüzumsuz sürüncemeleri önlemek ve hakka en kısa yoldan varma imkânlarını sağlamak lâzımdır.. Partimiz, bu maksatları elde etmeğe elverişli bulunan tekmil kanun tedbirlerinin alınmasına çalışacaktır.
MİLLİ EĞİTİM İŞLERİ
MİLLİ EĞİTİMDE “EĞİTİM VAHDETİ”
MADDE 34
Maarif sistemimizde Millî Eğitim ve öğretim vahdeti prensibi taraftarıyız.
MİLLİ EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN YURT İHTİYACINA GÖRE TANZİMİ
MADDE 35
Umumî ve meslekî eğitim ve Öğretim; yurt ihtiyaçlarını karşılayacak umumî bir plana göre tanzim edilmeli ve gelecek nesillerin; Yalnız ilim ve teknik bilgi ile değîl, milli ve insani manevi kıymetlerle de teçhizine çalışılmalıdır.
İLÖĞRETİMDE SEVİYE BİRLİĞİ
MADDE 36
İlk öğretim, maârif sistemimizin temelini teşkil etmektedir. Bütün ilkokul öğretmenlerinin aynı ruha ve aynı seviyede bilgiye sahip olmaları esasının göz önünde tutulmasını, bunlar arasında farklı zümrelerin teşekkülüne meydan verilmemesi bakımından, lüzumlu görmekteyiz.
ORTA TAHSİL KURUMLARINDA İSLÂH VE TAKVİYE
MADDE 37
Orta tahsil kurullarını, gerek program ve talimatname, gerek laboratuar ve kütüphane gibi öğretim vasıtaları bakımından ıslah ve takviyeye muhtaç görmekteyiz. Yüksek Öğretime basamak olan liselerin, bu maksadı sağlayacak duruma getirilmeleri lâzımdır.
TEKNİK ÖĞRETİM KURUMLARI VE EKONOMİK KALKINMAMIZDAKİ ROLÜ
MADDE 38
Muhtelif derecelerdeki teknik öğretim kurumlarını yurdun her tarafına yaymak yönündeki çalışmaları, eğitim ve öğretim cihazımızın ekonomik kalkınmamızda da Vazife alması bakımından, yerinde bulmaktayız. Bu çalışmaların iktisadi ihtiyaçlarımıza göre ayarlanmasını lüzumlu görmekteyiz.
YÜKSEK ÖĞRETİM KURULLARININ TAKVİYESİ
MADDE 39
Yüksek öğretim meselesinde keyfiyete önem verilmesi lüzumuna kaniiz. Bütün yüksek öğretim kurumlarımızın bu esasa göre takviyesini ve Garp da ki benzerleri seviyesine eriştirilmesini istiyoruz.
ÜNİVERSİTELERİ MUHTARİYETİ
Üniversiteler, ilmî ve idarî muhtariyete sahip olmalıdırlar.
Muhtelif ilim şubelerinde, çalışmak üzere, üniversite içinde, araştırına enstitüleri kurulmasını ve memlekete ait araştırmalara bilhassa önem verilmesini istiyoruz.
HER TÜRLÜ FİKİR HAREKETLERİ, SİYASİ VE İDARİ TESİRLERDEN UZAK KALMALIDIR.
MADDE 40
İlmin, tekniğin, güzel sanatların sür’atle gelişmesini sağlamak için bütün, vasıta ve tedbirlere başvurmak, bu cümleden olarak ehliyet ve istidatları teşvik etmek, Kütüphaneler, Müzeler, Tiyatrolar, Konservatuarlar kurmak, ciddi neşriyata yardımda bulunmak.
Türk dilinin millî bünyesine uygun olarak süratle gelişmesi yolundaki çalışmalara yardım etmek, kısaca, yurdumuzda millî ve insanî kültür seviyesinin yükselmesini sağlayacak her faaliyeti desteklemek, kanaatimizce devletin başlıca vazifelerindendir. Ancak ilmin, sanatın ve türlü fikir faaliyetlerinin siyasî ve idarî müdahalelerden uzak kalmasını, demokrasinin değişmez bir esası olarak kabul ediyoruz.
ÖĞRETMENLERE TERAKKİ VE TEMAYÜZ HAKKI
MADDE 41
Kabiliyet ve kudreti müsait olduğu takdirde, bir ilkokul Öğretmeninin, öğretim derecelerini tamamlayarak, üniversite profesörlüğüne kadar yükselmesine imkân sağlanmalıdır.
DOĞU BÖLGEMİZDE KÜLTÜR MERKEZLERİ KURULMALIDIR
MADDE 42
Doğu bölgesinde, her derece ve şubede okulları ve nihayet Fakülte ve Enstitüleri ile kültür merkezleri kurmak lüzumuna inanıyoruz.
İKTİSADİ SAHADA ÖZEL TEŞEBBÜS VE SERMAYENİN MEVKİİ
Sanayi işleri:
MADDE 43
İktisadî hayatta özel teşebbüs ve sermayenin faaliyeti esastır.
Onun için hususî teşebbüs ve sermayeye serbestlik ve güvenle çalışmak şartları ve yeni, yeni iş sahaları sağlanmalıdır.
Faaliyet sahaları iyice hudutlanmak şartıyla, özel teşebbüslerle devlet teşebbüslerinin yekdiğerine engel olmadan ve karşılıklı yardım suretiyle bir birini tamamlayıcı bir ahenk içinde, çalışmalarının hem mümkün ve hem de faydalı olduğuna inanıyoruz.
DEVLET İKTİSADİ FAALİYETLERİNİN HUDUTLARI TAYİN VE İLÂN OLUNMALIDIR
MADDE 44
Özel teşebbüs ve sermayenin istikrar ve güvenle çalışması bakımından devlet iktisadî faaliyetlerinin hudutları kesin olarak belirtilmelidir. Bunun için:
a) Devletin ele alacağı işlerin uzun vadeli umumî bir plâna bağlamak suretiyle önceden herkesçe bilinmesi imkânının temini,
b) Devletin iktisadî hayatı tanzim yolunda alacağı tedbirler ile Gümrük, Tekel ve para politikası gibi iktisadî hayatla sıkı sıkıya ilgili konularda takip edilecek ana istikametlerin, yine herkesçe bilinmek üzere, önceden tayin ve ifadesini, lüzumlu görmekteyiz.
DEVLET İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİNİN MAHİYETİ
MADDE 45
Devletin doğrudan doğruya girişeceği iktisadî teşebbüsler şu mahiyette olmalıdır.
a) Özel teşebbüs ve sermayenin yetip erişemiyeceği, yahut yeter ve yakın kâr görmediği için girişemeyeceği, fakat, bütün ekonomik faaliyetlere müessir olacak ve memleket müdafaasını sağlayacak mahiyetteki teşebbüslere girişmek; bilhassa ana sanayii ve büyük enerji santralarını kurmak, bugün olduğu gibi demiryolu, liman, su işleri yapmak; büyük taşıt vasıtaları inşa etmek ve işletmek.
b) Milletin, gelecek nesillere de şâmil, daimî, menfâatleri bakımından devlet elinde bulunması, daha faydalı olan büyük Maden ve Orman işlenmeleri kurmak.
Devlet, girişeceği iktisadî işlerde, kazanç Maksadından ziyade, benzeri özel işletmeleri sarsmamak kaydiyle millî ekonominin gelişmesi ve halk ihtiyarlarının karşılanması gayeleri ile hareket eder.
c) Devlet işleriyle, benzeri özel işletmeler hiçbir surette birbirinden farklı muamele ve şartlar altında bulundurulmamalıdır.
DEVLET İKTİSADİ FAALİYETLERİNİN DÜZENLENMESİ
MADDE 46
Devlet iktisadî faaliyetleri; düzenlemek yolunda alacağı tedbirlerde, iktisadî hürriyetini ortadan kaldıran fiilî inhisarları, milli emek ve sermayenin israfını, umumî menfaate ve içtimaî adalete aykırı istismarları önlemek gibi maksatlarla hareket eder.
SANAYİİN TEŞVİK VE HİMAYESİ
MADDE 47
Memleketin ham maddesini kullanan, halkın zaruri ihtiyaçlarını karşılayan, geniş işçi zümrelerine geçim sahaları sağlayan, dünya piyasalarına göre de rantabl olan sanayii ile, umumiyetle ziraat sanayii ve küçük sanayiden millî ekonomi bakımından himayeye muhtaç görülenler ve halkın bilhassa köylümüzün boş zamanlarını kıymetlendiren el sanatları, devletçe himaye ve teşvik olunmalıdır. Bu esaslara göre tanzim edilecek bir “Sanayii Teşvik Kanunu” projesini Yüksek' Meclise sunmak kararındayız.
Sanayimizin kuruluş ve işleyişinde “En iyiyi, en ucuza maletmek” hedefini daima göz önünde bulundurmak icabeder.
DEVLET İŞLETMELERİNİN, ÖZEL TEŞEBBÜSLERE DEVRİ
MADDE 48
Devlet tarafından kurulan ve programın 45. maddesinde yazılı vasıfları haiz olarak tesis edilmiş bulunan Devlet İktisadi Teşebbüsleri ve İşletmecilerinin dışında kalan devlet işletmeleri elverişli şartlarla özel teşebbüslere devredilmelidir.
BALIKÇILIK TİCAET VE SANAYİİNİN İNKİŞAFI
MADDE 49
Milli servetimiz olan ve memleket için büyük faydalar vaad eden balıkçılığı ve her çeşit balık sanayi ve ticaretinin inkişafını sağlamak ele alacağımız mevzulardandır.
İKTİSADİ DEVLET TEŞEKKÜLLERİNDE RANDIMAN VE RANTABİLİTE
MADDE 50
İktisadî devlet teşekküllerinde verimlerin geniş ölçüde arttırılmasının ve masraflarının mühim nispetlerde azaltılmasını mümkün görmekteyiz. Bu teşekküllerin idaresinde randıman ve rantabilite hesap ve esaslarına ve basiretli bir tüccar gibi hareket prensibine sıkı sıkıya bağlanmakla bu hedefe varılabileceğine inanıyoruz.
Bu maksatla iktisadî devlet teşekkülleri idare ve murakabesinin, daha ileri ve bu müesseselerin özelliklerine daha uygun bir şekilde tanzimini ve kanunda değişiklikler yapılmasını zaruri görmekteyiz.
TEKEL İŞLERİ:
TEKEL FABRİKALARININ HUSUSİ TEŞEBBÜS VE SERMAYEYE DEVRİ
MADDE 51
Varidat temini gayesiyle tesis edilerek, bizzat Devlet tarafından işletilmek suretiyle memlekette iş hacmini daraltan, hayatı pahalılaştıran Tekel fabrikalarının elverişli şartlarla hususi teşebbüs ve sermayeye devrine taraftarız.
Mahiyetleri itibariyle devlet ve amme iktisadî teşebbüslerimden olan, Tekel idaresinin şarap, tütün ve sair fabrika ve işletmeleri gribi, iktisadî teşebbüslerin, 3460 sayılı kanunun teşkil ettiği iktisadî Devlet Tevekkülleri topluluğu; içerisine alınmasını tabii ve faydalı buluyoruz.
İKTİSADİ İDARE CİHAZI, TİCARİ ZİHNİYETLE İŞLETİLMELİDİR
MADDE 52
Devletçilik politikasının devlete yüklediği her türlü ekonomik vazifelerin lâyıkıyla başarılabilmesini, iktisadi idare cihazının iktisadi ve ticari zihniyete ve esaslara göre işletilmesine bağlı görmekteyiz.
TİCARET İŞLERİ
PİYASALARDA EMNİYET VE İSTİKRAR
MADDE 53
Piyasalarda emniyet ve istikrarın sağlanması şarttır. Kat'î zaruret olmadıkça piyasalara karışılmamalıdır. Bu alanda devlete düşen en önemli vazife, rekabetin ortadan kalkmasını veya daralmasını önlemeğe çalışmak olmalıdır.
YAŞAM STANDARDI TABİİLEŞTİRİLMELİDİR
MADDE 54
Türlü sebeplerden ileri gelen hayat pahalılığı, yalnız dar ve sabit gelirlilere zarar veren bir dert olmakla kalmamış, bütün istihsal maliyetlerini arttırmış ve milletlerarası piyasaya uymak zorunda kalan dış ticaretimizi güçleştirmiştir.
Devletin ilgili cihazları, çalışmalarını bu mesele üzerinde toplayarak, iktisadî ve malî hayatın
türlü safhalarında gereken tedbirleri almak suretiyle, yaşama standardı tabiileştirilmeğe çalışılmalıdır.
PARAMIZIN KIYMETİ
MADDE 55
Paramızın kıymetini, serbest piyasa döviz kıymetleriyle memleketimizin iktisadî ve malî durumuna en uygun şekilde ayarlamak ve bu esas üzerinde tam bir istikrar sağlamak (için dikkat etmek ve kararlı olmak gerektiği) zarureti karşısındayız.
Bu yolda gereken tedbirler bir an evvel alınmalıdır.
ZİRAİ KALKINMA
TARIM İŞLERİ:
MADDE 56
Ziraat, millî gelirin en geniş kaynağını teşkil ettiğine ve nüfusumuzun yüzde sekseni ziraatla geçindiğine göre, ziraî kalkınmanın memleket kalkınmasının temeli olacağından yana şüphe yoktur. Bu sebeple, devlet gayretlerinin “Topraktan bol, iyi ve ucuz mahsul almak” hedefinde toplanmasını zaruri görmekteyiz.
ZİRAİ MAHSULÂTIN DEĞERLENDİRİLMESİ VE İSTİHSALİN ARTTIRILMASI
MADDE 57
Memleketimizde ziraat, diğer istihsal şubelerine nispetle, emek ve masrafa en az karşılık getiren iştir. Ziraatta maliyet ve satış fiyatları arasındaki fark, asgarî derecededir. Çiftçinin sattığı, satın-aldığı maddelere nispetle ucuzdur.
Maliyetlerin yükselmesinde tesiri olan amillerle mücadele etmek, diğer taraftan, zirai mahsullerimizin iç ve dış Pazar şartlarının iyileştirme çarelerini aramak yollarıyla, çiftçiyi bu günkünden daha çok kazanır ve daha fazla istihsal yapar hale getirmek, en esaslı gayelerimizdendir.
ÇİFTÇİNİN DONATIMI
MADDE 58
Ziraatımız, âlet, çift hayvanı, makine ve sair vasıta bakımlarından yoksul olduğu gibi, iyi tohum, ilâç ve saire ihtiyaçları da karşılanmış olmaktan uzaktır. Çiftçimizin donatımı işi, zirai kalkınmamızın başlıca konusudur. Bundan başka, çiftçimizi, işine yarayacak teknik bilgi ile teçhiz etmeğe ve istihsal metotlarımızı ıslaha ve daha verimli hale getirmeğe mecburuz. Bütün bu ihtiyaçları memleket ölçüsünde karşılayacak tedbirlerin süratle alınmasına çalışacağız.
ZİRAİ KREDİNİN ARTTIRILMASI
MADDE 59
Ziraî kredi, istihsal hacmiyle mütenasip ve istihsali sür'atle arttırmada esaslı âmil olabilecek -miktar ve mahiyette olmalıdır. Bu bakımdan Ziraat Bankasının faaliyeti ve sermayesinin arttırılması meselesi üzerinde Önemle durulmak lâzımdır. Ayrıca, kooperatifleşme yolu ile kredi varlığına çareler bulunabileceği kanaatindeyiz.
Bunun için, kooperatif hareketini hızlandırmağa ve bundan başka da yer yer çiftçiye kredi yapacak mahallî bankalar kurulmasına çalışacağız.
KOOPERATİF MEVZUUNUN TEVSİİ
MADDE 60
Çiftçimizin, kredi kooperatifler ile olduğu gibi istihsal ve satış kooperatifleri kurmak ve bunları çoğaltmak yolu ile de, takviyesini lüzumlu görmekteyiz.
KURAKLIKLA MÜCADELE
MADDE 61
Ziraî kalkınmamızda büyük ehemmiyeti aşikâr olan kuraklıkla mücadelenin ve sn işlerinin hızlandırılmasını ve genişletilmesini çok lüzumlu görüyoruz.
HAYVANCILIĞIMIZIN ISLAHI
MADDE 62
Hayvancılık, millî gelirde geniş yer tuttuğu gibi, çiftçimizin yardımcısı, büyük bir yurttaş kitlesinin başlıca geçim vasıtası ve en esaslı besin maddelerimizin kaynağı olmak itibariyle de çok önemlidir. Memleketimiz, hayvancılık bakımından geniş imkânlar göstermektedir. Hayvan mevcudunu arttırmak ve cinslerini ıslah etmek yolundaki gayretlerin arttırılmasında maddî fedakârlıklardan kaçınılmaması zaruridir.
ZİRAİ SANATLARIN TEŞVİK VE HİMAYESİ
MADDE 63
Ziraî sanatlara kredi vermek ve gelişmelerine yardım etmek yönünde Ziraat Bankasının esaslı gayretler sarf etmesine ve özel teşebbüs ve sermayeyi de bu sahaya çevirmek için her türlü teşvik ve yardımda bulunmasına ihtiyaç görmekteyiz.
DEVLETİN ÇİFTÇİYE YARDIMI
MADDE 64
Devlet, elindeki mahdut imkânları ziraat işletmeciliğine hasretmektense, bundan sonra bu imkânları çiftçi kitlesinin iyi, bol ve ucuz istihsal yapmasına yardım yolunda kullanmalıdır. Bu maksatla her bölgede yeni yeni örnek çiftlikler, fidanlıklar, hayvan ıslah merkezleri, tohum üretme ve araştırma istasyonları kurmak yolunda çalışılmalıdır.
MADDE 65
Devlet, ucuz ve her bölgenin tabiat şartlarına uygun âlet ve yedek parçaları çiftçinin ayağına götürmeli ve bu maksatla memlekette çok geniş sarf yeri olan basit ziraat âletleri sanayinin süratle kurulmasını sağlamalıdır.
BASİT ZİRAAT ALETLERİ SANAYİÎNİN KURULMASI
MADDE 66
Ziraî kalkınmamızda devletin ağır ve geniş vazifeleri bulunduğuna inanıyoruz. Bu vazifelerin yapılması için, meseleyi bütün genişliği ile toptan ele almak ve işleri, sarf edilecek emek ve paraya nispetle, verimi en çok ve tesiri millî ekonomi bakımından en geniş olanlardan başlamak üzere tertiplemek ve plânlaştırmak lâzımdır.
BİLGİ VE SERMAYENİN ZİRAAT SAHASINA İNTİKALİ
MADDE 67
Bilgi ile çalışan emek sermaye ve teşebbüsün ziraat sahasına dökülmesini, ziraî istihsal ve millî gelirin arttırılmasında önemli bir konu olarak görmekteyiz. Bu maksadın temini için gerekli tedbirlerin alınmasına çalışacağız.
MİLLİ SERVETİMİZİN BÜYÜK ÖNEMİ
ORMAN İŞLERİ:
MADDE 68
Millî servetimizin büyük ve önemli Bir parçasını teşkil eden ormanlarımızın muhafaza ve geliştirilmesi, devletin daima büyük titizlikle üzerinde duracağı bir konudur.
KÖYLÜ, MİLLETİN EFENDİSİDİR
MADDE 69
Köylümüzün kereste, odun, kömür ihtiyacım zamanında ve yeter miktarlarda ve ucuz olarak verme ve bu işlerde köylünün; Devletin imkân ve vasıtalarından da faydalanmasını sağlamak suretiyle köylüyü ferahlatacak ve orman işletmelerinin işlerini ve masraflarını hafifletecek tedbirlerdendir.
MADDE 70
Devlet Orman İşletmelerinin "tevzii" masrafları ile istihsal masrafları fasıllarında mühim nispetlerde tasarruflar yapılabileceğine inanıyoruz.
MADDE 71
Orman mahsulleri fiyatlarındaki yükseklik umumî hayat ve ekonomik gelişmemiz üzerindeki tesirleri göz önünde tutularak bu fiyatlarda indirmeler yapılmasını zarurî ve mümkün görüyoruz.
BÜTÜN ORMAN VARLIĞI VE BÜYÜK ORMAN İŞLETMELERİNİN DEVLET ELİNDE KALNMASI ZARURİDİR.
MADDE 72
Ehemmiyetli tesislerin kurulmasını ve toplu istihsal yapılmasını gerektiren büyük orman işletmelerinin devlet elinde bulunmasını faydalı ve zarurî görmekteyiz. Kurulacak önemli tesisleri karşılayacak büyüklükte olmayan küçük ormanlar, devletin sıkı murakabesi altında, özel teşebbüs eliyle de işletilebilmelidir.
MALİYE İŞLERİ
DEVLETTE SAMİMİLİK, AÇIKLIK VE ŞEFFAFLIK MUTLAKTIR
MADDE 73
Samimilik ve açıklıkla ve çok sıkı bir tasarruf zihniyetiyle tanzim edilmiş denk bütçe malî siyasetimizin esasıdır. İç emniyeti korumak için sağlam bir idare cihazının işlemesine; Dış emniyeti korumak için de millî savunma ihtiyaçlarını karşılamağa yeter bütün masrafları sağlamak, bütçede gözeteceğimiz başlıca, hedeftir. Bütçenin adî masrafları için açık veya kapalı istikraz (borçlanma) yoluna gidilmemeli ve yeni emisyonlardan kaçınılmalıdır.
İÇ BORÇLANMAYI TASVİP ETMİYORUZ
MADDE 74
İstihsal ve milli gelirin süratle artmasını sağlayacak işlere münhasır kalmak üzere dâhili istikrazlar ve iktisadî istiklâlimize uzaktan yakından dokunmayacak, normal şartlarla uzun vadeli dış istikrazlar yapılmasını çok faydalı ve lüzumlu görmekteyiz.
Bütün devlet iktisadî teşebbüsleri için, asıl sermayenin yanında obligasyon çıkarmak usulünden faydalanılmasını, devlet bütçesinin yükünü hafifletmek bakımından lüzumlu sayarız.
VERGİLERDE İCTİMAİ ADALET ŞARTTIR
MADDE 75
Vergilerin içtimaî adalet kaidelerine uygun ve yurttaşların ödeme kabiliyetleriyle mütenasip olmasını ve vergi sistemimizde, vasıtalı vergilerden ziyade vasıtasız vergilere daha geniş yer verilmesini gerekli buluyoruz. Şahsi takdire dayanan vergî usullerinden, vergi mahiyeti alan iane ve bağış yollarından kaçınılmalını, vergi borcundan dolayı hapis cezasının kaldırılmasını istiyoruz.
MADDE 76
Vergi sistemimizin ıslahı, cibayet usullerinin sadeleştirilmesi ve daha emniyetli ve az masraflı hale getirilmesi suretiyle, yeni vergiler konulmadan dahi, devlet gelirinin artacağı kanaatindeyiz.
MADDE 77
Memlekette iş hacmini daraltan istihsâl maliyetlerine doğrudan doğruya tesir yaparak dış piyasalarla mübadeleyi güçleştiren veyahut hayat pahalılığının amillerinden olan vergi ve resimlerden değiştirmeler ve indirmeler yapılmasına, hayvan vergisinin birden veya tedrici surette kaldırılmasına taraftarız.
HALKIN MENFAATİ, HAZİNE MENFAATİNDEN ÜSTÜNDÜR
MADDE 78
Partimiz, Maliye işlerinin, hazinene menfaatini halkın menfaatlerinden ayrı ve üsttün görmeyen; İktisadî ve içtimaî prensiplerimize uygun bulunan bir anlaşmayla yürütülmesi lüzumuna kanidir. Bu esasın gerçekleştirilmesi yönünde, kazaî ve idarî müeyyideler konulmasına çalışacağız.
BAYINDIRLIK VE ULAŞTIRMA İŞLERİ
MADDE 79
Millî ekonominin gelişmesini geciktiren sebeplerden birisi de ulaştırma ekonomimizin yetersizliği ve pahalılığıdır. Ulaştırma işlerimizi bu görüşün gerekli kıldığı önemle ele almak fikrindeyiz.
MODERN YOLLAR İNŞÂA EDİLECEK VE EN ÜCRA KÖYLERE DAHİ ULAŞIM SAĞLANACAK. GİDEMEDİĞİMİZ YERLER BİZİM DEĞİLDİR.
MADDE 80
Modern yol yapım tekniği, büyük vasıtalara, makinelere ihtiyaç göstermektedir.
Köy, bucak yolları dışındaki yapımın merkezden idaresini, esaslı bir plân içinde büyük yol şebekeleri kurulmasını, bunların devamlı tamir ve bakıma tabi tutulmasını zarurî görüyoruz. Bu bakımdan kanunlarımızda değişiklikler yapılmalıdır. Özel kanununa göre, köy ve bucak yollarının süratle yapılması göz önünde tutulmalıdır.
MADDE 81
Demiryollarımızın inşasına devam olunmalıdır. Demir yollarımızı besleyecek kara yolları ile limanlar, depo ve antrepoların, birbirlerini tamamlayıcı surette yapılmalarını ulaştırma sistemimizin içinde görüyoruz.
ULAŞTIRMA VE AKARYAKITTA UCUZLUK
MADDE 82
Ulaştırmada ucuzluğa sağlamak için her türlü taşıt vasıtalarını ve yedek parçalarının memlekete getirilmesinde kolaylık gösterilmesini, akaryakıt fiyatlarının ucuzlatılmasına çalışılmasını zarurî bulmaktadır,
MADDE 83
Umumiyetle ulaştırma, depo ve antrepo ücret ve tarif elerinin millî ekonomiye uygun olarak tespiti "Varant" usulünün tatbiki, gözettiğimiz hedeflerdendir,
İSTİKBÂL GÖKLERDEDİR
MADDE 84
İstikbal hava nakliyatındadır. Bu konu üzerinde Önemle duracağız.
TÜRK İHRACATI MİLLİ VASITALARLA YAPILACAKTIR
DENİZCİLİK, TÜRK’ÜN, BÜYÜK MİLLİ ÜLKÜSÜDÜR.
MADDE 85
Devlet deniz işletmeciliği ile ilgili bütün vasıtalarımızla tesis ve teşekkülleri bir idare altında toplamayı gerekli buluyoruz. Özel şahıslar elindeki deniz işletmeciliğini ve şilepçiliğini himaye etmeliyiz. Türk ihracat mallarını, millî vasıtalarımızla dış pazarlara götürmek gayemiz olmalıdır. Memleketimizin üç tarafı denizle çevrilidir. Coğrafi durumumuz, endüstrisi, ticareti ve sporu ile bize, en ileri denizci bir millet olarak yetişmek fırsat ve kabiliyetini vermektedir. Denizciliği,"Türkün büyük, millî ülküsü” olarak kabul ediyoruz.
YURTTA SU MESELESİ HALK İÇİN VE LEHİNE İMAR, İNŞÂA VE İHYA EDİLECEKTİR
MADDE 86
Çiftçimiz bir taraftan sel ve taşkınların tahripleri diğer taraftan, kuraklığın acı neticeleri ile daima karşı karşıyadır. Yurtta su meselesi, sağlık bakımından da çok büyük bir önem göstermektedir. Bu sebeplerden, su işlerimize daimi artan bir hızla devam olunmasına çalışmak hedefimizdir. Bu konuda başlanmış işler bitirilmeden yenilerine başlamamak, halin icabıdır. Küçük su işleri üzerinde de ayrıca önemle durulması, bu işlerde halkın ve ilgililerin de iştirakini sağlayacak tedbirler ve müeyyideler aranmalıdır.
MİLLİ BÜNYEYİ KEMİREN HASTALIKLAR
UMUMİ SAĞLIK İŞLERİ
MADDE 87
Nüfusumuzun ve istihsal kudretimizin çoğalması davasında büyük bir amil olan umumî sağlık işlerimiz, artan bir hızla ve plânla yürütülmek ihtiyacındadır. Bunun için, bütçeden, yeterli tahsisat ayrılmasını, sıtma başta olmak üzere, millî bünyeyi kemiren bütün hastalıklarla esaslı surette mücadele imkân be vasıtalarının sağlanmasını ve bu maksatla ilgili Bakanlıklarla da iş birliği yapılmasını, Partimiz, memleketin en büyük ihtiyaçlarından sayar.
Demokrat Parti (DP) Kurucuları
07 Ocak 1946, TBMM - Ankara
M. Celâl Bayar: Eski Başbakan
A. Adnan Menderes: Aydın Milletvekili
Fuat Köprülü: Kars Milletvekili
Refik Koraltan: İçel Milletvekili

YENİ CUMHURİYET PROGRAMI "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" 20 Haziran 2018 - Çarşamba günü kontrol edilen TAM METİN (Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi Strateji Başkanlığı)

YENİ CUMHURİYET PROGRAMI
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
GİRİŞ:
Yirminci yüzyılın başlarında imparatorluklar dağılırken, ortaya çıkan ulus devletlerden birisi olan Türkiye Cumhuriyeti aradan bir asır geçtikten sonra, yirmi birinci yüzyılda yoluna devam ederek kurucu önderin bir hedef olarak ortaya koyduğu ,sonsuza kadar var olabilme yolunda kendini yenilemek noktasına gelmiştir. Geçen yüzyılda , imparatorluklardan ulus devletlere geçildiği gibi , bu yüzyılda da ulus devletlerden sermayenin egemenliğinde küresel bir imparatorluğa şehirler ve eyaletler üzerinden gidilmek istenmektedir . Bütün diğer ulus devletlerde olduğu gibi , tekelci büyük şirketlerin öncülüğünde sermayenin küresel imparatorluğuna geçilmeye çalışılırken , Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti de çökertilerek dağıtılmaya çalışılmakta ve bu doğrultuda Balkanizasyonun Orta Doğuya getirilmesiyle hem bölgesel hem de küresel doğrultularda yeniden yapılanmaya doğru zorlanmaktadır .
Soğuk savaş sonrasında içine girilmiş olan küreselleşme döneminde tam çeyrek yüzyıl geride bırakılmıştır . Bu aşamada ,bazı federasyonlar dağılmış ve zayıf ulus devletler çökme noktasına doğru istemeden sürüklenmişlerdir .Bu aşamada zayıf ulus devletler dağılma çizgisine doğru sürüklenirken , bazı güçlü ulus devletler de toparlanarak ve ortaya çıkan tarihsel fırsatları değerlendirerek ,yeniden yapılanma yoluna gitmişler ve bu doğrultuda güçlenerek hem kendilerini korumuşlar hem de yeni dönemde kendi bölgelerinde daha etkin bir konuma gelebilmenin yollarını aramışlardır . Son yıllardaki gelişmeler sonucunda Çin,Rusya,Brezilya ve Hindistan gibi güçlü bazı ulus devletlerin kendi bölgelerinde millet imparatorlukları kurmaya yöneldikleri anlaşılmaktadır .
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı imparatorluğunun dağılması üzerine eski devletin merkezi topraklarında ilan edilen Misakı Milli sınırları içerisinde eski Osmanlı ahalisinin bir araya gelerek , batı emperyalizmine karşı vermiş olduğu ulusal kurtuluş savaşı sonucunda kurulmuştur . Cumhuriyet dönemi anayasaları topluca ele alındığında , devletin kurucu iradesinin ortaya Türkiye’ye özgü bir devlet modeli koyduğu görülmektedir . Emperyalist orduların saldırı ve işgal girişimlerine karşı cumhuriyet devletinin çatısı altında bir araya gelerek ulusal kurtuluş savaşı veren Osmanlı ahalisi , savaşarak uluslaşmış ve savaş sonrasında kendi ulus devletini kurma hakkını elde ederek , dünya haritası üzerinde bir yeni ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti siyasal yapılanmasını oluşturmuştur . Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti , Türk ulusunu temsil eden kurucu önderliğin Türk ulusunun egemenliğini sağlama doğrultusunda kurulmuş bir kendine özgü devlet yapılanmasıdır . Türk anayasaları incelendiği zaman , Türkiye Cumhuriyetinin , demokratik ,laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu bugünkü anayasanın giriş bölümünde belirtilmektedir . Ayrıca , kuruluştan gelen bir doğrultuda Türk devleti ,aynı zamanda Atatürk milliyetçiliği anlayışı çerçevesinde milli, üniter ve merkezi bir yapılanmaya da sahiptir . Başkent Ankara’da örgütlenen Türkiye Cumhuriyeti ,ulusal sınırlar içerisinde kalan bütün vatan topraklarına eşit düzeyde sahip çıkarak kollarını ülkenin her köşesine ulaştırmaya çalışan ve her yerleşim merkezinde yaşamını sürdürmeye çabalayan Türk halkının , her türlü gereksinmesini kamu hizmeti anlayışı doğrultusunda karşılamayı ulusal görev olarak bilen bir vatansever anlayışın ürünüdür . Türk halkının Düveli- Muazzama adı verilen batının büyük emperyal güçlerine karşı vermiş olduğu ulusal kurtuluş savaşını zafere ulaştırması sayesinde , tam bağımsızlık düzeni içerisinde Türk ulusu diğer uluslara benzer bir biçimde kazanılmış haklara sahip olmuştur . Ulusal kurtuluş savaşının kazanılması sayesinde , bu durumun doğal sonucu olarak Türk halkı ve devletinin kazanılmış haklarına herkesin saygı göstermesi gerekmektedir . Bu nedenle , Türkiye’nin önceliği ilk olarak kazanılmış hakların bütünüyle korunmasıdır .
GENEL DURUM :
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana , yıllar geçtikçe ulusal kurtuluş savaşının getirdiği heyecan yitirilmiş ve zaman içerisinde coşku yok olmuştur . Zamanla umutlar boşa çıkmış ve tutunulan dallar kırılmıştır . Batı dünyasına yaklaşıldıkça çılgınca tüketme rüzgarı estirilmiş üreterek kazanma hevesi söndürülmüştür . Toplumun geleneksel dengeleri bozulmuş ve insancıl değerler yıkılmıştır . İçinde bulunulan coğrafyanın getirdiği ikilemler aşılamamış ve giderek kutuplaşmalar daha üst düzeylere tırmanarak kesinleşmiştir . Cumhuriyetin ilk yıllarından gelen kamu yararı anlayışı bir yana bırakılmış ,kamuya hizmet anlayışı terk edilmiş ve özel çıkarlar doğrultusunda kamu yönetimi yozlaştırılmıştır . Batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda dışarıdan bağımlı bir ekonomik yapı dayatılmış ve Osmanlının son döneminde olduğu gibi ülkenin yeniden yarı sömürge durumuna düşürülmesi doğrultusunda içeride bir düşünce terörü estirilmiştir . Batı hegemonyası geliştikçe , giderek sömürgeleşen ülkede niteliksizlik her alana yayılmıştır . Dış baskılar sonucunda zayıflayan devlet bünyesinde demokrasi cumhuriyeti kemirmeye başlamış ve bu durumdan cumhuriyet rejimi fazlasıyla yara almıştır . Soğuk savaş döneminde ve sonraki küreselleşme aşamasında , Türkiye dünyadaki yeri ve kimliği konularında şaşkına çevrilmiştir . Atatürk’ten Türk ulusuna yadigar kalan çağdaş cumhuriyet rejimi bu aşamada tasfiye edilme aşamasına getirilmiştir .
Her yönü ile bir çürüyüşe ve çöküşe mahkum edilmek istenen Türk devletinin yeniden toparlanıp uluslar arası alanda eskisi gibi güçlü bir var olma pozisyonu yakalanabilmesi için , Türk ulusunun ve devletinin bir diriliş çıkışı zorunlu olmuştur . Akla ,bilime ve Türk halkının ulusal çıkarlarına uygun olacak bir yeni çıkış için , cumhuriyetin yenilenmesi ve bu doğrultuda ortaya bir yeni cumhuriyet programının konulması gereklilik kazanmıştır . Dünyanın tam ortasında devrimci bir atılım ile kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin eskisi gibi yeniden dirilebilmesi için, yarım kalan cumhuriyet devriminin cumhuriyetçi bir program ile tamamlanması gerekmektedir . Bütün dünya devletleri gibi dışarıdan bir küresel saldırı ile karşı karşıya kalan Türk devletinin ,içinde bulunulan dönemi doğru değerlendirerek tam bağımsızlığı her yönden koruyacak bir ulusal çıkışa gereksinme bulunmaktadır . Yirminci yüzyılın ulus devletler çağını iyi değerlendiren Türk ulusunun , yeni yüzyılda da eskisi gibi yoluna devam edebilmesi için bir cumhuriyetçi atılım zorunlu görünmektedir . T.C. anayasasının başlangıcında belirtilen cumhuriyetin temel ilkeleri doğrultusunda yeni bir cumhuriyetçi programın uygulama alanına getirilmesi gerekmektedir .
Türkiye Cumhuriyetinin tarihten gelen siyasal birikimini gündeme getirerek , bugün gereksinme duyulan konularda yeni çözümler üretmek ve bunları zaman içinde uygulamaya aktarmak ,Türk ulusunun karşı karşıya kaldığı beka sorununun giderilmesi için giderek zorunluluk kazanmaktadır . Demokrasi adına cumhuriyet devletinin tasfiyesini dayatan küresel emperyalizme karşı ulus devletin gücünü artırmak ama bunu yaparken de demokratik rejime bağlılığı koruyarak hareket etmek durumu , Türk ulusunun önüne yeni bir sınav daha çıkarmaktadır . Her türlü demokrasi dışı ve ara rejim meraklısı girişimlere halk egemenliği doğrultusunda karşı koyacak bir ulusal refleksin devreye girmesiyle ,Türkiye Cumhuriyeti geleceğe dönük yeni yapılanmasını bir ulusal program çerçevesinde gerçekleştirebilecektir .Devletin kurucu önderi Atatürk’ten gelen devrimci birikim bu gün de Türk ulusuna yön göstermektedir . Türk devleti ulusal kurtuluş savaşından gelen çağdaşlığa yönelme eğilimini öne çıkararak , yeni orta çağ özlemlerine karşı uygarlıkçı tutumunu sürdürecek ve Atatürk döneminde Halkçılık programı ile başlayan siyasal var olma sürecini bugün yeni cumhuriyet programı ile tamamlayarak yoluna devam edecektir. Yüzyıla yaklaşan bir dönemde var olan Türkiye Cumhuriyetinin gelecekte de varlığını sürdürebilmesi için devletin aksayan yönlerinin giderilmesi , toplumun karşı karşıya kaldığı sorunların çözülmesi , bugünün gelişmiş ülkeleri ile baş edebilecek düzeyde güçlü bir Türk devletinin yeniden yaratılabilmesi için cumhuriyetçi bir atılımı gerçekleştirecek bir cumhuriyet projesine acilen gereksinme duyulmaktadır .
A- ANAYASA VE DEVLET SORUNU:
Türkiye Cumhuriyeti bugün hiç gerek olmadığı halde yapay bir çizgide anayasa arayışına yönlendirilerek , yeni anayasa üzerinden yepyeni bir devlet eskisinden çok farklı bir biçimde kurulmaya çalışılmaktadır . İstenen yeni bir anayasa değil yeni anayasa girişimi üzerinden yeni bir devletin kurulmasıdır . Türkiye’nin ulusal kurtuluş savaşından ve kurucu kadronun girişimlerinden kaynaklanan ulusal,üniter,merkezi ,demokratik,sosyal,laik bir hukuk devleti modelinin öncelikle korunması gerekmektedir . Özerklik, eyalet sistemi ,başkanlık rejimi ya da federasyon uygulaması gibi bölgesel arayışlar ile Türkiye Cumhuriyetinin kazanılmış haklarına dayanan devlet modelinin yeni anayasa yapımı sırasında değiştirilmesi , Türk halkının ulusal egemenlik ilkesine ve kazanılmış haklarına ters düştüğü için hukuk açısından mümkün olamayacaktır .
Devletin demokrasi esaslarına göre çalışması cumhuriyet rejiminin özüne ve ilkelerine hiçbir zaman aykırı olmamak durumundadır . Türkiye’nin bu aşamada yoğun bir karışıklık ortamı yaşaması dikkate alınarak , aynı anayasa ile dar boğazı geçmesi, emperyal devlet planlarına ya da hegemonya projelerine alet olarak dağılmaması için zorunlu görünmektedir . Şimdiye kadar Avrupa Birliği sürecinde yarısından fazlası değişmiş biçimde var olan şimdiki anayasanın içinden geçilen kritik dönemde uygulamada kalması , Türk ulusunun beklenmedik emperyal siyasal projeler ile karşı karşıya kalmaması için gereklidir . Küresel yayın organlarının yıllardır beyin yıkayarak Türk toplumunun yeri ve kimliği ile uğraşmaları yüzünden, halkın kafası karışmış ve alt kimliklerin hortlatılması ile de , kurtuluş savaşından bu yana gelen antiemperyalist ortak rıza ve dayanışma ortadan kaldırıldığı için ,Türkiye’nin bugünkü aşamada ayakta kalabilmesi için var olan anayasa ile kaos dönemini geride bırakması, ülke bütünlüğü açısından yaşamsal bir öneme sahiptir .
Avrupa Birliği Yerel yönetimler şartı Türkiye’ye kabül ettirilerek ,Türk kentlerinin başkent Ankara’nın denetimi dışına çıkartılması iç ve dış egemen güçler tarafından dayatılmaktadır .Türk devletinin parçalanmamak ve kendi birliğini korumak için koyduğu şerhler kaldırılarak , Türkiye cumhuriyetinin çeşitli bölgelerinin tıpkı Katalanya ,Bavyera ,Korsika ve İskoçya gibi ayrı devletlere bölünmesinin önü açılmak istenmektedir . Yerel yönetimlere kendi gelecekleri için karar alma yetkisi verilerek referandum ile bölünmeye giden yol açılmak istenmektedir . Başkent’teki ulus devletin insiyatifi dışına çıkarılacak yerel yönetimlerin, gelecekte eyalet ya da kent devletlerine dönüştürülebilmesi için küresel sermaye ve tekelci şirketler ulus devletlere baskı yapmaktadır .Bu nedenle yerel yönetimler özerklik şartı doğrultusunda merkezin denetimi ve yönlendirmesinı son verilmek istenmektedir . Yerel yönetimlere başkentlerde bağımsız olarak dış ilişkiler kurma yetkisinin tanınması ile de , devlet sayısı 200 ‘den 2000’e doğru artırılmak istenmektedir .
Tekelci şirketler küreselleşerek büyürken , ulus devletler kendilerine bağlı olan bölge ve kentlerin özerkliğe kavuşturulması ile parçalanmaya çalışılmaktadır .Devletin ana yükümlülüğü olan , adalet,güvenlik,maliye,diyanet ve dış işleri gibi bakanlıkların dışında kalan bakanlıkların kaldırılarak bunların görevlerinin tümüyle yerel yönetimlere devri kamu yönetimi reformu olarak ulus devletlere devredilmesi öngörülmektedir . Yerel yönetimler reformu görünümünde merkezi yönetimlerin tasfiyesi özerklik şartı ile gündeme getirilmektedir . Valilerin seçimle gelmesi ,bölge meclislerinin kurulması , yerel yönetimlere vergi toplama ve mahkeme kurma yetkilerinin tanınması gibi yenilikler ulusal ve üniter devletleri federasyonlara dönüştürmenin aracı olarak kullanılmakta ve böylece yerelleşme üzerinden ulusal toplumlar parçalanarak yok edilmektedirler . Yerelleşmeye sivil toplumculuk da karıştırılırken , küresel şirketler diğer dernekler ,vakıflar ve cemaatlar ile birlikte yerel yönetim meclislerinde temsil edilerek imparatorluk hegemonyalarını tesis ederlerken yerel yönetimleri başkentlerden kopartarak , küresel emperyalizmin önünü açmaya çalışmaktadırlar . Bu nedenle ,küreselci bir anayasa değişikliğine karşı çıkılması gerekmektedir .
Yerel yönetim reformu görünümünde merkezi devletlerin tasfiye girişimine karşı, ulus devletlerin merkezi ve ulusal yapılanmalarını güçlendirecek bir milli idari reforma acilen gerek vardır . Bu doğrultuda , ana yetki ve halk egemenliğinin dışında kalan bazı küçük işler ve bürokratik işlemler başkenteki karışıklığı önleme doğrultusunda merkezi idare tarafından yerel yönetimlere devredilebilir . Artan nüfusun gereksinmelerinin karşılanması çizgisinde yerel yönetimler güçlendirilirken , merkezi yönetimin zayıflamasına izin verilmemeli ve merkezi yönetim de bir milli idari reform ile güçlendirilerek ,yerel yönetimlerin başkentteki devlet yapılanması çerçevesinde denetimleri sağlanmalıdır . Bu doğrultuda bir Yerel Yönetimler Bakanlığı kurulmalı ve yerel yönetimlerin merkezi devlet tarafından denetimi iç işleri bakanlığından alınarak yerel yönetimler bakanlığına devredilmelidir . Ayrıca , I921 anayasasının uygulanması sırasında kurucu idarenin devletin taşra örgütünü denetlemek üzere tesis ettiği umumi müfettişlik kurumu yeni dönemde genel valilik olarak gündeme getirilerek , yerel yönetimler bakanlığı ile yerel yönetimler arasında bir uygulama köprüsü kurulmalıdır . Merkezi devlet , genel vali aracılığı ile yerel yönetimler ve taşra örgütleriyle daha sıkı bir işbirliği içinde çalışabilir .
Büyük şehir uygulamalarının ikinci aşamada bütün şehir uygulamasına dönüştürülmesi ile yeni bir eyaletleşme dönemi başlatılmıştır . Ayrı bir kanun çıkarılarak bütün şehirlere dönüştürülen büyük şehirler şimdiden eyaletleşme yoluna giderek , merkezi devlet yapısını bozmaktadırlar .Bu nedenle ,acilen yeni bir kanun çıkartılarak bütün şehir uygulamalarına son verilmesi gerekmektedir .Avrupa Birliği çatısı altında oluşturulmuş olan bölge devletlerinin zamanla eyaletlere dönüşmesi dikkate alınarak , Avrupa’da uygulanmayan yerel yönetimler özerklik şartının Türkiye’de kabül edilmesi öncelikle önlenmelidir . Avrupa devletleri protokolları imzalayarak bu tür yenilikleri kabül etmiş görünmektedirler ama kendi meclislerinden bu konu ile ilgili kanun çıkarmadıkları için bu tür uygulamalar kağıt üzerinde kalmaktadır . Türkiye’nin güneydoğusundaki sorun özerklik şartı ile değil ulusal ve üniter devletin merkezi yapılanmasının güçlendirilmesi ile çözüme kavuşturulabilecektir . Merkezi devlet ile birlikte vilayetlerin yapılarının da güçlendirilmesi sayesinde belediyeler üzerinden eyaletleşme eğilimlerinin önüne geçilebilecektir .
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle birlikte, merkezi idarenin taşra örgütlenmesi de gündeme getirilecek milli idari reform sayesinde yeniden ele alınarak üniter devlet modeli çizgisinde güçlendirilecektir . Küresel emperyalizm ulus devletleri yeni demokrasi programları ile kontrolu altına alırken , ulus devletler de bağımsız yapılarını kuvvetler ayrılığı ilkesini güçlendirerek koruyabileceklerdir . Fransız devrimi ile bütün modern devletlere yayılan kuvvetler ayrılığı sistemi önümüzdeki dönemde güçlendirilerek , tek parti iktidarlarının devletleri parti devletine dönüştürmesinin önlenmesi yolunda kullanılabilecektir . .Parti disiplini üzerinden yasama organında sıkı kontrol sağlayabilen güçlü tek parti iktidarlarının,parti devleti oluşturma doğrultusunda yargı organlarını da ele geçirmesine izin verilmeyecektir . Yargı en üstteki yüksek organlardan en alttaki birinci derece mahkemelerine kadar her türlü siyasal baskı ve yönlendirmenin dışında hareket ederek , siyasal iktidarlar üzerinde hukukun denetimini kuracaktır.
Ayrıca , I961 anayasasında var olan çift meclis sistemi ,siyasal iktidarın denetimi ve frenlenmesi için batı ülkelerinde olduğu gibi cumhuriyet senatosunun kurulmasıyla yeniden tesis edilecektir . Senatoda yer alacak vilayet temsilcileri daha bağımsız hareket ederek yürütme üzerindeki yasama denetiminin daha etkin olmasını sağlayabilecektir . Vilayet senatörlerinin daha bağımsız hareket etmesi sayesinde , milletvekillerinin parti disiplini yüzünden genel başkan vekili olması önlenebilecek ve yasama organı halk egemenliği ilkesi doğrultusunda kendisinden beklenen yasama ve denetim görevlerini yerine getirebilecektir . İktidara gelerek yürütme yetkisini ele geçiren siyasal partilerin devleti tümüyle ele geçirmesi Senato aracılığı ile önlenebilecektir .
Küreselleşme döneminde zayıf ulus devletler çökerek parçalanma noktasına gelirken , güçlü ulus devletler ise zayıf olanların rekabet ortamından soyutlanmasıyla meydana gelen boşlukta daha da güçlenerek bölgesel devlet anlamında millet imparatorlukları yapılanmasını gündeme getirmektedirler . Birer milli devlet statüsündeki büyük alan devletleri giderek bir imparatorluk yapılanmasına doğru dönüşürken , Türkiye’de benzeri bir çizgide eski Osmanlı hinterlandında yeni bir imparatorluk arayışı içine sürüklenmiştir . Hiçbir karşılığı olmayan yeni Osmanlıcılık Türkiye’ye zaman kaybettirirken , hızlı hareket eden güçlü ulus devletler kendilerinin merkezinde yer aldığı millet imparatorluğu arayışı içerisine girmektedirler . Türk devletinin bu gibi oluşumlara karşı da kendi yapılanmasını daha da güçlendirmesi gerekmektedir .
Bir milli idari reform ile devlet yapısı daha da büyütülerek güçlendirilirken yeni bakanlıkların kurulmasına da öncelikli bir biçimde yer verilmelidir . Zaman içerisinde ortaya çıkan yeni durumlar ve sorunlar dikkate alınarak devletin değişen koşullara uyum sağlayabilmesi için yeni bakanlıklar kurulmalıdır . Bu doğrultuda , Bilim ve Teknoloji Bakanlığı ,İletişim Bakanlığı ,Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı , Göç Bakanlığı ve Dış Türkler Bakanlıklarının devletin kamu hizmetlerinin daha iyi görülebilmesi için acilen kurulması gerekmektedir . Halen var olan Avrupa Birliği bakanlığı gibi bütün dış Türklerin yaşadıkları ülke ve bölgeler dikkate alınarak bir Avrasya Bakanlığı da kurulabilir . Ayrıca yukarıda belirtilen Yerel Yönetimler Bakanlığı da yeni bakanlıkların içinde yer almalıdır . Kültür ve Turizm Bakanlığı eskisi gibi ikiye bölünmeli ve Kültür bakanlığı , bir Milli Kültür Bakanlığı olarak yeniden düzenlenerek yarım kalan uluslaşma sürecinin milli kültürün güçlendirilmesi sayesinde tamamlanması sağlanmalıdır . Dünyanın en büyük Turizm merkezlerinden birisi olan Türkiye’nin Turizm bakanlığı da daha geniş ve etkili bir biçimde yeniden düzenlenmelidir . Her bakanlığın daha güçlü örgütlere sahip olması , bakanlıkların yetkilerini artıracak yeni yasal düzenlemeler aracılığı ile sağlanmalıdır.
Merkezi devlet yapılanması yerel yönetimler ile birlikte güçlendirilirken , devletin taşra yapılanması yeniden ele alınmalıdır . Küresel çağın moda olan eğilimleri doğrultusunda bölgelerde ayrı devlet yapılanmaları dışarıdan zorlanırken , merkezi devletin sınırları içinde kalan bütün toprak parçalarının ulusal ve üniter devletin kendi halkı ile bütünleşmesi sağlanmalıdır .Bunun için çeşitli bölgelerdeki alt kimlikçi yapılanmalara karşı ülke birliğinin korunması doğrultusunda üst kimlik olarak Türklüğü benimsemiş olan vatandaşların devreye girerek, ülke içindeki kopma eğilimlerine karşı denge kurmaları sağlanmalıdır . Türklerin Türkiye’ye yeniden yerleşmeleri sağlanarak Türk toprakları ile Türk vatandaşları arasında kopmaz bağlarla yeni bir tür birliktelik devletin yeni bir yaklaşımı olarak geliştirilmelidir . Devletin taşra örgütü bu doğrultuda yenilenirken , bazı yeni vilayetler giderek büyüyen ilçeler üzerinden kurulabilir ve bu yeni il merkezlerinin büyük kentlerin varoşlarında sürünen halk kitlelerinin yerleşerek çalışma olanaklarına kavuşabileceği birer cazibe merkezi konumuna gelerek ,ülkenin bütün bölgelerinin yeniden bütünleşmeleri doğrultusunda önemli katkılar sağlayabilirler. Tarım, endüstri,turizm,kültür ve sağlık alanında kentlerin uzmanlaşmaları sağlanarak, yeni cazibe merkezleri üzerinden toplumsal bütünleşme güçlü bir biçimde yeniden gerçekleştirilebilir.
Ankara merkezli yeni bir yapılanma planı sayesinde,Türklerin Türkiye’nin her köşesine yeniden dengeli bir biçimde yerleşmeleri sağlanarak , yeni kurulacak Göç Bakanlığı aracılığı ile iç ve dış göçler yolu ile yeni gelen insan topluluklarının ülkenin bütünleşmesine katkı sağlayacak düzeyde bir yeni yapılanmanın önü açılmalıdır . Savaşların çökerttiği komşu ülkelerdeki ezilen halk kitlelerinin göçler yolu ile Türkiye’ye gelmeleri gibi bir durumun ülkede üç milyondan fazla insanın ihtiyaçlarının karşılanmasını zorladığı bir noktada , Türk devleti de tıpkı Osmanlı devleti gibi nüfus kaydırması ya da tehcir gibi uygulamalar ile ülke bütünlüğünü korumaya öncelik verecektir . Osmanlı devleti merkezi coğrafyayı kontrol ederken ,nüfus hareketlerini dikkatle izleyerek , bu gibi gelişmelerin ülke de bölücü bir gelişmeye neden olmaması için önlemler almıştır . Aynı bölgede kurulmuş olan Türk devleti de benzeri önlemleri alarak ülke ve devlet birliğini koruma hakkını kullanacaktır . Üç kıta arasında yer alan merkezi alandaki emperyal gelişmeler ve nüfus hareketlerinin yeni devlet yapılanmalarını zorladığı için merkezi konumdaki Türk devletinin varlığını sürdürebilmek için kendini koruyucu önlemler alması gerekmektedir .
B- ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA
Yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki dünya savaşı sonrasında iki kutuplu bir düzen meydana gelmiş ve yirminci yüzyılın son yıllarına kadar bu devam etmiştir . Bu aşamada kuzeyde var olan Sovyet tehdidi yüzünden Türkiye batı bloku içerisinde kendi güvenliğini sağlamaya çalışmış ve bu yüzden Nato üyesi olmuş ve bu doğrultuda İsrail’in kurulma aşamasında ,Amerikan ordusu merkezi alanda İngiltere sonrası dönem ve yeni kurulan İsrail’in güvenliği için daha üst düzeyde bir hegemonya düzeni oluşturmaya yönelmiştir . Bu aşamada batının ileri karakolu haline gelen Türkiye sosyalist bloka karşı batı bloku tarafından kullanılmıştır . Sovyetler Birliğinin yıkılması üzerine dünya düzeni değişmiş ve iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçiş aşamasına gelinmiştir . Batı blokunun üstünlüğünün devam edebilmesi için ABD’nin süper güç olarak tek kutuplu dünya düzeni arayışı küreselleşme döneminin ana hedefi olmuştur . Ne var ki , çeyrek asırlık bir zaman dilimi içinde bütün dünyaya ABD merkezli tek dünya düzeni dayatılması sonuç vermemiş ve tek kutuplu küresel sermaye imparatorluğu bir türlü kurulamamıştır . İMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşların yoğun çaba sarf etmesine rağmen tek kutuplu dünya düzeni oluşturulamamıştır .
Tek kutuplu dünya düzeni ile birlikte bunun uzantısı olarak gündeme getirilen bölgeselleşme projeleri olarak , Avrupa Birliği süreci durmuş . Büyük Orta Doğu Projesi istendiği gibi yürütülememiş ve bunun arkasına gizlenen Büyük İsrail Projesi ise hepten iflas etmiştir .Ayrıca ABD’nin dolaylı yollardan geliştirdiği Avrasya stratejisi de Afganistan ve Pakistan üzerinden başarısızlık ile sonuçlanmıştır . Soğuk savaş sonrasında gündeme getirilen beş büyük emperyal proje iflas ederken ,batı merkezli dayatmalara karşı büyük dünya devletlerinden tepkiler gelmeye başlamış ve bu doğrultuda Brezilya,Rusya ,Hindistan ve Çin bir araya gelerek batı karşıtı bir blok olarak BRİC yapılanmasını gündeme getirmişlerdir . Ayrıca , Brezilya merkezli Dünya Sosyal Forumu , batı merkezli Dünya Ekonomik Forumuna karşı bir alternatif olarak öne çıkarılmıştır . Çin’in öncülüğünde Şangay İşbirliği Örgütü ,Rusya’nın öncülüğünde Bağımsız Devletler Birliği ve Kollektif Savunma Örgütü , Brezilya’nın öncülüğünde Güney Bankası ile Çin’in öncülüğünde Asya Yatırım Bankası gibi oluşumlar da , hep batı kapitalist blokuna karşıt alternatif bir çizgide geliştirilerek devreye sokulmuşlardır . Afrika Birliği çatısı altında bir araya gelen Afrika ülkeleri de batılı emperyalistlere karşı bir araya gelerek kendilerini koruma doğrultusunda bir kıtasal dayanışma düzenine yönelmişlerdir .
BRİC blokunu oluşturan Çin,Rusya,Hindistan ve Brezilya gibi dev ülkeler kendi bölgelerinde merkezi güç olmaya yönelirken , dünya hem çok kutuplu bir yapıya doğru yönelmiş hem de bu büyük devletler kendi bölgelerinde millet imparatorluklarına dönüşerek , yeni dünya düzeninin alternatif bir çizgide oluşturulması için çaba göstermişlerdir .Küreselleşmenin durması beraberinde karşıt bir oluşum olarak bölgeselleşmeyi getirince , büyük ulus devletler kendi bölgelerinde millet imparatorluklarına yönelerek çok kutuplu bir yeni yapılanmayı öne çıkarmışlardır . Batı merkezli emperyal senaryolar iflas edince, İngiltere ve Fransa tekrar eski sömürgelerine yönelerek kendi millet imparatorluklarını kurmuşlardır .Almanya ise Atlantik güçlerine karşı koyan güçlü yapılanması ile bir orta Avrupa devi haline gelerek Avrupa Birliğinin mutlak egemeni konumuna gelmiş ve kendi millet imparatorluğunu Avrupa Birliği üzerinden geliştirmiştir . Böylece ,dört BRİC ülkesine karşılık ABD,İngiltere,Fransa ve Almanya ‘da kendi millet imparatorluklarını gündeme getirerek çok kutuplu dünyanın daha da karışık bir yöne kaymasına yol açmışlardır . Doğu ve batı dünyalarında ortaya çıkan sekiz millet imparatorluğundan sonra ,merkezi coğrafya da Türk Birliği , Arap Birliği ve Şii Birliği gibi üç yeni oluşum da kendiliğinden gündeme gelmiştir . Saddam’ın öldürülmesi dolayısıyla meydana gelen hegemonya boşluğunu hızla dolduran İran ,merkezi alanda Şii Birliğini beş ayrı İslam ülkesinde etkisini artırarak fiilen oluşturunca , bölgeye sonradan gelen İsrail İran düşmanlığını tırmandırarak, savaş yolu ile Büyük İsrail Projesinin önünü açmaya çalışmıştır .
Bir ön Asya devleti olan Türkiye’nin Orta ve Kuzey Asya’da yer alan Türk devletlerini bir araya getirerek bir Türk Birliğini oluşturması batılı emperyal güçlerin müdahaleleri nedeniyle giderek zorlaşınca bu kez orta dünyada var olan yirmi beş Arap ülkesinin bir araya gelmesi bir Arap Birliği kurmak için zorunlu olmuş ama gene batılı ülkelerin Arapları sonuna kadar bölmeleri yüzünden , merkezi alanda bir Arap Birliği de kurulamamıştır . Doğu ve batı bölgelerinde oluşan sekiz ayrı millet imparatorluğuna merkezi alanda Türk-Arap-Şii birliktelikleriyle oluşturulacak üç yeni millet imparatorluğu gündeme gelmiş ama bölgede etkin olan batı emperyalizmi buna izin vermeyerek Araplar,Türkler ve Acemler arasında bir yarışı gündeme getirmişlerdir . İşte böylesine yaygın üç büyük millet imparatorluğu oluşumunun önlenebilmesi amacıyla batılılar bir yandan mezhep savaşlarını kışkırtırken , bir savaş devleti olarak kurulmuş olan İsrail’in terörü ,etnik kavgaları ve cemaat kavgalarını kışkırtarak bölgedeki devletlerin yıkılmasına yol açan pan-siyonizm uygulamaları da ,Büyük İsrail imparatorluğunun kurulması doğrultusunda yönlendirilmeye çalışılmıştır .Merkezi alandaki üç büyük millet imparatorluğu oluşumunun önünü kesmek üzere İsrail ,Büyük İsrail İmparatorluğu oluşumuna yönelmiş ve bu doğrultuda terör üzerinden bölge devletlerinin yıkımı sağlanarak , oluşturulacak küçük devletçiklerin Kudüs’e eyalet olarak bağlanacağı ,bir Orta Doğu Birleşik Devletleri yapılanması Amerika Birleşik Devletlerine benzer bir çizgide kurulmaya çalışılmıştır .
Merkezi coğrafyanın merkez ülkesi olarak Türkiye Cumhuriyetinin Arap ya da Şii Birliği içinde yer alması düşünülemeyeceği gibi , Büyük İsrail projesine alet olarak küçük eyaletlere bölünmesi de Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar olabilmesi açısından düşünülemeyecek bir durumdur . Bu durumda , dünyanın orta alanındaki yeni devletleşme projelerine karşı , Türkiye’nin öncülüğünde bölge devletlerinin bir araya gelerek dayanışma içerisinde bir Avrupa Birliği ya da Afrika Birliği gibi ,aynı doğrultuda bir Merkezi Devletler Birliğinin oluşturulması ,hem merkezi devletlerin korunması hem de bunlar arasında bir bölgesel yapılanmanın Avrupa’da olduğu gibi gündeme getirilerek emperyalist ya da Siyonist müdahalelerin bölge devletleri üzerinde baskısının önlenmesi açısından önemlidir . İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu , ABD’nin Büyük Orta Doğu , İsrail’in Büyük İsrail Projelerine karşılık , Türkiye Cumhuriyeti devleti de kurucu önder Atatürk’ün yolundan giderek, bölgenin diğer önemli devleti olan İran ile bir araya gelerek yeni bir Sadabat Paktını Merkezi Devletler Birliği olarak ortaya koyabilmelidir . Azerbaycan’ın başkentinde ikinci Bakü Kongresi toplanmalı ve soğuk savaş sonrası dönemde merkezi alandaki devletlerin bir araya gelerek kendi ve bölge güvenlikleri için bir bölgesel ittifakın temelleri atılmalıdır . Bakü’nün merkez olacağı bölgesel ittifakta Türk-İran ortaklığının temelini oluşturacağı bir bölgesel birlik içinde Irak,Suriye,Azerbaycan ve Gürcistan gibi komşu ülkeler katılmalıdır . Altı bölge devletinin oluşturacağı merkezi Devletler Birliğinde Nato benzeri bir güvenlik örgütlenmesi de Cento adı ile yapılmalı ve böylece ikinci kez merkezi devletler bir güvenlik örgütünün şemsiyesi altında bir araya gelerek hem teröre hem de üçüncü dünya savaşı girişimlerine karşı çıkmalıdır .Merkezi alandaki çekişmelerin sonucu olan terör giderek bir üçüncü dünya savaşını tırmandırırken , Atatürk’ün ana ilkesi olan yurtta ve dünyada barış ilkesi bu kez komşular arasındaki dayanışma sayesinde Orta Doğu bölgesinde de uygulanabilmelidir . Böylece , doğu ve batıda oluşan sekiz büyük millet imparatorluğunun orta dünyayı ele geçirmelerini önleyecek bir büyük devlet yapılanması merkezi devletler birliği oluşumu sayesinde önlenerek merkezi alana barış getirilebilecektir.
Atatürk’ün dış politikasının , İran ile ortaklık ,Rusya ile dostluk ve batılı emperyalist ülkeler ile mesafeli ilişkiler esasına dayandığını ,Türk devletini yönetenler iyi bilmek durumundadırlar . Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konumu iyi bilen Türk hükümetleri Türkiye’yi içine sürüklendiği çıkmazdan kurtarabilecektir . Sovyetler Birliği zamanında dış dünyaya kapalı kalan Türk dünyası ile yakın ilişkilerin önümüzdeki dönemde öncelikli olarak ele alınması gerekmektedir .Türkiye’nin doğuya açılımının İslam dünyası çizgisinde yapılması cumhuriyetin laik devlet yapılanmasını devre dışı bıraktığı için Türkiye giderek Arabistan’a benzemektedir . Türkiye’nin doğru çizgide doğuya açılımının Türk dünyası üzerinden olması gerekmektedir . O zaman Anadolu yarımadası üzerinde Türklük tartışma konusu olamaz , Türkiye Cumhuriyeti çağdaş devlet modeli ile diğer Türk devletleri için örnek bir ülke konumuna gelebilir . Dünyanın merkezinde Türkiye Cumhuriyetinin yoluna devam edebilmesi ve millet imparatorluklarının saldırılarına karşı ayakta kalabilmesi için , Türk devleti kesinlikle Türk dünyası üzerinden doğuya açılmalıdır .
Türkiye dünyanın jeopolitik merkezinde yer aldığı bilinci ile hareket ederek doğu-batı ve kuzey-güney dengelerine dikkat etmek zorundadır . Bu dört yönden gelecek tehdit ya da saldırılara karşı Türkiye Cumhuriyeti diğer yönlerdeki komşuları ya da müttefikleri ile işbirliği yaparak çok yönlü bir dış politika üzerinden kendini güvence altına alabilmelidir . Türkiye Avrupa Birliğine üye olarak alınmayacağını bilerek Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeli ve Avrupa dengelerini Arap ve İslam ülkelerine karşı kullanabilecek düzeyde esnek bir diplomasi ile Türkiye bulunduğu yerdeki güçlü konumunu koruyabilmelidir . ABD ile ilişkilerde Türkiye hiçbir zaman askeri üs ya da sınır karakolu olarak kullanılmamalı ve savaş alanlarına piyon ya da taşeron konumlarında sürülmemelidir . İki çağdaş ülke olarak Türkiye ve ABD ortak çıkarlar doğrultusunda dayanışma sağlamayı başarabilmelidir . Yurtta sulh ve dünyada sulh ilkesi kuruluşunda var olan Türkiye cumhuriyeti, hem kendi bölgesinde hem de dünyanın her yerinde barış içinde birlikte yaşamanın yollarını aramalı ve bunun güvencesi olmalıdır . Evrensel düzeyde bir yeni yapılanma arayışında Türkiye Birleşmiş Milletler genel kurulunda daha aktif görevler üstlenmeli ve dünya ülkeleri ile yakın işbirliği geliştirilerek emperyal küreselleşmeye karşı alternatif doğrultuda bir dayanışmacı küreselleşmeyi gündeme getirebilmelidir .
C - EKONOMİ VE MALİYE
Ekonomi bugün diğer alanlardan daha fazla önemli bir konuma gelmiştir çünkü küresel emperyalizm ekonomi üzerinden bütün dünya devletlerine baskı yaparak müdahale etmektedir . Herşeyi ve her alanı ekonomiye bağlayan kararlı bir tutum, ekonomi üzerinden devlet ve toplum yapılarının değiştirilmesini kolaylaştırmaktadır .Özelleştirme yolu ile bütün devletlerin ulusal ekonomilerini ellerinden alan küresel sermaye şirketlerinin daha sonraki aşamada bir küresel imparatorluk düzenini insanlığa dayatması sonunda dünya halkları yeni yüzyılda yeniden köleleşme durumuna düşürülmüştür . Bu nedenle , özelleştirmeler yolu ile halkların ve ulus devletlerin mallarına el konulmasına son verilmeli ve bu doğrultuda kamulaştırma işlemlerine başlanarak , yeniden devletlerin kendi ekonomik alanlarına egemen olabilmelerinin yolu açılmalıdır . Özelleştirme kurumu kapatılarak bunun yerine tıpkı özelleştirme kurumu gibi yeni bir kamulaştırma kurumu kurulmalı ve devletin elinden alınan eski Kamu Ekonomik Kurumları yeniden kurulmalıdır . Halk kitlelerinin yokluğunu açıktan hissettiği her alanda , yeni bir Kamu Ekonomik Kuruluşunun oluşturulmasına öncelik verilmelidir .
Küreselleşme süreciyle beşte bir toplumu yaratılacağı ,toplumun beşte biri zenginleşirken geri kalan beşte dördünün de orta sınıf haline geleceği ileri sürülerek ,bu yeni yapılanma sayesinde yoksulluğun ve işsizliğin ortadan kalkacağı söylenmiştir . Ne var ki , aradan geçen çeyrek asırlık zaman dilimi içinde bunun tamamen tersi bir doğrultuda bir yanda yüzde birlik aşırı zengin kesime karşı yüzde doksan dokuzluk yoksul kesim köleleşerek ortaya çıkmıştır . Bir anlamda %1’lik aşırı zenginliğe karşı %99 luk bir yeni köle sınıf dolaylı olarak yaratılmıştır . Teknolojinin hızla ilerlemesi sayesinde bin kişi ile çalışan fabrikalar on kişi ile çalışmaya başlamış ve bu nedenle de aşırı derecede bir işsizlik ileri teknoloji yüzünden gündeme gelmiştir . Böylesine haksız ve aşırı dengesiz bir ekonomik gidişe karşı çıkmak ve bunu durdurmak bir ulus devletin öncelikli görevi olmalıdır . Acilen servet dağılımı yeniden ele alınarak , toplum kesimleri arasında anayasalarda var olan eşitlik ilkesine daha yakın bir yeniden bölüşme tesis edilebilmelidir .Devletlerin sahip olduğu ekonomik olanakların halk kitlelerine daha eşit ve adil ölçülerde dağıtımı sağlanmalıdır .
Küresel sermayenin finans kapital düzeninde bütün ekonomiler dışarıdan yönlendirilerek tekelci şirketlerin çıkarlarına öncelik verilirken , ulus devletlerin Planlama kurumlarının önleri kesilmiş ve bunlar zaman içerisinde çalışamaz hale getirilmişlerdir . Daha önceki yıllarda Devlet Planlama Örgütleri ülke ve devletin ulusal çıkarları doğrultusunda çalışarak , evrensel rekabet düzeni içerisinde ulus devletlerin ekonomilerinin daha fazla ülke çıkarlarını gözeten bir biçimde yönlendirmeleri sağlanmıştır . Küreselleşme aşamasında devre dışı bırakılan Devlet Planlama kurumunun yeniden eskisi gibi çalışması sağlanmalı ve bu kurumun sağlayacağı kalkınma planları doğrultusunda yeniden planlı ekonomiye dönülmesi sağlanmalıdır . İzmir İktisat Kongresinde devletin kuruluş döneminde kabül edilen ulusal ekonomi ilkesinin her türlü emperyal ekonomik plana karşı kararlı bir biçimde uygulamaya aktarılması bir an önce gerçekleştirilmelidir . Devlet vatandaşlarına öncelikli olarak planlı bir ekonomi içerisinde gelecek güvencesi sağlamalıdır .
İMF ve Dünya Bankası tarafından uygulanan borçlandırma ve kredilendirme programlarına bir an önce son verilerek , yeniden ulusal çıkarlar doğrultusunda bağımsız ekonomiye öncelik verilerek köle yetiştirme düzenine bir son verilmelidir . Batılı ülkeler ile şimdiye kadar imzalanan ve Türkiye’yi bir sömürge durumuna düşüren gizli ikili anlaşmalara artık bir son verilmelidir . Türkiye’nin yeniden sömürgeleşmesine yol açan batı kaynaklı emperyal politikalar yerine, eşit ilişkilere dayanan yeni ekonomik açılımlar dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerine karşı uygulama alanına getirilmelidir . Asya yatırım bankası ya da Güney’inBankası gibi ülke kalkınmasına öncelikli olarak yer veren uluslar arası ekonomik yapılanmalara ağırlık verilerek ,böylesine oluşumlar içerisinde diğer devletler ile birlikte ortak bir dayanışma düzeni doğrultusunda yer alınmalıdır .
Küresel kapitalizmin baskıları ile kapatılmış olan kamu bankaları yeniden açılarak , bankacılık sisteminin tekrar kamu bankalarının denetimi altında yer alması sağlanmalıdır . Sanayi bankası olarak Sümerbank, Konut bankası olarak Emlakbank, maden bankası olarak Etibank ,Ticaret Bankası olarak Türk Ticaret Bankası ,Denizcilik Bankası olarak Denizbank yeniden kamu bankaları statüsünde kurularak , bankacılık sisteminin batılı emperyalistlerin kontrolu dışına çıkarılması sağlanmalıdır . Ayrıca , Oyak isimli yardımlaşma kurumunun kurmuş olduğu Oyakbank’ın yeniden açılması sağlanarak ,paraya gereksinme duyan toplum kesimlerinin maddi anlamda desteklenmeleri sağlanabilmelidir . Oyakbank’ın satışının iptali ile askeri kesimin zenginleşmesi daha kolay sağlanabilecek , güçlenen Türk sanayi sektörünün askeri kesim ile daha zengin koşullarda birlikte olabilmesi ile ,Türk ekonomisi rakip ülkeler ile olan yarış içinde daha iyi konumlara gelebilecektir .Bu aşamada, Atatürk’ün bankası olan Türkiye İş Bankasının küresel sermayeye satılması önlenmeli ve bu doğrultuda bankanın geleceğini güvence altına alacak yeni bir sistem geliştirilmelidir. T.C. Merkez Bankasının statüsü yeniden belirlenmeli ve bu banka içindeki sermaye yapılanmasının dış güçler tarafından kullanılması önlenmelidir .
Ordu Yardımlaşma Kurumu , Türk devletinin belkemiğini teşkil ordu mensuplarının durumlarını iyileştirmek olduğu kadar , Türkiye’nin ve devletin gereksinmelerinin karşılanmasında maddi destekler alarak daha iyi konumlara gelebilmenin arayışlarını örgütleyebilen bir kamu kuruluşu olmuştur . Kısa adı , Oyak olan Ordu Yardımlaşma kurumunun sağladığı olanaklar, askeri kesimin bir çok gereksinmesini karşılayarak diğer toplum kesimlerine oranla daha iyi ve zengin bir konuma getirdiği için , anayasada var olan eşitlik ilkesi gereğince devlet , OYAK gibi bir kuruluşu işçiler için İYAK ,memurlar için MEYAK ,çiftçiler için ÇİYAK, öğretmenler için ÖYAK, esnaflar için EYAK ve de sanatkarlar için SAYAK adı altında yeni yardımlaşma kurumları örgütleyerek değişik toplum kesimlerinin de tıpkı askeri kesim gibi her türlü gereksinmelerinin karşılanarak ve daha iyi bir ortamda yaşam düzeylerinin yükseltilerek daha tatmin edici bir konuma getirmelidir. Küresel sermaye düzeni ile bütünleşen yerli sermaye gruplarının işbirlikçi ve mandacı ortaklıklarına karşı ülke ekonomisinin ulusal yapısını koruyabilmek için , özel ve kamu sektörlerinin yanı sıra ülke içindeki yardımlaşma kurumları aracılığı ile yaratılacak sosyal sektörün üçüncü sektör olarak devreye girmesi sağlanmalıdır. OYAK’ın Ereğli Demir Çelik fabrikalarını kurtarması gibi , OYAK gibi güçlü bir biçimde kurulacakyeni sosyal dayanışma kurumları sayesinde ülke ekonomisinin başlıca sektörlerinin küresel sermaye ve yerli işbirlikçilerinin ellerine geçmesi önlenebilecektir.
T.C. Merkez bankasının yeniden kurulmasıyla ,banka hissedarı konumundaki batılı emperyalist devletler ve şirketler ,kurumun bünyesinden çıkartılmalıdırlar . Batı emperyalizminin işbirlikçisi konumundaki yerli büyük sermaye gruplarının da banka hissedarları arasından çıkartılması sağlanmalı , başta OYAK olmak üzere diğer alanlarda kurulacak olan sosyal yardımlaşma kurumlarının ortak hissedarlık konumuna getirileceği yeni bir ulusal yapılanma ,T.C. Merkez bankası için acilen gündeme getirilmelidir . ABD’de uygulanan , özel şirketlerin kontrolü altındaki Federal Rezerv benzeri bir modeli Türkiye’de taklit etmeye son verilmeli ve bu doğrultuda Merkez Bankası Türk halkının çeşitli kesimlerini temsil eden büyük sosyal yardımlaşma kurumlarının kontrolu altına alınmalıdır . Ekonomik bağımsızlık Merkez Bankasının bağımsız bir yapılanmaya yönelmesi ile başlatılmalıdır .
Kurucu önder Atatürk’ün ulusal kurtuluş savaşında ,Türkiye’nin Hrıstıyan batı dünyası işgalinden kurtulabilmesi içingönderilmiş olan para yardımını , ülke ekonomisini kurmak için değerlendirmesi sayesinde kurulmuş olan Türkiye İş Bankasının , batının emperyal sermaye saldırı merkezi haline gelen İstanbul’a taşınmasına izin verilmemeli , bu ulusal banka yeniden kuruluş amaçlarına uygun bir biçimde Kuvayı Milliye’nin başkenti olan Ankara’ya getirilerek , ulusal ekonominin yeniden kurulmasında öncü bir rol üstlenmelidir . İş Bankası’nın Ankara’ya geri dönüşü ile , Türk ekonomisinin küresel sermayenin denetiminden çıkması süreci başlatılmalıdır . Atatürk , daha sonradan batı emperyalizminin müdahale edebileceğini tahmin ettiği için bankayı Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan partinin denetimine bırakmıştır . Ne var ki , küresel batı sermayesi siyaseti finanse ederken kendi adamlarını partinin başına getirerek , İş Bankasının gerçek misyonu olan ulusal ekonomiye katkıda bulunmasını önlemiştir . İstanbul’un yeniden Hrıstıyan Bizans’a dönüştürülmesi sürecinde Hint Müslümanlarının Müslüman Türk ulusunun kurtulması için gönderdiği sermayenin gerçek amacı doğrultusunda kullanılması gerekmektedir . Bu nedenle , emperyalizmin işbirlikçisi kadroların yönetiminden İş Bankası kurtarılarak,yeniden başkent Ankara’da ulusal ekonominin öncülüğüne yönelmesi sağlanmalıdır .
Yüz yıllardır Türklerin elinde olan İstanbul kentinin yeniden Bizans’a dönüştürülmesi planları doğrultusunda kurulmuş olan İstanbul borsası kaldırılmalıdır . Tamamen Londra ve New York borsalarına bağlı olarak kurulmuş olan İstanbul borsası , hem İstanbul’un yeniden Bizanslaşmasına katkıda bulunurken , diğer yandan da küresel emperyalizmin Türkiye’yi bütünüyle satın almasına yardımcı olmakta ve bu yüzden de Türkiye’nin ulusal ekonomisine zarar vermektedir . İstanbul borsası üzerinden yürütülen sıcak para operasyonları ile bir gece ansızın büyük para akışları yapılabilmekte ve istendiği zaman Türk bankaları boşaltılarak batı kapitalizminin istediği ülkelere para akışları yapılabilmektedir . İstanbul borsası üzerinden Atlantik sermayesi bütün Avrasya bölgesini ekonomik olarak kontrol altına alarak, bu bölgede Rusya,Çin,İran ve Hindistan gibi doğunun büyük devletlerinin önünü kesmeye çalışmaktadır .Türkiye ekonomik alandaki doğu –batı kavgasına alet olmamalı orta dünyada kendisinin merkezinde yer aldığı bir yeni yapılanmaya başkent Ankara üzerinden yönelmelidir . İstanbul yeniden teslim olmuş Mütareke İstanbul’una dönerken , Ankara’da yeniden Kuvayı Milliye Ankara’sı olarak örgütlenmeli ve ekonomik bağımsızlık savaşı ile ulusal kurtuluş savaşını tamamlamalıdır . New York borsasının , Rusya’daki komünist devrimi nasıl finanse ettiği iyi hatırlanmalı ve , Atlantik emperyalizminin Avrasya bölgesini ele geçirme doğrultusunda İstanbul borsası üzerinden geliştireceği emperyal saldırılara Türkiye’nin alet olmasına izin verilmemelidir .
Ülkeyi bölmeyi ve geleceğin eyalet devletleri oluşturmayı hedefleyen Ekonomik Kalkınma Ajansları uygulamalarına bir an önce son verilmelidir . Başkent Ankara’da devlet ve bütün bakanlıklar merkezi olarak yer alırken , Ankara’yı başkent olma statüsünden kurtararak diğer bölgelerile aynı düzeye indirme komikliğine bir an önce son verilmelidir . Ankara Türkiye Cumhuriyetinin başkenti iken ve halen anayasal düzen devam ederken , Ankara’yı Türkiye’nin herhangi bir bölgesi ile eşit düzeye indirerek ayrı bir kalkınma ajansı oluşturmak hem üniter devlet yapısına hem de Türkiye cumhuriyeti anayasasına aykırı düşen bir husustur .Emperyal baskılar ile ortaya çıkan bu gibi durumlar Türk devletinin kurucu iradeden gelen siyasal modeline ters düşmektedir . Türkiye’nin yeniden Ankara’dan yönetilebilmesi Türk ulusunun tekrar kendi ulusal ekonomisine sahip çıkabilmesi ve ülkenin giderek yirmiden fazla eyalete bölünmesi gibi tehlikeli gidişleri durdurmak üzere , bir an önce Ekonomik Kalkınma Ajansları kapatılarak , bunlara yüklenmiş olan kamu projelerinin yeniden merkezi bakanlıklar eli ile yürütülmesi düzenine normal olarak geri dönülmelidir .
KOBİ adı verilen küçük ve orta boy işletmeler ile ilgili yeni bir düzen oluşturulmalı , Türkiye piyasası çok uluslu ve tekelci şirketlerin elinden kurtarılırken küçük ve orta boy işletmelerin önce kendi bölgelerinde devreye girmeleri ve daha sonrada bunların birleştirilerek yeni milli firmalar olarak Türkiye ekonomisi içerisinde yer almaları sağlanmalıdır . Bu doğrultuda Halk Bankası yeniden yapılandırılmalı ve Türk halkının içine sürüklenmiş olduğu yüksek işsizlik oranlarının düşürülmesi doğrultusunda küçük ve orta boy işletmelerin hem kurulmalarına hem de gelişmelerine devlet desteği olanakları artırılmalıdır . Türkiye’deki küçük ve orta boy işletmelerin serbest piyasa ekonomisinde başarılı olabilmeleri için devletin her türlü kamu olanaklarını seferber etmesi sağlanmalıdır . Yerel sanatların ve üretimlerin geliştirilmesi sürecinde küçük ve orta boy işletme düzeni öne çıkarılarak desteklenmelidir .
Türkiye ekonomik alanda yüksek teknolojiye dayanan üretim düzenini ,bağımsız ekonomisi için bir an önce kurmak zorundadır . Bu doğrultuda , ülke düzeyine yayılmış olan üniversitelerden yararlanılmalı ve her üniversitenin çatısı altında ekonomik kuruluşlar ile işbirliği olanaklarını artıracak teknopark yapılanmalarına gidilmelidir . Türk bilim adamlarının yeni buluşları hemen ekonomik alana aktarılabilmeli ve piyasa gereksinmeleri doğrultusunda üniversiteler geliştirdikleri bilimsel ve teknolojik verileri , özel sektör ya da kamu sektörü kuruluşları ile paylaşabilmelidir . Üniversitelerin bu doğrultuda verimli çalışabilmesi için Yüksek Öğretim kurulu ile Sanayi Bakanlığı ,yüksek teknolojiye dayanan üretim plan ve programlarını hükümetlerin desteği ile öncelikli olarak devreye sokabilmelidir . Türkiye’den dışarıya beyin göçüne izin verilmemeli , yüksek öğretimden çok büyük başarı ile yetişmiş olan iyi beyinlerin Türkiye’de kalabilmesi için yeni programlar geliştirilmelidir . Ayrıca , yüksek teknolojiye öncelik veren bir Türkiye’nin cazibe merkezi olarak gelişebilmesi için yabancı ülkelerden Türkiye’ye beyin göçünü hızlandıracak yeni destek projelerinin uygulama alanına getirilmesi gerekmektedir .
Avrupa Birliğine giriş sürecinde Avrupanın önde gelen büyük ülkelerinin engellemeleriyle devre dışı bırakılan Türk tarımının yeniden ele alınması sağlanmalıdır . Avrupa uzmanlarının Türk şehirlerini dolaşarak köylüye yönelik olarak uyguladıkları üretimi durdurma projelerine Türk devleti karşı çıkmalı ve kırsal alanlarda yaşamakta olan Türk köylülerini yeniden eskisi gibi üretime teşvik etmelidir . Avrupa Birliği Türkiye’nin tarımsal üretimini durdurduğu aşamada , Türkiyenin kırsal nüfusu şehirlere dolarak varoşlarda yoksul yerleşimlere yönelmiş ve bu yüzden üretimden dışlanan bu kesimler, hem Belediyelerin gıda yardımına muhtaç duruma düşmüşler hem de dini cemaatların yayılma bölgeleri olarak laik Türk devletinin yeniden din devletine dönüştürülmesinde toplumsal taban olarak kullanılmaya başlanmıştır . Üretimden uzaklaştırılan kırsal kesim insanları hem giderek artan şeriat düzeni tehlikesinde hem yoksulluk nedeniyle ortaya çıkan terör olaylarında fazlasıyla etki sahibi olmuşlardır . Kentlerin kenar mahallelerinde barınmaya çalışan varoş halklarının yeniden kırsal kesimlerindeki evlerine geri dönüşlerinin sağlanması ve küresel piyasa ekonomisinin ötesinde yeniden ulusal ekonomiye üreterek katkıda bulunabilmeleri ve böylece hem işsizlik hem de yoksulluk çıkmazından kurtulabilmeleri için , devletin acil bir eylem planı uygulamaya getirmesi gerekmektedir . Devlet Planlama Örgütünü göstermelik bir biçimde kalkınma bakanlığına dönüştürerek gerçek anlamda bir sosyo-ekonomik kalkınma sağlanamaz . Belediyelerde artan çorba kuyrukları ile cemaat önderlerinin çevresindeki avuç açan aç ve işsiz insan kalabalıklarının önlenebilmesi için toprakları çok verimli tarım alanı olan Türkiye’nin ,yeniden bir tarım ülkesine dönüşü tarımsal kalkınma programları ile gerçekleştirilmelidir . Küresel şirketlerin fabrika ürünü gıda maddeleri istilasına karşılık tarladan üretilen taze ürün piyasasının sağlıklı nesiller için hızla devreye sokulması gerekmektedir . Sanayi toplumu olması engellenen Türkiye’nin üretici bir yapılanma için yeniden tarım toplumu olabilmesinin önü açılmalıdır .
Halk kitlelerinin kenar mahallelere toplanarak herkesin alışveriş merkezleri üzerinden piyasaya teslim edilmeleriyle ilgili uygulamalara son verilmesinin zamanı gelmiştir . Böylesine bir süreç içerisinde kırsal alandan ve tarımsal üretimden uzaklaştırılan milyonlarca insan hem işsiz kalmış hem de açlığa mahkum edilmiştir . Büyük şehirlerde trafiği tıkayan insan kalabalıklarının önlenebilmesi için yeniden kırsal alanlara göç devlet tarafından desteklenmelidir . Köyündeki evini ,arsasını ve tarlasını satanların yeniden eski yerleşim bölgelerine dönmeleri için kırsal alana yerleşim programları geliştirilmelidir .Türkiye’de köylerin ve kırsal alanlarınyeniden düzenlenerek eskisi gibi ekonomik yaşam düzenine katılmalarının sağlanabilmesi için göstermelik olmayan ama gerçek anlamda etki sağlayacak biçimde kırsal alan yeniden yapılanma programlarının devreye sokulmaları gerekmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi köye medeniyet götürecek ve kırsal alanı çağdaş dünya ile bütünleştirecek Köy Enstitüleri gibi milli seferberlik programlarının daha fazla zaman yitirmeden uygulama alanına getirilmeleri gerekmektedir . Köylü kesimin vahşi kapitalizmin çarklarına kapılıp yok olmaması için köyü ve köylüyü canlandıracak yeni kalkınma planlarının Köy Enstitülerinde olduğu gibi küresel emperyalizme karşı devreye sokulmaları gerekmektedir .
Uzay çağının ve geleceğin ekonomisindeki enerji gereksinmesini karşılayacak önemli madenlerin Türk topraklarında bulunduğu hususu dikkate alınarak , yeni bir ulusal madencilik projesinin devreye sokulmasında çok büyük kamu yararı bulunmaktadır . Bu doğrultuda öncelikle Türkiye’nin gerçek maden envanterinin çıkartılması ve ve nerede hangi madenin ne kadar olduğunun bilimsel raporlar ile kamu oyuna açıklanarak Türk toplumunun sahip olduğu maden zenginlikleri alanında bilinçlendirilmeleri gerekmektedir . Özellikle krom ,boraks ,uranyum,tungsten ve wolfram gibi kimsenin duymadığı ve bilmediği geleceğin önemli madenlerinin büyük miktarda Türk topraklarında bulunması , ekonomik kalkınma ajansları gibi bölücü uygulamalar ile Türk devletinin parçalanmasına yol açmaktadır . Dünyanın en önemli maden rezervlerine sahip bulunan Türkiye’de maden yasalarının ihanet yasalarına dönüştüğü çok sık görülmüştür . Emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda bir maden düzeni kurularak Türk halkının kendi maden zenginliklerinden yararlanmalarının önü kesilmiştir . Şimdi de bölücü örgütlerin Türkiye’nin elinden almak istediği bölgelerdeki maden ve yer altı zenginliklerinin o bölge halkı ile kurulacak ortaklıklar üzerinden gene Türk ulus devletinin kontrolundan kaçırılmak istenmektedir . Halkların hakları görünümünde ,eyalet konumundaki küçük bölge halklarına maden ve enerji kaynakları açılmak istenmekte ve böylece ulus devletin merkezindeki başkent Ankara’nın elinden Türkiye’nin zenginlikleri koparılmaya çalışılmaktadır . Maden alanındaki sömürünün önlenebilmesi için Türk Maden Kurumu ile birlikte Etibank’ın yeniden kurulması gerekmektedir .
Dört bir yanı petrol kuyuları ile dolu bulunan Türkiye’nin bir petrol ülkesi olması cumhuriyetin kuruluş döneminde engellenmiştir . Kuzey Irak ve Batum bölgeleri petrol bölgeleri olduğu için Misakı Milli sınırları dışında bırakılmış , Rusya ve İngiltere aralarında petrol bölgelerini paylaşırken Türkiye’nin bir petrol ülkesi olmasına izin vermemişlerdir . Sovyetler Birliği zamanında Rusya’da hazırlanan enerji raporlarında Türkiye’nin Güneydoğu , Orta Anadolu , Ege Denizi ,Trakya , Karadeniz ve Kıbrıs bölgelerinde yoğun petrol ve doğal gaz kaynakları bulunduğu otoriteler tarafından ortaya konulmuş ama büyük petrol şirketlerinin devreye girerek Türkiye’yi teslim almaları üzerine bu kaynaklar doğru dürüst araştırılmamıştır . Güneydoğu bölgesinde petrol bulan mühendislerin kemikleri yıllar sonra dağlardan indirilmiş ,doğu Anadolu bölgesi Türkiye’nin sınırları içerisinde yer almasına rağmen petrol aranması yasak bölge ilan edilerek bu bölge petrolü müstakbel Büyük Ermenistan devleti için ayrılmıştır . Devletin petrol kurumu ciddi bir petrol araştırması yapmamış, petrol olduğu ileri sürülen bölgelerde göstermelik olarak sadece bir tek kuyu Batman’da açılmıştır . Türkiye’deki petrolün çıkartılmasını engelleyen işbirlikçi ve mandacı çevreler Türk petrolünün çok derinlerde de olduğunu ve bu yüzden çıkartılamadığını ileri sürerek kendilerini mazur göstermeye çalışmışlardır .Basra körfezi civarındaki çöl alan petrolü bitince sıranın ikinci bölge olarak dağlık alana geleceği ve bu aşamada da Kuzey Irak ile birlikte Türkiye’nin güneydoğu ve doğu bölgelerinin işletmeye açılacağı kulislerde dillendirilmiştir . Wilson prensipleri doğrultusunda Anadolu’nun doğusunu Türklerin elinden almaya çalışan Atlantik emperyalizmi ,yeni kurulacak Güneydoğu ve Doğu Anadolu devletlerine bu bölgelerin petrol zenginliklerini sunmaya hazırlanmaktadır . Bu nedenle acilen Türk Petrol kurumu kurularak , büyük petrol şirketlerine karşı Türk halkının ulusal çıkarları ve Türk devletinin kazanılmış hakları savunulmalıdır .
Türk maliyesinin yabancı ülke vatandaşlarına teslim edildiği bir aşamada Türkiye dışa karşı bir yarı sömürge ülke görünümü vermektedir . İngiliz , Amerikan ya da Alman vatandaşı konumundaki uzmanların Türkiye’nin bütçesi ve mali yapılanması ile yakından ilgilendiği bu aşamada Türkiye Cumhuriyeti yeniden Düyunu Umumiye günlerine geri döndürülmektedir . Dünya Bankası ve İMF uzmanlarının siyasal kadrolara getirildiği bu yarı sömürge düzeninde ,Türk ekonomisinin geleceği Türkiye’nin ulusal çıkarları doğrultusunda değil ama küresel emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yönlendirilmektedir . Tam bu aşamada yabancı devlet vatandaşlarının Türk maliyesi ve ekonomisi üzerinde etkin olmaya başlamaları da, Türkiye’nin bir sömürge düzenine dönüştürüldüğünü açıkça kanıtlamaktadır . Dünyada %1 lik aşırı zengin kesimine karşılık %99 luk dışlanmış yoksul halk kitlelerini karşı karşıya getiren küresel sömürge düzeninden kurtulabilmek için , öncelikle Türkiye’nin Ankara merkezli üniversitelerden yetişen ulusal bakış açısına sahip olan gerçek anlamda milli yönetici kadrolara ihtiyacı bulunmaktadır . Türkiye gibi bir ülkenin maliyesi yabancılara teslim edildiği noktada o ülke artık dışarıdan yönetilen bir sömürge konumuna gelmiştir . Şimdiye kadar çeşitli örnekleri ile kanıtlanan ve Osmanlı İmparatorluğunun batırılış sürecinde de ortaya çıkan bu durumun bir an önce sona erdirilmesi için Türkiye’nin acilen bir milli iktidara ihtiyacı bulunmaktadır.
Bağımsız bir ülkenin bütçesi ulusal gelir kaynakları ile yapılır . Ne var ki , Türkiye’de son yıllarda kaynağı belirsiz sıcak paranın sürekli olarak Türkiye’ye körfez ülkeleri üzerinden sokulması ile Türk devleti hem gelir kaynaklarını hem de harcama kalemlerini iyice şaşırmış bir duruma gelmiştir . Bu nedenle denk bütçe bir türlü yapılamamakta ve böylesine dengesiz koşullarda cari açık giderek her geçen gün tırmanmaktadır . Bir devletin iflasını çoktan gündeme getirecek düzeyde bir cari açık giderek artarken , hala Türk ekonomisinin yürütülmesi kaynağı belirsiz sıcak para ile sağlanabilmektedir . Tamamen siyasal çıkarlar ve hesaplara dayalı bir biçimde gündeme getirilen kaynağı belirsiz sıcak para uygulamaları Türkiye’nin mali düzenini temelden bozduğu gibi giderek artan cari açıklar da emperyalist güçlere istedikleri anda ekonomik kriz çıkararak Türk devletini çökertme olanağını vermektedir . Bu durumda yarını belli olmayan bir ülkede Türkler kendi ekonomilerini yürütme sorunu ile baş başa kalmış durumdadırlar . Türkiye’nin bu çok tehlikeli durumdan bir an önce hızla kurtulabilmesi için tıpkı Kuvayı Milliye günlerinde olduğu gibi gerçek milli bir iktidara ihtiyacı vardır .
Tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti için Türkiye’nin maliye ve ekonomisinin yeniden milli güçlerin denetimi altında Türk devletinin kontrolu altına girmesi gerekmektedir . Bu doğrultuda Türk uzmanları tarafından hazırlanacak bir milli ekonomi modelinin öncelikli olarak uygulamaya başlanmasında zorunluluk vardır . Bazı ekonomi bilmeyen ilahiyatçılar tarafından hazırlanan göstermelik milli ekonomi modeli ile halk kitlelerini uyutmak yerine gerçek uzmanların hazırlayacağı bilimsel bir milli ekonomi programının ulusalcı bir iktidar tarafından devreye sokulmasında acil bir kamu yararı bulunmaktadır . Yıllarca batılı ekonomik merkezler tarafından yönlendirilen Türk ekonomisinde sermaye birikimi düşüncesiyle özel sektörden doğru dürüst vergi alınmamış ve bütçenin büyük yükü dolaylı vergiler üzerinden yoksul Türk halkının üzerine yıkılmıştır . Devlet desteği , teşvikler ve vergi ödememe yolu ile büyüyen Türk şirketleri devletin yanında yer alarak ülke gereksinmeleri doğrultusunda yatırım yapacaklarına , küresel sermaye ile ortaklıklara girerek dünya ekonomisi içinde kendilerine yer arayarak büyüme yolunu tercih etmişlerdir .Bir anlamda ülkesine ihanet eden sermaye milli olmaktan çıkarken , milli devletin küresel emperyalizmin baskıları ile çökertilmesine aracı olmuş ve Türkiye’nin yarı sömürgeleşmesi bu açıdan da desteklenmiştir . Bu durum dikkate alınarak , önümüzdeki dönemde sermayeden ve özel sektörden daha ciddi oranlarda vergi alacak bir programı uygulayacak mili ve cumhuriyetçi bir iktidarın iş başına gelmesi gerekmektedir . Vergi ödemeyen özel sektör yabancı sektör haline gelirken , milli ekonominin tasfiyesinde de aracı olarak kullanılmıştır .
Özel sektörün vergi ödememesi yüzünden bütçenin gelirlerini sağlayacak vergiler dolaylı yollardan Türk halkının omuzları üzerine yüklenmiştir . Türkiye’de her geçen gün geçim sıkıntılarının artmasının sebebi özel sektörün ve yabancı firmaların ödemesi gereken vergilerin halk kitlelerinden zamlar yolu ile alınmasıdır . Örnek olarak içkiye yapılan aşırı zamların, hem İslami politika gösterilerek siyasal destek toplamaya yardımcı olduğu ama aynı zamanda sahte içkilerin piyasadaki aşırı pahalılığı önlemek üzere devreye girmesi yüzünden yüzlerce insanın ölmesine giden yolları açtığı görülmüştür . Sınırlarının çevresi petrol dolu bir ülke olan Türkiye’de dünyanın en pahalı benzininin satılması da , bütçedeki vergi gelirlerindeki eksikliğin zamlar yolu ile yoksul halk kitlelerinin sırtına bindirildiğini göstermektedir . Bu gibi çarpıklıkların önlenmesi için geliştirilecek bir milli maliye programı aracılığı ile özel sektör kuruluşları doğru dürüst vergilendirilmeli ve uluslar arası tekelci firmalar ciddi vergi uygulamalarına bağlanarak açık bütçenin gelir kaynaklarının tamamlanması gerekmektedir . Büyük şirketlerin siyaseti finanse etmesi yolu ile işbaşına gelen siyasal kadroların arkasında hep büyük şirketler olduğu için ,halktan yana doğrudan vergilendirme değil ama şirketlerden yana dolaylı vergilendirme yollarına öncelik tanınmaktadır . Böylesine bir çarpıklık devam ettiği içindir ki , küreselleşme sürecinde %I aşırı zengin ile %99 yoksullaşan halk kitleleri karşı karşıya getirilmiştir . Bu durumu önleyecek bir ulusal vergi politikasının acilen uygulama alanına getirilmesi gerekmektedir . Adil vergilendirme ve hakça bölüşüm yeni vergi reformunun ana kuralı olmalıdır .
Ülke ekonomisinin piyasalar üzerinden denetimine son verilerek yeniden Türk halkının ulusal çıkarları doğrultusunda devlet merkezli bir uygulamaya geçilebilmesi için kamu sektörünün genişletilmesi gerekmektedir . Özelleştirmenin yabancılaştırma anlamına geldiği ve bu yoldan küresel şirketlerin ülke içlerine girerek emperyal bağımlılık ilişkilerini örgütlediği görüldüğü için , bu durumu önlemek üzere ülke gereksinmeleri doğrultusunda çeşitli alanlarda Kamu Ekonomik Kuruluşlarını yeniden oluşturacak bir milli kamu ekonomisi programına gerek vardır . Bu doğrultuda , milli ekonomiyi koruyacak biçimde bir Dış Ekonomi Bakanlığı kurularak , küresel şirketlerin yönlendirmelerini devlet adına karşılayacak ve ilişkilerin daha dengeli bir biçimde geliştirilmesine yardımcı olacak yeni bir yapılanmanın bir an önce başlatılması gerekmektedir . Bir dönem kurulmuş olan Dış Ekonomik ilişkiler Bakanlığı aracılığı ile geliştirilecek milli ekonomiyi koruma programları ,piyasa üzerinden gelebilecek dış ekonomik saldırılara karşı koyacak korunma metotlarının devreye sokulmasında yararlı olacaktır . Küresel ekonomik saldırılara karşı bütün bakanlıklar işbirliği yaparak ülke ekonomisini ayakta tutabilmeli ve beklenmedik ekonomik kriz senaryolarının önüne geçebilmelidir .
D- EĞİTİM VE KÜLTÜR
Eğitim ve kültür birbirine bağlı olan ve birbirini etkileyen iki alandır . Bu nedenle bir ulusal program da birlikte ele alınmalarında fayda bulunmaktadır . Türkiye’de hem eğitim hem de kültür herkesin el attığı ve bu yüzden de karma karışık bir duruma getirilen iki alandır . Aslında her ülkenin ve devletin kendi eğitimine ve kültürüne sahip çıkma ve bunları yeniden üretme hakkı doğal olarak vardır .Ne var ki , dünya film piyasasının % 90 nını kontrol eden Holywood başta olmak üzere batılı emperyal merkezler hem kendi kültürlerini hem de kendileri açısından yararlı buldukları eğitim programlarını , medya ve basın organları üzerinden dünya halklarına empoze etmekteler ve bazen da zorla bu programları devreye sokarak , dünya ülkelerini ciddi dayatmalar ile karşı karşıya bırakmaktadırlar .
Türkiye’nin batıya açılmasıyla birlikte cumhuriyetin kurucu kadrolarının temellerini atmış olduğu kamusal eğitim düzeni çökertilmiştir . İşin içine sermaye girdiği zaman , Türk devletinin ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda eğitim ve kültür alanlarını yönlendirmesi önlenmiş ve ortaya kamu ve özel karışımı bir kargaşa ortamı çıkmıştır . Cumhuriyetin bireyleri özgürleştirme ve bilinçli yurttaş yetiştirme yönünde yapılandırmayı hedeflediği milli eğitim sistemi iç ve dış baskılar ile çökertildiği için ,bugün Türkiye’de tutarlı bir eğitim ve kültür düzeninden söz edebilmek mümkün değildir . İsminde “Milli “ kavramı bulunan Milli Eğitim Bakanlığı küresel plan ve projelere angaje olarak son yıllarda Türkiye’yi dışırıdan yönlendirme programlarına eğitim alanında yönlenerek , Milli Eğitim yerine yabancı eğitim uygulamalarına alet olmuştur .İlerleyen teknolojinin çeşitli verilerini kullanan yabancı plan ve programlar , küreselleşme görünümünde uygulama alanına aktarılırken , milli eğitim ile ilgili eski bakanlık uygulamaları ve programlarına son verilerek eğitimden uzak tutulan milli kavramının geriletilmesi sağlandığı için , Türk milletinin gelecekteki kuşaklarını yetiştirecek bir milli yapılanma eğitim alanından dışlanmıştır .Bu nedenle , ulusal bir program aracılığı ile Milli Eğitim alanındaki Türk milletinin milli yapısına son veren küresel uygulamalara son verilmesi gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kurulmuştur . İmparatorluğun yıkılışından sonra bir ulusal kurtuluş savaşı veren Türk milleti ,savaş alanında emperyalizme karşı tam bir dayanışma içerisinde anti emperyalist bir mücadele vererek uluslaşmanın temel adımını atmıştır .Cumhuriyetin kuruluşu sırasında açılmış olan Millet mekteplerinde milli eğitime önem verilmiş, bu okullarda hem Türkçe hem Latin alfabesi hem de millet olmanın esasları Türk milletinin genç kuşaklarına öğretilmiştir . Cumhuriyeti ilan eden Kuvayı Milliye harekatı Türk milletinin geleceğini bir devlet çatısı altında kurumlaştırırken , Millet Mektepleri ile Türk milletinin uluslaşmasının ilk adımı tamamlanmıştır . Ne var ki , daha sonraki dönemlerde Millet Mekteplerinin çalışmaları engellenmiş ve dış baskılar ile , önce Millet Mektepleri daha sonra Halkevleri ve sonunda da Köy Enstitüleri kapatılmıştır .Orta çağ toplumundan çağdaş bir ulus ve cumhuriyet devleti çıkartan Kemalist devrim eğitim yolu ile kendisini geleceğe dönük üretmiş ve cumhuriyet eğitimi aracılığı ile cumhuriyetin genç kuşakları yetiştirilmiştir . Kuruluş dönemindeki eğitim çalışmaları ile Türk ulusunun doğuş aşaması tamamlanmıştır . Şimdi bu uluslaşma sürecinin tamamlanması gerekmektedir . Bu nedenle , Türk devletinin ikinci bir uluslaşma planını kararlı bir biçimde uygulama alanına getirmesi gerekmektedir .
Türk ulusunun uluslaşma sürecinin tamamlanabilmesi için , Kültür Bakanlığının adının Milli Kültür Bakanlığı olarak değiştirilmesinde ulusal yarar vardır . Cumhuriyet devletinde öncelik milli kültürün olduğu zaman hiçbir emperyalist güç milli devleti yıkabilecek bir toplumsal ortam bulamaz . Ama milli kültür yerine yabancı kültüre öncelik verilirse , sinema ve televizyonlar da % 90 oranında Amerikan ürünü filmler ve programlar yayınlanırsa , genç kuşakların kafası karıştırılmakta ve böylece uluslaşma sürecinin dışına genç kuşaklar çıkartılarak ulus devletlerin toplumsal tabanları silinmektedir . Bu nedenle , Kültür Bakanlığının adının değiştirilmesiyle birlikte bir Milli Kültür Programının da uygulamaya aktarılması zorunlu görünmektedir.
Türkiye’de cumhuriyet rejimi örgün eğitim kadar yaygın eğitime de özel bir yer vermiştir . Cumhuriyetin ilk yıllarında bir millet yaratma doğrultusunda Millet Mekteplerine öncelik verilirken , daha sonraki aşamada devlet yapısının halkçı bir tabana sahip olabilmesi doğrultusunda Halkevleri kurulmuş ve kısa zamanda beş binden fazla şubeye ulaşarak yurdun her köşesinde bir halk eğitimi merkezi oluşturulmuştur .. Hiçbir şeyin bulunmadığı Anadolu topraklarında bir çağdaş devrim yapılırken , ülke nüfusunun halkçı bir anlayış ile ele alınması sağlanmıştır . Yirminci yüzyılın ortalarına kadar sürdürülen Halkevleri çalışmaları ile Anadolu nüfus yapısının içinde bulunun etnik ve dinsel kökenler geride bırakılarak halkçılık anlayışı çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti için çağdaş bir halk yaratılmaya çalışılmıştır . ABD’nin bu bölgeye gelmesiyle birlikte Köy Enstitüleri ile birlikte kapatılan Halkevlerinin ortaya çıkardığı eksiklik daha sonraları dini cemaatların devreye sokulmasıyla , kuran kursları üzerinden Türk halkı yeniden ortaçağın ümmet toplumuna dönüştürülmeye çalışılmıştır . Bugün gelinen noktada Köy Enstitüleri ve Halkevleri kapatıldığı için Türk toplumu çağdaş bir cumhuriyet devletinin halkı olmaktan çıkmış , cemaatlar üzerinden bir orta çağ toplumu oluşumu yeniden gündeme getirilmiştir .Bu durumun önlenebilmesi için Halkevlerinin kanun yolu ile bir kamu kurumu olarak yeniden kurulması sağlanmalıdır . Ülkede etnik köken tartışmalarıyla ülkenin bölünmeye gitmesinin önlenebilmesi için kanun ile bir kamu kurumu olarak kurulacak Halkevlerinde , Türk halkı yeniden çağdaş cumhuriyet devletinin halkı olarak yetiştirilmelidir . Bu doğrultuda bütün vilayetlerde açılmış olan kültür merkezlerinin kanunla yeni kurulacak Halkevlerine devri gerçekleştirilmeli ve her Halkevi bulunduğu il ya da ilçede Türk halkını kaynaştıran eğitim ve kültür programları ile yeniden bir yaygın eğitim seferberliğinin merkezi konumuna getirilmelidir .
Halkevleri ile ilgili olarak yapılan değerlendirmelerin benzeri Köy Enstitüleri için de yapılabilir . İkinci dünya savaşının getirdiği içe kapanma dönemindeki durgunluğun aşılabilmesi ve kırsal kesim insanının geleceğe hazırlanarak ülkede topyekün bir tarımsal kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi amacıyla kurulmuş bulunan Köy Enstitülerinde Anadolu’nun dört bir yanından seçilerek alınan öğrenciler iş içinde eğitim , eğitim içinde iş anlayışı doğrultusunda eğitilerek geleceğin toplumsal ve ekonomik önderleri olarak yetiştirilmeye çalışılmıştır .Amerikan emperyalizmi tarafından Türk toplumu din üzerinden teslim alınmaya çalışılırken , bu kurumlar komünist yuvası ilan edilerek kapatılmış ve böylece cumhuriyet rejiminin kırsal alana giderek köyü ve köylüyü uyandırması ve üretime geçerek canlandırması atılımları önlenmiştir . Bugün gelinen yeni aşamada tıpkı Halkevleri boşluğunun yarattığı olumsuzluklar gibi benzeri değerlendirmeler Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla ilgili olarak yapılabilmektedir . Halkevleri ve Köy Enstitülerinin kapatılmalarıyla meydana gelen boşluklar , kuran kursları cemaat yapılanmaları ile doldurulduğu için Türk toplumu pozitif bilimsel çizgiden uzak bırakılmaya çalışılmıştır .Ne var ki , bugün ülkenin her köşesinde açılmış olan üniversitelerden yararlanılarak , Köy Enstitülerinden gelen boşluğun doldurulması doğrultusunda yeni çalışmalar yapılabilecektir . Özellikle kırsal kalkınmaya elverişli bölgelerdeki üniversitelerde açılacak benzeri enstitüler ya da meslek liseleri aracılığı ile yeniden geleceğin kırsal kesim önderlerinin buralardan yetiştirilmelerine öncelik verilmelidir . Köy Enstitüsü mezunlarının oluşturdukları dernek ve vakıflar aracılığı ile zamanında Köy Enstitüleri merkezi olan Hasanoğlan bölgesinde , cumhuriyetin halkçı eğitim birikimini bugünlere ulaştıracak bir Hasan Ali Yücel Üniversitesi devlet eli ile kurulmalıdır .
Küresel emperyalizm eğitim alanını devletin elinden alarak bir ticaret alanı olarak yeniden düzenleme çabası içindedir . Böylece devletin elindeki kamu okullarını elinden çıkarması ve eğitimin özelleştirilmesi görünümünde küresel şirketlerin ticaret alanı haline dönüştürülmesi ile ulus devletlerin kendi uluslarını yeniden üretecekleri bir sürecin önü kesilerek, ulus devletlerin tasfiyesi hedefi zorlanmaktadır. Bu nedenle, küresel emperyalizmin dümen suyunda eğitim yaparak Türkiye’nin sömürgeleştirilmesinin toplumsal tabanını oluşturmaya çalışan özel eğitim kurumlarının devletleştirilerek , anayasada var olan cumhuriyetin temel ilkeleri doğrultusunda hareket etmeleri sağlanmalıdır .
Eğitim alanının bir kamusal alan olduğunun öncelikle kabül edilmesi gereklidir . Bunun benimsenmesi sonrasında eğitimin parasız olması ve toplumun her kesiminden gelen gençlere aynı düzeyde etkin ve kaliteli eğitimin verilebilmesi sağlanmalıdır .Eğitimin parasız olabilmesi için devletin bu alanda bir altyapı örgütlenmesini tamamlaması gerekmektedir . Daha önceki yıllardan gelen özel eğitim kurumlarının kamulaştırılması ,anayasada güvence altına alınacak eğitim hakkının korunması doğrultusunda atılacak adımlar sonucunda gerçekleştirilmelidir .Eğitimin her alanda parasız olması bu alandaki hakların gerçekleştirilmesi açısından önem taşımaktadır .Devlet kendi kamusal alanını düzene koyarken , bir kamusal hak olan eğitim ve öğretim haklarının en üst düzeyde gerçekleştirilmesine öncelik verilmelidir .
Türkiye cumhuriyetinin en önemli özelliklerinden birisi de cumhuriyet eğitiminin birliğinin sağlanması olmuştur . Osmanlı İmparatorluğu döneminde devletin yapısı laik olmadığı için bütün cemaatlar ve tarikatlar kendi aralarında örgütlenerek cemaat mensuplarının eğitimlerini gerçekleştiriyorlardı . Bu nedenle , bir eğitim birliği yoktu . Cumhuriyet rejiminde ise ,Fransız devriminden geldiği gibi laik bir devlet kurulduğu için eskisi gibi cemaatların kendi okullarını açarak eğitim yapmalarına izin verilmiyordu. Yeni devlet bir ulus devlet olarak kurulduğu için toplumun uluslaşması doğrultusunda tek modele dayanan bir eğitim yapılanması hedefleniyordu .Bu doğrultuda eğitimin birliği anlamına gelen Tevhid-i Tedrisat kanunu çıkartılarak bütün toplumun devletin öncülüğünde tek tip eğitimden geçmesi isteniyordu . Laik bir devletin toplumsal tabanının da benzeri bir biçimde din dışı yapılandırılması gerekiyordu . Cumhuriyet devriminin felsefesini hayata geçiren ve ,toplumun bu alandaki gereksinmelerini karşılayan bir ulusal eğitim düzeni Türkiye cumhuriyetinin öncelikle gerçekleştirmeye çalıştığı bir amaçtı . Ne var ki , eğitim alanında özelleştirmelerin yapılması üzerine dini cemaatların kendi okullarını kurmalarının yolları dolaylı olarak açılmıştır . Bu yüzden bugün gelinen noktada , cumhuriyet rejiminin ilk olarak çıkarmış olduğu eğitimin birliği yasasına aykırı bir durum vardır . Böylesine çelişkili bir durumun bir an önce sona erdirilmesi ve yeniden eğitimin birliği yasası doğrultusunda cumhuriyet eğitimi çerçevesinde genç kuşakların ayırım gözetmeksizin eğitimlerini tamamlamaları sağlanmalıdır .
Atlantik emperyalizminin ve İsrail siyonizminin dünyanın merkezi alanında yayılan İslam coğrafyasında yeniden hegemonya kurma girişimleri sonucunda Türkiye’de son yıllarda gündeme getirilmiş olan dini esaslara uygun eğitim örgütlenmelerinin yeniden cumhuriyet rejiminin laik,ulusal ve çağdaş yapılanmasına uygun bir aşamaya getirilmesi için Atatürk döneminde olduğu gibi yeni bir aydınlanma seferberliğine gereksinme vardır . Kemalist devrimin getirmiş olduğu cumhuriyet düzenine uygun bir çizgide çağdaş eğitimin bilimsel esaslara dayanması ve modern dünyanın yapılanmasına paralel bir çizgide geliştirilmesi bugünkü cumhuriyet hükümetlerine düşen öncelikli bir görevdir . Cumhuriyet rejiminin varlığını koruyabilmesi ve geleceğe dönük yaşayabilmesi ancak , genç kuşakların cumhuriyet düzenine uygun bir eğitimden geçmesi ile mümkündür . İslam coğrafyasını ele geçirmeye yönelik strateji ve politikaların Türkiye’nin cumhuriyetçi eğitim düzenine zarar vermesine izin verilmemelidir .
Küresel sermayenin dünya imparatorluğunu hedeflediği bir aşamada ulus devletlerin varlığı tehlikeye girmektedir . Bu nedenle , ulus devletlerin varlıklarını geleceğe yönelik bir çizgide koruyabilmeleri için ulusal eğitime önem vermeleri gerekmektedir . Her yurttaşın temel hakkı olan eğitimin toplumun ve devletin ulusal çıkarları doğrultusunda ele alınarak düzenlenmesi gerekmektedir .Küresel sermayenin uluslar arası sömürü düzenine karşı çıkacak , uzaktan kumandalı saldırılara karşı dik durabilecek cumhuriyetçi nesillerin yetiştirilebilmesi için eğitimin kesinlikle ulusal olması gerekmektedir . Bir ülkenin ya da ulusun çıkarları doğrultusunda dünyaya bakılması ve ortaya çıkan yeni durumların bilimsel açıdan değerlendirilerek yeni kuşaklara bu doğrultularda ulusal bir eğitim birikiminin aktarılması gerekmektedir . Yabancı dil eğitimine dünyayı anlamak için ağırlık verilebilir ama yabancı dilde eğitim yaparak vatandaşların kendi milli dillerinden uzaklaştırılmaları kabül edilemeyecek bir durumdur . Ulusal eğitim milli dil ile yapılırken , dünyanın kavranabilmesi ve diğer ülkelerdeki gelişmelerin izlenebilmesi içinde iyi ve kaliteli bir çizgide yabancı dil eğitimi yapılabilmelidir . Sadece batı dillerinin değil ama dünya haritasında yer alan diğer büyük ve önemli ülkelerin dillerinin de eğitim sistemi içinde yer almaları ülke yararı açısından katkı sağlayacaktır .
Gelişmiş batı ülkelerinde görüldüğü gibi , yaşam boyu eğitim programlarının geliştirilebilmesi için her şehir ya da ilçede yaşam boyu eğitim merkezleri kurulmalıdır . Bu merkezlere değişik konularda eğitim görmek isteyen insanların istedikleri eğitimleri alabilmeleri için farklı programlar geliştirilebilmelidir . Gençlere olduğu gibi orta yaş kuşaklarına ya da emeklilik çağına gelmiş olan insanlara yönelik eğitim programlarına yaşam boyu eğitim anlayışı içerisinde yer verilebilmelidir . Üniversiteler ya da meslek okulları ile işbirliği yapılarak geliştirilecek değişik eğitim programları yaşam boyu eğitim merkezleri aracılığı ile her yerde ve alanda uygulanabilmelidir .
Yüksek öğretim düzeni yeniden ele alınarak bugün gelinen aşamadaki bilgi düzeyi doğrultusunda yeniden bir değerlendirme yapılmalıdır . Yüksek Öğretim Kurumunun kamu yararına ulusal eğitimi hedefleyen bir çizgide yeniden örgütlenebilmesi için ilgili yasalarda değişikliklere gidilmelidir . Ülkede her il merkezinde üniversite açılması tamamlanmış ve onlarca özel üniversite büyük şehirlerin çeşitli mahallerinde oluşturulmuştur . Her yere üniversite açılırken gençlerin ihtiyaçlarının karşılanmasına öncelik verilmiştir . Ne var ki , gerekenin üzerinde bir rakama ulaşan üniversite sayısında cemaatların rolü olduğu görülmüştür . Eğitimin birliği ilkesine aykırı bir biçimde cemaat üniversitelerinin açılması toplumun giderek laik devletten uzaklaşmasına neden olmuş ve bu doğrultuda cumhuriyetin eğitimde birlik ilkesi yasalara aykırı bir biçimde devre dışı bırakılmıştır . Üniversitelerin dışa açılmaları sağlanırken , eğitimin bir ticaret konusu olmasına izin verilmemeli ve asıl işin eğitim olduğu her zaman için hatırlanmalıdır . Üniversitelerde uzmanlaşmaya ağırlık verilmeli , yüksek lisans ve doktora eğitimi hakkı gelişmiş büyük üniversitelere tanınmalı ve her yeni açılan üniversitenin yüksek lisans ticaretine yönelmesi önlenmelidir . Ayrıca , yüksek öğretimde hoca eksikliğinin giderilebilmesi için , Ankara ‘da YÖK’e bağlı olarak görev yapacak bir Yüksek Öğretim Akademisi kurulmalı ve bu merkezde , Anadolu üniversitelerinin hoca ihtiyacını karşılayacak biçimde yüksek lisans ve doktora eğitimleri genç akademisyenlere verilmelidir .
Eğitimin yanı sıra kültür alanında da yeni bir atılıma ihtiyaç vardır . Kültür Bakanlığının yeniden ele alınarak düzenlenmesi Türk kültürünün gelişimi açısından zorunludur . Turizm’den ayrılacak Kültür Bakanlığının Türk kültür dünyasında reform yapacak düzeyde daha etkili bir örgütlenmeye kavuşturulması zorunludur . Türk Sanat Kurumu adı altında bir kamu kurumunun kurulması bakanlığı ortadan kaldıracak bir çizgide değil ama bakanlığın çalışmalarını tamamlayacak bir doğrultuda ı sağlanmalıdır . Ayrıca , telif hakları sorununun gelişmiş ülkelerde çözülmesi gibi bir adım atılmasıyla, Düşünce Hakları Kurumu adı altında yeni bir kamu oluşumu bir an önce tamamlanmalıdır . Türk Patent ofisinin kurulmasıyla patent hakları nasıl güvence altına alındıysa , Düşünce Hakları Kurumunun kurulmasıyla da telif hakları düzeni hukuki bir yapıya kavuşturulacak ve Türkiye’de böylece kültür eserlerindeki korsanlık bütünüyle önlenebilecektir . Ayrıca , yazarlar ,yayıncılar ile dağıtımcılar arasındaki meselelerin çözüme kavuşturulmasıyla birlikte , üretilen bütün kültür ve sanat eserlerinin okuyucu ya da izleyiciye ulaştırılabilmesi açısından resmi bir kamu kurumu olarak Yayın Dağıtım Kurumunun kurulması da , kültür alanındaki sorunların çözümü açısından yararlı olacaktır . Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih kurumunun Atatürk’ün yadigarları olarak yeniden eski özgür statülerine kavuşmaları sağlanmalıdır . Atatürk Kurumu Dil ve Tarih Kurumlarının ayrılmasından sonra yeniden düzenlenerek , Türk dünyasına dönük çalışabilmesi için daha güçlü bir yapılanmaya dönüştürülmesi sağlanmalıdır .Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş bir cumhuriyet rejimi olarak sahip olduğu birikimin bütün Türk dünyasına dönük yeni bir model yapılanma olabilmesi için , Atatürk Kurumu öncü olabilecek bir çizgide yeniden örgütlenmelidir .
Dünya tarihinin en önemli ülkelerinden birisi olan ,Türkiye topraklarında ilk çağlardan kalma çok büyük tarihi eserler ve önemli şehirlerin kalıntıları vardır .Bunların bir kısmı yüzyıllar boyunca toprak altında kaldığı için Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve kültürel eser kaçakçılarının en çok aktif oldukları ülkelerin başında gelmektedir . Anadolu topraklarındaki tarihi eser zenginliğinin Avrupa kıtasının üç misli olduğu öne sürüldüğü için , Türkiye sınırları sürekli olarak tarihi ve kültürel eser kaçakçılığına alan olmaktadır .Bu durum dikkate alınarak , Akdeniz ülkelerinde görülen kültür polisi uygulamasının gündeme getirilmesi ve devletin Türk topraklarından yapılmakta olan tarihi ve kültürel eser kaçakçılığının, kültürel alan güvenlik örgütü oluşturulması sayesinde geride bırakması düşünülmelidir . Böylesine bir yeni güvenlik örgütünün aynı zamanda Turizm merkezleri için de devlet adına görev yapması da mümkün olabilecektir .
E- SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK
Küresel emperyalizm tıpkı eğitim alanında olduğu gibi doğal yapısı gereği bir kamusal alan olması gereken sağlık alanını da gerçeklere aykırı bir biçimde devletin elinden alarak özelleştirme görünümünde ticaret alanına dönüştürmeye yönelmiştir . Hayata gelen herkesin en doğal hakkı olan sağlık hakkının varlığını görmek istemeyen para babaları , sağlık alanını da kendi özel ticaret alanına dönüştürerek devletlerin kendi vatandaşlarına sağlamaya çalıştığı sağlık yardımlarını ortadan kaldırabilmenin arayışı içine girmişlerdir . Amerikan ilaç şirketlerinin zamanla çok büyüyerek bütün sağlık sektörünü ellerine geçirmesinden sonra sağlık alanı bu tekelci şirketlerin elinde özel kazanç alanı olarak yeniden düzenlenmeye çalışılmıştır. Küresel şirketler içerisinde çok güçlü bir konuma gelen Amerikan ilaç tekellerinin saldırıları yüzünden , sağlık alanı insanların yaşam haklarını güvence altına aldıkları bir kamusal alan olmaktan çıkartılmaktadır . Öncelikle bu durumun önlenmesi ve daha sonra da sağlık ve yaşam haklarıına uygun bir çizgide sağlık alanının yeniden bir kamusal alan olarak düzenlenmesi gerekmektedir .
Küresel emperyalizmin temsilcisi olan ilaç firmaları ile yapılmış olan patent antlaşmaları büyük ilaç vurgunlarına neden olduğu için bunların öncelikle iptal edilmesi gerekmektedir . Piyasada var olan ilaçlara benzer ilaçların Türkiye’de üretilebilmesini sağlayarak Türk ilaç endüstrisinin gelişmesi de sağlanmalıdır . Ayrıca ,milli güvenliğin gereği olarak yıllardır piyasada var olan temel ilaçların ve bu doğrultuda kullanılan aşıların Türkiye’de üretilmeleri de sağlanmalı ve böylece sağlık alanındaki tekellerin ilaç üzerinden vurgun yapmalarının önüne geçilmelidir . Dünya Sağlık Örgütü ve diğer uluslar arası sağlık kurumları ile işbirliği içerisinde çalışacak bir Türk Tıp Kurumu daha fazla zaman geçirmeden kurulmalıdır .
Küresel leşme programı çerçevesinde Türkiye’deki hastaneler ve sağlık düzeninde yapılan reform tam bir başarısızlık ile sonuçlanmıştır . Devlet hastanaleri ile birlikte üniversite hastanelerine de el konulurak bunların özelleştirilme görüntüsü altında Amerikan ilaç şirketlerinin kontrolu altındaki uluslar arası sağlık firmalarına devredilmeleri oyunu ortaya çıkınca , sağlık dünyasında büyük tepkiler gündeme gelmiş ve kapitalist sistemin istediği özelleştirilmiş sağlık düzeni kurmak üzere uzun süre işbaşında kalan bakan istifa ederek ayrılmak zorunda kalmıştır . Sağlık alanında özelleştirme amacıyla el konulan hastaneler ortada kalınca bu kez , Kamu Hastaneleri Birliği adı altında ne olduğu belli olmayan , başarısız özelleştirme programının ortaya çıkardığı sorunları aşmak üzere geçici olarak örgütlenen bir kurum halkın karşısına çıkartılmıştır . Üniversite hastanelerine de özelleştirme için el konulması Tıp alanındaki eğitim düzenini çökertirken , bakanlıkların elindeki hastanelerin de yeni kurulan bir kuruma devredilmesiyle de ortaya bir çok karışıklık yaratan sorun çıkmıştır . Küresel sermaye Türkiye’nin sağlık düzeni ile kendi çıkarları doğrultusunda oynarken uzaktan kumandalı bir biçimde oynarken , yoksul Türk vatandaşlarının hem sağlık hem de yaşam haklarını tehlikeye atacak kadar eski kamu düzenini bozmuştur . Bu durumun bir an önce düzeltilebilmesi için üniversite hastanelerinin yeniden rektörlüklere devredilerek tıp eğitim düzeninin yeniden kurulması gerekmektedir .
Kamu Hastaneleri Birliği bir kamu kurumu olarak kurulurken , sağlıkta özelleştirme girişimlerinin başarısız kalması ve eski düzenin çöküşü nedeniyle böylesine bir adım atılmıştır . Her bakanlığın ya da belediyenin kendi hastanesini kurması gibi bir süreçte , bunun dışında kalan kamu kurumlarını da düşünerek konunun kamusal alanda yeniden bir düzene kavuşturulabilmesi için Kamu Hastaneleri Birliği gündeme gelmiştir . Önceleri özelleştirmeler yüzünden geçici olarak ortaya çıkan bu birliğin zamanla kalıcı olacağı ortaya çıkmıştır . Sağlık alanında bütünüyle özelleştirmelerden vazgeçilmesiyle ortaya çıkan sağlık alanının kamusal bir yapılanma içerisinde düzenlenmesiyle Kamu Hastaneleri Birliği , devletin sağlık kamusal alanı ile ilgili temel örgütlenmesi olarak öne çıkmıştır . Üniversite hastanelerinin ihtiyaçları ise Yüksek Öğretim Kurulunun yeni aşamada oluşturacağı örgütlenme ile karşılanacaktır . Tıp eğitimi ile hastane hizmetleri arasındaki eşgüdümün yeni dönemde YÖK çatısı altında ilgili bir birim tarafından tamamlanmasına ,Sağlık Bakanlığının ilgili birimlerinin de katkıda bulunması gerekmektedir . Sağlıkta reformun , küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda değil ama insan haklarının en üst düzeyde geliştiği bir aşamada sağlık hakkı doğrultusunda olacağı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır . Gerçeklerin aşırı kazanç uğruna görmezden gelinmesiyle reform yapılamamış ,yeniden eskisi gibi bir kamusal alan düzenlenmesi gündeme gelmiştir .
Bütün insanların sağlıksız durumlardan kurtarılarak sağlık hakkı doğrultusunda gereken kamu hizmetlerine sahip olabilmeleri doğrultusunda devletin engelleri kaldıran bir yaklaşım içerisine girmesi gerekmektedir . İnsan sağlığının korunabilmesi için koruyucu hizmetlerin düzenli olarak yürütülmesi zorunludur . Sağlık hakkı öncelikle yaşama hakkını güvence altına alırken daha sonra da çalışma ve diğer hakların düzene konulmasında katkı sağlamıştır . Küreselleşme sürecinin getirmiş olduğu yeni liberal saldırılar karşısında sağlık hakkının temel alınması ve bu haktan yola çıkarak diğer benzeri hakların korunması gerekmektedir .
Yeterli bir sağlık reformu için devlet bütçesinin daha da genişletilmesine ihtiyaç bulunmaktadır . Varlıklı insanların bazı asgari düzeydeki masraflara katkısının sağlanması , sağlık hakkı ile ilgili olarak devletin altına girmiş olduğu harcama yükünün biraz olsun azaltılması içindir . İnsanlar en doğal hakları olan sağlık hizmetlerini alırken muhtaç durumdaki insanlara yeşil kart uygulamalarının en üst düzeyde yapılması gerekmektedir . Sağlık hizmetleri ucuzlatılırken , ilaç masraflarının karşılanmasında da devlet uygulamalarının genişletilmesi zorunlu görünmektedir . Üniversite hastanelerinde eğitim gören geleceğin hekim adaylarının masraflarının da bir kısmının devlet tarafından karşılanması sistemin güçlendirilmesine yardımcı olacaktır .
Koruyucu sağlık hizmetlerinin kişilere yönelik ya da çevreye yönelik olmak üzere iki başlık altında ele alınması ve zaman içerisinde gelişmelerinin sağlanması gerekmektedir . Kişilere yönelik koruyucu hizmetlerde sağlık eğitimi ,erken tanı,aile planlaması bağışıklık ve beslenmenin düzeltilmesi ile ilgili hizmetlerin bir bütünsellik içerisinde yürütülmesi gerekmektedir . Çevreye yönelik koruyucu hekimlik çalışmalarında da temiz suya ulaşma , tuvaletlerin düzeni ,barınak ve besin hijyenlerinin sağlanması ,erozyonların önüne geçilmesi ,ilk yardım ve acil tedavi hizmetleri ile hasta sevki hizmetlerinin belirli bir düzen çerçevesinde yönlendirilmesi gerekmektedir . Son yıllarda geliştirilen aile hekimliği kurumunun koruyucu hekimlik çizgisinde toplum hekimliği gibi geliştirilebilmesi ve ana – çocuk sağlığında daha etkin sonuçlar alabilmek için , sağlık alanındaki kamu hizmetlerinin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir .
Tedavi edici sağlık hizmetlerinin daha da geliştirilerek en üst düzeyde örgütlenebilmesi için hem bölge hem de ihtisas hastanelerine gereksinme vardır . Ayrıca bütün büyük şehirlerde trafik hastanelerinin kurulması acil yardım ihtiyaçlarının karşılanabilmesi açısından gerekli görünmektedir . Temel sağlık hakkı doğrultusunda herkesin genel sağlık sigorta sistemine sahip olabilmesi için gereken önlemlerin alınması gerekmektedir . İlaç gereksinmelerinin karşılanmasında , yabancı şirketlerin hegemonyasının kırılabilmesi için Sağlık bakanlığının öncülüğünde bir ilaç endüstrisi programı uygulama alanına getirilmelidir . Toplumun daha sağlıklı bir duruma gelebilmesi için de halk sağlığı hizmetlerinin daha etkili bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir . Hasta hakları bildirisinin tam olarak uygulanabilmesi için bütün hastaneler de Sağlık bakanlığı denetçilerinin etkin çalışmaları gerçekleştirilmelidir . Böylece sağlık hizmetleri insan haklarına uygun olacaktır .
Sağlık alanında hizmetlerin yürütülmesi sırasında ortaya çıkan sorunların çözüme kavuşturulabilmesi için yüksek sağlık kurulu oluşturulmalı ve ülkede sağlık eğitimi ile sağlık sorunlarının izlenerek çözüme kavuşturulması için çalışmalar yapacak bir Ulusal Sağlık Akademisine gereksinme vardır . Akademi ,ulusal sağlık politikalarının geliştirilmesi ,her alanda sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesini devlet adına izleyecek , sağlık eğitimini en üst düzeyde ele alınması doğrultusunda girişimlerde bulunacaktır .
Dünya nüfusunun artması , artan ihtiyaçların karşılanması doğrultusunda endüstri kirliliğinin artması ,her geçen gün dünyanın doğal yapısının zarar görmesi gibi gelişmeler insanlığın karşısına çevre sorununu yeni bir konu olarak çıkartmıştır . Doğal hayatın bir parçası olan insanlar yaşadıkları doğal çevre ile geçmişten gelen bir doğal bağlantıya sahipken ,bugün giderek artan çevre kirliliği yüzünden doğal ortam ile bağlantıları tehlikeye girmektedir . Enerji sorunun fosil yakıtlar üzerinden karşılanması , üretim yapan fabrikaların baca filtrelerinin tam olarak takılmaması , sanayi üretimini çok daha fazla kazanç elde etmek için artıran fabrikaların hukuk ve sınır tanımayan girişimleri ile birlikte büyük ülkelerin çevre kirliliğini görmezden gelmeleri insanlığın karşısına çok büyük bir çevre sorunu çıkarmıştır . Türkiye’de giderek çevre kirliliğine sürüklenirken bir çevre makro planının acilen devreye sokulması gerekmektedir .
Çevreyi kirletmeyen ürünlere vurulacak yeşil damga uygulamalarının genişletilmesiyle çevre koruma bilincinin artırılması sağlanmalı ve çevre ile ilgili kamu kurumlarının ,çevre kirliliği yaratan kuruluşlara karşı devlet desteği ile daha güçlü bir biçimde mücadele etmeleri sağlanmalıdır . Bütün fabrikaların ve kentlerin arıtma tesisleri kurmaları zorunlu tutulmalıdır . Batı ülkelerinde olduğu gibi çevre atıklarını yakacak tesisler kurarak kentlerin ısınma sorunları çözülmelidir . On katın üzerindeki büyük bina ya da toplu konut yapımını yasak getirilmeli , on kattan yukarı yapılan binaların on kata indirilmeleri belirli bir plan dahilinde yapılmalıdır . Yeşil alanların korunması çevre kuruluşlarının devrede bulunmaları sayesinde gerçekleştirilmelidir . Doğal hayatın korunmasında güvenlik güçlerinin de devreye girmesi sağlanmalıdır . Batı ülkelerindeki çevre polisi ve mahkemeleri uygulamalarına Türkiye’de de başlanmalıdır .
Sosyal güvenlik konusu , küreselleşme süreci sonrasında çok hızlı bir biçimde olumsuz noktalara gelmiştir . Yüksek teknolojinin uygulandığı fabrikalarda işçi sayısı onda bir oranına düşürülmüş ve bu yüzden çok büyük işçi kitlesi işsiz kalmıştır . İşsiz sayısının her geçen daha da büyümesi sonucunda sendikalar büyük miktarlarda üye kaybetmiş ve giderek cılız örgütler konumuna düşürülmüşlerdir . İşsizliğin en üst noktalara tırmandığı küresel emperyalizm döneminde sendikacılık bitme noktasına gelmiş ve bu yüzden de çalışan halk kitleleri işsiz yığınlara dönüşürken , sosyal güvenlik sorunları çığ gibi büyümüştür. Devletlerin sosyal güvenlik bakanlıkları ya da kurumları bu duruma karşı gereken önlemleri almaya çalışırken , Türkiye’deki sosyal güvenlik düzeninin seksen milyonluk nüfusun bütün gereksinmelerini karşılayamayacağı ortaya çıkmıştır . Bu durumda halk kitlelerinin sosyal güvenlik sorunlarının çözüme kavuşturulması ile ilgili yeni bir paket programın devreye konulması zorunluluk kazanmıştır .
Dünyanın gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden birisinin Türkiye olması dikkate alınarak , devletin sosyal güvenlik hizmetlerine bu açıdan da önem vererek yaklaşması gerekmektedir . Açlık sınırında yaşayan orta tabakalar ile , işsizliğe mahkum edilen emekçi kitlelerin bütün sosyal giderlerinin devlet tarafından sırtlanması zorunlu hale gelmiştir . Gerçekci ekonomik paketlerle gelir dağılımı bozukluğunu gidermek sosyal güvenlik sorunlarının çözümü açısından bir başlangıç olacaktır . Kaçak işçi çalıştırarak kayıt dışı ekonomiyi besleyen özel kuruluşların cezalandırılması ile sosyal güvenlik alanında belirli bir ölçüde kamu düzeni sağlanabilecektir . Kalıcı bir sosyal güvenlik düzeninin örgütlenmesiyle toplum içinde sosyal barış kurulacak ve Türk toplumu ulus devletin sağladığı olanaklar ile daha fazla dayanışma içerisinde sorunlarına çözüm arayacaktır . Aktif nüfusun belirli sosyal standartlara kavuşturulmasıyla kamu düzenini sarsabilecek sosyal sorunların ortaya çıkması önlenebilecektir .
Sosyal güvenlik düzeninin yeniden oluşturulmasında bütün yükü devletin üstlenmemesi için , işçi ve memur sendikalarının güçlendirilmeleri gerekmektedir . Yeni çıkarılacak kanunlar ile işçi ve memur sendikalarına daha güçlü yapılanma olanakları tanınırsa sendika üyesi olarak çalışan kitlelerin sorunları daha kolay çözülebilecektir . Çalışan halk kitlelerinin yeniden sendikaların çatısı altında toplanabilmelerinin yolu açılırsa , küresel saldırının yaratmış olduğu yaralar daha hızlı bir biçimde sarılabilecektir . İşçi ve memur kitlelerinin sosyal güvenlik sorunlarının çözümünde sendikaların devrede olması daha güçlü bir yeni sistemin kurulmasına yardımcı olacaktır .Bu doğrultuda Avrupa Birliği çatısı altında getirilen bütün sosyal şartların ve hakların benzerlerinin Türkiye’de de uygulama alanına getirilmesinin desteklenmesi gerekmektedir .
Daha önceleri kurulmuş olan Ekonomik- Sosyal Konsey’in çalışmalarının yeniden düzenlenmesi ve bu kurulda işçi kesimi ile işverenlerin temsilcilerinin birlikte çalışarak ülke içinde öne çıkmış olan sosyal güvenlik sorunlarını hızla çözüme kavuşturmaları beklenmektedir . Sosyal Güvenlik Kurumunun çalışmalarını destekleyecek ve bu alandaki kamu hizmetlerine katkı sağlayacak bir doğrultuda yeni kurumsal yapıların geliştirilmesinde yarar vardır . Meslek kuruluşlarının sendikalar ile işbirliği yapması ve bütün çalışanları bir araya getirecek bir ulusal çalışanlar meclisinin kurulması, bu alandaki sorunların çözümünde halk kitleleri arasında dayanışma sağlanması açısından yararlı olacaktır .
Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençliğe Türkiye Cumhuriyetinin öncelikli olarak sahip çıkması gerekmektedir . Cumhuriyet yönetimi kendi gençliğine sahip çıkarsa, o zaman Türkiye Cumhuriyetini yarın yönetecek olan genç kuşaklar daha kaliteli bir ortamda ve yapılanmada göreve gelebilecektir . Devletin elindeki bütün olanakları Türk gençliğinin iyi bir düzeyde yetiştirilebilmesi için kullanması gerekmektedir . Korunmaya muhtaç gençler için değişik hizmetler örgütlenmeli ve bunlar için yeni merkezler kurularak diğer gençler ile aralarında eşitlik sağlanmalıdır . Gençlerin daha iyi yetişebilmeleri ve boş zamanlarında yararlı çalışmalar yapmalarını sağlayacak gençlik evlerinin bakanlık çatısı altında örgütlenmesi gerekmektedir . Türk gençliğinin sorunlarına sahip çıkacak ve bu doğrultuda çalışmalarını devletin ilgili kamu kurumları ile birlikte sürdürecek bir ulusal gençlik konseyinin kurulması gerekmektedir .Yurt düzeyinde gençlik festivalleri yapmak ve gençleri her tür spor ya da sosyal etkinlik olanakları getirecek yeni bir tür örgütlenme çalışması ,ulusal gençlik konseyi aracılığı ile yerine getirilmelidir .
Bir İslam ülkesi olan Türkiye’de kadının toplumdaki yeri her zaman için tartışma konusu olmaktadır .Geçim sıkıntılarının arttığı son dönemde evlilik içi kavgaların arttığı ve bu gibi çekişmeler yüzünden bir çok kadının hayatını kaybettiği görülmektedir . Bu gibi durumların önlenebilmesi için kadının siyasette , toplumda ve bürokraside konumunu güçlendirerek kadın çalışan sayısının artırılması gerekmektedir . Kadınlar da erkeklerin girdiği bütün okullara girerek onlar ile birlikte okuyabilmeli ve her alanda erkekler gibi yetişebilmelidirler . Kadınları erkeklere muhtaç durumdan kurtaracak düzeyde iş ve çalışma olanaklarına kavuşturmak gerekmektedir . Yasalar ve hukuk makamları önünde erkeklerle birlikte eşit koşullara sahip olan kadınların ,erkeklere karşı korunmaları ile de ilgili önlemlerin alınması zorunludur . Kadınların ahlak dışı yaşamlara sürüklenmemesi ve hayatlarını kaybetmemesi için kadın kuruluşlarının desteklenmesi gereklidir.Bir yandan aile mahkemeleri bir yandan da kadın sığınma evlerinin sayılarını artırmak gerekmektedir . Aile ve sosyal yardım bakanlığının Türkiye’nin aile ve kadın sorunlarının çözümünde Avrupa standartlarını Türkiye’ye getirecek yeni projelere yönelmesinde yarar vardır . Bakanlık ile eşgüdüm sağlayacak bir ölçüde yerel yönetimlerin de kendi bölgelerinde yaşayan kadınlar için sığınma evleri ve benzeri koruma kuruluşları oluşturmalarında da kamu yararı bulunmaktadır .
F- HUKUK VE DİN
Türkiye uluslar arası İslamcı bir anlayış ile millet olmaktan çıkarak yeniden orta çağ döneminde olduğu gibi ümmet toplumuna doğru dönüştürülmektedir . Böylesine önemli bir dönemecin tam ortasına gelindiği bir aşamada hukuk ve din alanlarının birlikte ele alınmalarında , ülkenin ulusal çıkarları açısından büyük yarar vardır . Din adına ortaya çıkanlar hukuk düzenini tehdit ederlerken , hukuk adına ortaya çıkanlar da laik devlet modelinin korunması doğrultusunda din alanını yeniden düzenlemeye çalışmaktadırlar . Hukukçular hukuk devleti içinde dinsel alanı yasal bir düzene kavuşturmaya çalışırken , din adamları ise hiçbir biçimde pozitif hukuku tanımaz bir çizgide hareket ederek , dinin getirmiş olduğu geleneksel adalet anlayışı içerisinde hak ve haksızlıklar ile ilgili sorunları çözmeye çalışmaktadırlar .Orta çağdaki dine dayalı kamu düzeni arayışı küresel emperyalizm tarafından desteklendiği için, Fransız devrimi sonrasında kurulmuş olan laik devlet düzeni ve çağdaş hukuk yapılanmasını din çevreleri bir türlü kabül edememektedirler .Bu durum dikkate alınarak hukuk ve din kesimlerinin temsilcilerinin bir araya gelerek barış içinde birlikte var olma olanaklarını bir büyük toplantı aracılığı ile araştırmaları gerekmektedir .
Anayasası olan her devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti de bir anayasal devlettir ve anayasaya dayanan bir hukuk düzenin üzerinde kurulmuştur . Bu nedenle Türk devleti öncelikle bir hukuk devletidir ve her türlü işlemi kesinlikle hukuka dayanmak zorundadır . Anayasa ve yasalardan kaynaklanmayan hiçbir yetki kullanılamaz .Gene anayasa ve yasalara dayanmayan hiçbir işlem de geçerli olamaz . Devletin içinde yer alan bütün hukuk makamları bu iki esasa göre hareket etmek zorundadır . Ne var ki , uygulamada ise anayasanın her gün çiğnendiği , anayasa ve yasalara dayanmayan bir iş ve işlemin keyfi yaklaşımlar içerisinde gerçekleştirilmeye çalışıldığı görüldüğü için bu durumdan hem Türkiye cumhuriyeti devleti hem de ülkemizdeki hukuk devleti düzeni büyük zararlar görmektedir . Anayasa maddelerinin titizlikle uygulanması , her türlü iş ve işlemin anayasa ve yasalarda belirtilen kurallara uygun olarak yapılması hukuk devletinin gereğidir .Hal böyle olmasına rağmen , ülkede her gün hukuk dışı işlem ve eylemlerin birbiri ardı sıra öne çıkmaları karşısında hukuk makamları ve otoritelerinin bir araya gelerek ülkenin bütün kurumlarını ve herkesi hukuk devleti ilkesine uymaya davet etmeleri gerekmektedir .
Küreselleşmenin getirdiği yeni hukuk uygulamaları hukuk alanına yeni katkılar getireceğine başka handikaplar getirmiştir . Kamu denetçiliği kurumu , idari yargıya paralel bir yapılanma getirerek uygulamada düplikasyonlara yol açmıştır . Hakemlik uygulamaları ise , küreselleşme sürecinde karşı tarafı yabancı olan kesimlere yaramıştır . İsviçre’deki hakemlik merkezi küresel emperyalizmi meşrulaştırırken uluslar arası şirketlerin çıkarlarını ulus devletlere karşı koruyarak , bu durumdan ulus devletlerin zararlı çıkmalarına giden yolu açmıştır . Hakem davalarında kaybeden taraf hep devletler olmuş ,böylece ulus devletlerin tasfiyesi süreci hızlanmıştır . Ayrıca arabuluculuk uygulamaları da bir anlamda devletin resmi hukukunu devre dışı bırakan özel hakemlik kurumuna dönüşme eğilimi göstermiştir . Her üç yeni kurum , küresel emperyalizm tarafından desteklenerek bütün devletlere empoze edilirken , yerleşik devlet yapılarının üretmiş olduğu ulusal hukuk dışlanmış ve denetçi ,hakem ve de arabulucu kişiler üzerinden hukukun bireyselleştirilmesi sağlanmak istenmiştir .Hukuka bireyselleşmeyi getirerek ulus devletlerin hukuk yapılarına zarar veren bu üç kurumun bir an önce kaldırılarak ,ulus devlet hukukuna geri dönülmesi gerekmektedir .
Üst üste yeni kurulmuş bir partinin büyük çoğunluk ile işbaşına gelerek yürütme ve yasama güçlerini denetim altına almasından sonra , çağdaş cumhuriyet devletlerinin ve demokrasinin sigortası olan yargıyı da kendine bağlı kadrolar ile denetim altına almak istemesi üzerine, Türkiye’de hukuk devletinden parti devletine geçiş süreci yaşanmıştır . Daha önceleri iktidar partisi ile ortak hareket ederek devletin bütün güçlerine sızmış olan bir cemaatın bu aşamada iktidar partisi ile karşı karşıya gelmesi de Türkiye’de hem yargının tarafsızlığına hem de hukuk devleti düzenine ters düşmüştür . Bu durumda , Türkiye’de devletin parti denetiminden çıkarak yeniden hukuk devleti konumuna gelebilmesi için , kuvvetler ayrılığı sisteminin öncelikle yeniden ele alınarak daha geniş bir biçimde düzenlenmesi gerekmektedir . Türkiye önümüzdeki dönemde karşılaşacağı bir çok siyasi ve hukuki sorunu ve hatta şimdi yaşanan iktidar ile cemaat çekişmesini ancak güçlendirilmiş kuvvetler ayrılığı sistemi ile aşabilecektir . Böylesine bir yapılanmayı sağlayacak adımların atılabilmesi için bütün hukuk ve yargı organlarının temsilcilerinin bir araya geleceği Türkiye Adalet Platformu bir an önce kurulmalıdır . Ayrıca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ikiye ayrılarak , hakim ve savcıların ayrı kuruluşların çatısı altında birbirlerini denetlemeleri ortamı yaratılmalıdır .
İmparatorluklardan ulus devletlere geçerken , Avrupa ulus devletleri din dışı bir laik düzen içinde örgütlendiği için , Türkiye’de de ulus devletin ilanı ile birlikte laiklik düzeni anayasal bir çerçevede kurulmuştur . İmparatorluk dönemindeki kozmopolit yapılanmadan ulusal bir üniter devlete geçiş gerçekleştirilmeye çalışılmış ve bu doğrultuda din işleri cemaatların elinden alınarak laik devlete verilmiştir . Türkiye cumhuriyeti de din işleri ile ilgili olarak bir uzman kuruluş statüsünde Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur . Bu başkanlık aracılığı ile devletin ve milletin dini gereksinmeleri kamu hizmeti düzeyinde karşılanmaya çalışılmıştır . Ne var ki , ılımlı İslam uygulamaları küresel dönemde dıştan destekli olarak öne çıkınca , bunun üzerine Kemalist devrimin laiklik düzeni tartışılmaya başlanmıştır . Bir yandan Aleviler bu kurumun çatısı altında Sünniler gibi yer almaya çalışmış . diğer yandan da Musevi ve Hrıstıyan dinlerinin mensubu olan gayrimüslüm kesimler ,Vatikan ya da İsrail devletlerinin din işlerini dışarıdan yönetmelerine giden yolların açılmasını istemişlerdir . Osmanlı döneminden kalma gayrimüslüm vakıflarile okulların Hrıstıyan ve de Musevi cemaatların denetimine bırakılması talebi , cumhuriyet rejiminin geçen asrın başlarında getirmiş olduğu laik devlet sisteminden uzaklaşmaya neden olmuştur . Küresel emperyalizmin dinler arası diyalog anlayışı çerçevesinde bir İslam ülkesi olan Türkiye’de din işlerinin yeniden cemaatlara devri ile devletin bu işlerden çekilmesi talebi öne çıkmıştır . Türkiye’de hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin ,hem Sünnilerin hem de Alevilerin yaşaması din ve mezhep çekişmelerine neden olduğu için , cumhuriyetin kurucuları laik devlet düzeni içerisinde sorunu çözmek istemişlerdir . Ne var ki ,Atlantik emperyalizmi ile İsrail siyonizminin İslam coğrafyasını ılımlı İslam modeli ile yönetmek istemeleri yüzünden, Türkiye’de ki laik devlet modeli değiştirilmek istenmektedir . Anayasada her Türk vatandaşına din,inanç ve vicdan özgürlüğünün tanınmasıyla aslında cumhuriyet rejimi sorunu çözmüştür . Bugün gelinen aşamada Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılarak din işlerinin yeniden cemaatlara bırakılması, laik devletin geleceği açısından düşünülemeyecek bir girişimdir . Bu nedenle , Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili kanun yeniden düzenlenerek bu kurumun çatısı altında Dinler Yüksek Kurulu ile Mezhepler Yüksek kurulu gibi iki ayrı yüksek kurulun getirilmesi ve bu organlarda dinler ile mezheplerin ayrı ayrı temsilcilerinin katılması, ülkede yaşanmakta olan çekişme ve çatışmaların aşılması açısından yararlı olacaktır . Komşu ülkelerde var olan mezhepleri yakınlaştırma kurumları gibi kuruluşlar Diyanet İşleri Başkanlığı varken ayrıca kurulamaz ama Diyanet kurumunun çatısı altında bütün din ve mezheplerin temsilcilerinin bir araya gelerek din ve mezhep konularını tartışabilecekleri yüksek kurulların oluşturulması ile bu alana da demokrasi gelecek ve cumhuriyetin çatısı altında bir diyalog ortamı kurulabilecektir . Avrupa’da iki bin yıl boyunca yaşanan din ve mezhep kavgalarının Orta Doğu’ya taşınması, üçüncü dünya savaşı tehlikesi nedeniyle kesinlikle önlenmelidir .
SONUÇ:
21. YÜZ YILDA YEPYENİ BİR CUMHURİYET İÇİN HODRİ MEYDAN