23 Şubat 2019 Cumartesi

“POST-KEMALİZM” ya da “NEO-KEMALİZM” yok. “GÜNCEL KEMALİZM VAR” Prof Dr Anıl ÇEÇEN -Türkiye büyük bir değişim sürecinden geçiyor. - Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra sosyalist sistem dağılırken, benzeri bir girişim de Türkiye üzerine yöneltilerek Atatürk’ün Türk ulusuna armağan ettiği Kemalist Cumhuriyet yıkılmak isteniyordu!..


“POST-KEMALİZM”
YA DA 
“NEO-KEMALİZM”
YOK. 
GÜNCEL KEMALİZM VAR                                                          
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Türkiye büyük bir değişim sürecinden geçiyor. Küresel sermayenin Sovyet sistemini ABD aracılığı ile dağıtmasından sonra içine girilmiş olan küreselleşme döneminde, zorla ve baskı ile batı merkezli bir dünya devleti yaratılmak istenmektedir. Kapitalizm sistemi üzerine kurulmuş olan batı bloğu, sosyalist bloğu tasfiye ettikten sonra bütün dünya ülkelerini kendisine bağımlı kılmağa çalışmış, küreselleşme görünümü altında dünya halklarına tam anlamıyla bir faşist dayatma içerisine girmiştir. Atlantik okyanusunun iki kıyısındaki ülkelerin dayanışması ile ortaya çıkmış olan batı bloğu, küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda dünya ülkelerine saldırıya geçerken, bir daha eskisi gibi farklı alternatiflerin ortaya çıkmasına izin vermeyecek derecede ağır ve baskıya dayanan bir evrensel saldırı ile dünya ülkelerini yeni bir emperyalist sömürü ağına düşürmek istemiştir. Bu doğrultuda küreselleşme süper emperyalizm olarak devreye girerken, bütün dünya ülkeleriyle beraber, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti de, yeni bir saldırı tehdidi ile karşı karşıya kalmıştır. Batı sermayesi dünyaya saldırırken, geçmişten gelen hukuk ve devlet düzenlerini geride bırakacak derecede yıkıcı ve ortadan kaldırıcı bir ortaçağ vahşiliğinin yeni örneklerini 21. yüzyıla girerken sergilemekten kaçınmamıştır.

Küreselleşme döneminde tesadüfen başbakanlık koltuğuna oturmuş olan bir hanım siyasetçi, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetini tasfiye eden emperyalist projelere uygun hareket ederken, son sosyalist devleti yıkıyormuş gibi resmi açıklamalar yapmaktan kaçınmamıştır. Siyaseti bilmeyen bazı zengin yalı çocukları,  desteklerle devletin üst makamlarına getirilip oturtulunca, çok ciddi boyutlarda gariplikler ve ilgisiz açıklamalar sürekli olarak gündeme geliyordu. Doktora ve doçentlik tezlerini başkasına yazdırmaktan çekinmeyen bir hanım siyasetçi, sahip olduğu bilimsel sıfata uygun düşmeyen gerçek dışı beyanlarda bulunabiliyordu. Bu hanım siyasetçi Atatürk’ün devletini son sosyalist devlet olarak tanımlarken, hem Atatürk’ü tanımıyor, hem onun devlet modelini bilmiyor, hem de kendisini kullanan emperyalizmin siyasal oyunlarını göremiyordu. Kemalist devlet yapısını sosyalist devletlerle aynı kategori içerisinde görecek kadar cahil olan bu hanımın önce iktisat profesörü yapılması, daha sonra da Atlantik ötesi desteklerle başbakan yapılması, küresel emperyalist dönemde ciddi biçimlerde kafa karışıklığına neden olabilecek bazı gelişmeleri ortaya çıkarıyordu. Kemalizm’i sosyalizm olarak görecek derecede bilgisiz birisi, sırf kadın olduğu için siyasetin tepesine tırmandırılırken, yalan yanlış bazı beyanlar da bu hanım siyasetçinin ağzından Türk kamuoyuna yansıtılıyordu. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra sosyalist sistem dağılırken, benzeri bir girişim de Türkiye üzerine yöneltilerek Atatürk’ün Türk ulusuna armağan ettiği Kemalist Cumhuriyet yıkılmak isteniyordu.

Sovyet Konfederasyonunun yıkılmasından sonra, içine girilen tek kutuplu dünyada küreselleşme dönemi ilan edilirken, Sovyetler Birliği sonrası döneme, Post-Sovyet dönem olarak isim veriliyordu. Burada post kavramı sonrası anlamında kullanılıyordu. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra post-Sovyet biçiminde bir kavramın kullanılması bir anlamda doğal olarak görülebilir. Ne var ki, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetinin sanki Sovyetler Birliği üyesiymiş gibi bir sosyalist devlet olarak görülmesi ve küreselleşme döneminde diğer sosyalist rejimlere benzer bir biçimde yıkılmak istenmesi, Türk devletini çok zor bir darboğaza sürüklüyordu. Batılı emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri küreselleşme dönemi ile ilgili değerlendirmeler yaparken Post-Sovyet kavramını kullanmaktan fazlasıyla hoşlanıyorlar ve Atatürk’ün Kemalist cumhuriyetini de sosyalist bir devlet olarak gördükleri için de tıpkı Post-Sovyet kavramı gibi post –Kemalist nitelemesini de yapabiliyorlardı. Kemalizm’i bir çeşit sosyalizm olarak gören batılı emperyalistler, Türkiye’deki yerli işbirlikçileri olan neoliberaller aracılığı ile Post-Kemalizm kavramını da yaygınlaştırmağa çalışıyorlardı. Küresel sermayenin denetimi altındaki basın ve yayın organlarındaki köşe başını tutmuş olan neoliberal mandacılar ağız birliği ile Atatürk’e ve onun devlet modeline karşı çıkarlarken, post-Kemalizm kavramını yerleştirerek Türkiye’yi Atatürk sonrasında bambaşka yönlere kaydırmağa çalışıyorlardı. Türkiye’yi Atatürk’ün devlet modelinden uzaklaştırarak, küresel emperyalizmin, Atlantik hegemonyasının ve İsrail Siyonizm’inin bölgesel planları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyetini tasfiye planları, Avrupa Birliği süreci üzerinden gerçekleştirilmeğe çalışılıyordu. Bu doğrultuda, post-Kemalizm kavramının yaygınlaştırılması ve Türk kamuoyunun bu doğrultuda oluşturulmasıyla, Türk ulusunun Kemalist cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün yolundan uzaklaştırılması planlanıyordu. Atatürk Cumhuriyetinin ve Türk devletinin sona erişi, post-Kemalizm kavramı ile dile getirilen yeni yaklaşım ile dolaylı bir yoldan ilan ediliyordu.

Bir şeyin ya da oluşumun sonrasını ifade eden post kavramı, Sovyetler Birliği sonrasını dile getirirken kullanıldığı gibi, dünyayı sermayenin güdümünde yeni bir küresel yapılanmaya zorlamak isteyen batı hegemonyası tarafından bir de post-modernizm  kavramı ile de kullanılmağa başlanıyordu. Orta Çağ sonrasında gerçekleşen bilim ve endüstri devrimlerinin gündeme getirmiş olduğu aydınlanma döneminin  ortaya çıkardığı modern çağların birbirini izlemesi sonucunda insanlık bugünkü gelişmişlik düzeyine gelebilmiştir. Yirmibirinci yüzyıla girerken varolan modern dünya aslında  modern çağlardaki gelişmelerin bir ürünüdür. Bu açıdan, modern dünyanın modernizmin bir   doğal sonucu olduğu ileri sürülebilir. Modern çağlarla modernizm birbirini tamamlayan bir bütündür. Her ikisi de varlığını birbirine borçludur. Modernizm modern çağları, modern çağlarda modernizmi ve modernleşme akımlarını ortaya çıkarmıştır. Yedi milyar insan bugün ikiyüz civarındaki devletin çatısı altında yaşarken, bu durumun modern çağların yarattığı bir sonuç olduğu görülmektedir. Zaman içerisinde devletlerin daha da güçlenmesi karşısında batılı emperyalistler eskisi gibi bütün dünyaya yönelik hegemonyalarını yürütemeyince küreselleşme görünümünde yeni süper emperyalist düzenlerini dünya halklarının üzerine dayatmışlar ve bu doğrultuda kendi çıkarlarına uygun bir sonuç alabilmek amacıyla da post-modernizm akımını çıkarmışlardır. Bu kavramda post nitelemesi gene sonrası anlamında, modern çağların ertesini ifade etmekte ve bu durumu bir hedef olarak gündeme getirmektedir. Post-sovyet kavramı ile beraber post-modernizm kavramı da aynı dönemde ve benzer doğrultuda kullanılan kavramlar olmuşlardır
Basında güven kavramını kendisini tanıtmak üzere bir slogan halinde kullanan ama son zamanlarda Siyonist eğilimler gösteren İstanbul’un önde gelen büyük bir gazetesinin eski milliyetçi ve sonradan olma liberal yazarı son zamanlarda sürekli olarak post-Kemalizm başlığı altında yazılar kaleme alarak, Atatürk döneminin geride kaldığını ve Türkiye’nin Atatürk’ü artık aşması gerektiğini çekinmeden öne sürebilmektedir. Kendisi gibi oğlunu da neoliberal mandacı çizgide yetiştiren bu yazar, küresel emperyalizmin, Atlantik hegemonyasının ve İsrail Siyonizm’inin istekleri doğrultusunda kamuoyu oluşturmağa çalışırken, halk kitlelerini neoliberal çizgiye çekebilmek üzere dolaylı yollardan ustalıklı bir üslup içerisinde Atatürk ve Kemalizm karşıtlığı yapmakta ve bunu da post-Kemalizm kavramının arkasına gizlenerek, Anayasa ve yasalardaki Atatürk ve devrimleri ile ilgili koruyucu hükümlerden  ceza almamak için  kendisini koruyucu taktiklere başvurmaktadır. Hukuk eğitimi aldığı için kanuna karşı hile yollarını ustalıklı bir üslup içerisinde  uygulamaya aktarmakta, Post-Kemalizm kavramını öne çıkararak bu kavramın arkasında  kendisini daha güvenli bir ortamda korumağa çalışmaktadır. Baba oğul Kemalizm karşıtları elbirliği içerisinde, dünyanın merkezi coğrafyasında Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldıracak  bölgesel federasyon planlarına çanak tutarken, ABD kaynaklarından dünyaya yayılan Yeni Türkiye Cumhuriyeti kavramını desteklemek üzere post-Kemalizm kavramını son derece ustalıklı yöntemlerle kullanabilmektedirler. Çeşitli Atatürk’ler ve Atatürkçülükler olduğunu öne sürerek kafa karıştıran bu eski milliyetçi yazar, dönme sonrasında milli devletin kurucusu Atatürk’ü karşısına alabilmekte, Kemalizm’in geçersizliğini öne sürebilmekte ve daha sonra da post-Kemalizm kavramının arkasına saklanarak bu oyunlarını gizlemeğe çalışmaktadır. Atatürk ve Kemalizm karşıtlığının günümüzdeki adı, neoliberal dönekler tarafından post-Kemalizm olarak konulmağa çalışılmakta ve bu doğrultuda bilinçli bir kampanya, küresel sermayenin güdümündeki yayın organlarında mandacı köşe yazarları tarafından yürütülmektedir. Post-Kemalizm dillere dolanmakta ve yaygınlaştırılarak Türk kamuoyu Atatürk’ün oluşturduğu ulusal ve cumhuriyetçi yapılanmadan hızla uzaklaştırılmağa çalışılmaktadır.

Rockafeller ve Fullbright  gibi  Amerikan devlet bursları ile yeni dünyaya giderek burada okumuş olan ve Amerikanofil bir kafa yapısına sahip olan bazı gazeteci, yazar ve bilim adamlarının, post-Kemalizm kavramının yetersiz kaldığı noktalarda bir de  neo-Kemalizm diye sonradan olma ve uydurma yeni bir kavramı ortaya attıkları ve Türk halkının kafasını bu gibi yeni kavramlarla iyice karıştırarak, yeni bir psikolojik  savaş tırmandırması denemektedirler. Tıpkı post-Kemalizm kavramında olduğu gibi Neo-Kemalizm kavramı da Kemalizm’in bittiği ve geride kaldığı görüşüne dayanmaktadır. Bu kavramı kullanan Amerikancı yazarların öne sürdüğüne göre; Kemalizm bitmiştir ama daha sonra gündeme getirilen ılımlı İslam politikası ile beraber Büyük Orta Doğu projesi de iflas etmiştir. Bu nedenle, hem eski Kemalizm devre dışı kalmış hem de bunun yerine önerilen yeni projeler hayata geçirilememiştir. Eskinin bittiği ama yerini yeninin alamadığı bu karışıklık döneminde eski ile yeniyi bir araya getiren bir karma yol arayışı, ABD emperyalizmi ile İsrail Siyonizm’inin bölgesel çıkarları doğrultusunda Türkiye’ye kabul ettirilmeğe çalışılacaktır. Bu aşamada Atatürk’ten kopmayan ve kurucusuna sonuna kadar bağlı kalan Türk ulusuna, değişim adına yeni bir oyun oynanarak gerçek Kemalizm’i ortadan kaldıracak ve Atatürk ilkelerini yozlaştıracak yepyeni bir yol neo-Kemalizm adı altında Türk kamuoyuna yutturulmağa çalışılacaktır. Rockafeller ve Fullbright bursluları ABD’den aldıkları işaretler doğrultusunda basındaki köşelerini bu doğrultuda kullanmaktalar ve post-Kemalizm ile Atatürk’ten uzaklaştırılamayan Türk halkına yeni bir oyunu Neo-Kemalizm kavramı altında tezgâhlamağa çalışmaktadırlar. Post-Kemalizm oyununun tutmaması üzerine Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm tarafından yürütülen Neo-Kemalizm yaklaşımı, Türkiye’deki neoliberal yerli işbirlikçilerin cansiperane uşaklığı ile   kotarılmağa çalışılmaktadır. Artık post-Kemalistler ile neo-Kemalistler elbirliği ile Türkiye karşıtı emperyal cephede yerlerini almışlar ve görevlerini yapmaktadırlar .

Ne var ki, bu bölgedeki  gerçekler  okyanus ötesinden görüldüğü gibi değildir. Türkiye Cumhuriyetini ortaya çıkaran kurucu düşünce olarak Kemalizm bitmemiş aksine yeni gelişmelerin sonucunda daha da güçlenerek dünyanın gündemine oturmuştur. Eski ve yeni ABD başkanlarının söylediği gibi, son dönemlerin gelişmeleri Türkiye’yi yeniden dünyanın ortasında merkez ülke konumuna getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bu aşamada artık batı bloğunun ileri karakolu değil ama dünyanın merkez ülkesidir. Sahip olduğu jeopolitik konumu ile de Türkiye geleceğin kilit ülkesidir. Bu kilidi açabilen, gelecekteki dünya düzeninin patronu olacaktır. O zaman, batılı emperyalistlerin bu kilidi açmalarına Anadolu halkı nasıl yüz yıl önce izin vermediyse, bugün de benzeri bir  tarihi çıkışın anti emperyalist  çizgide yapılması gerekmektedir. Emperyalizme karşı ilk ulusal kurtuluş savaşını veren Türk ulusunun yeni dönemde  ikinci bir ulusal  hareketi örgütleyerek yeniden bağımsız gelişme ve merkez olma çizgisini yakalayabilmesi gerekmektedir. Bu da ancak Kemalizm ile mümkün olabilir. Bu nedenle, Kemalizm  bitmemiş aksine güncelleşerek yeniden siyasal gündemin başköşesine oturmuştur. Neoliberal dönek mandacıların  ileri sürdüğü gibi günümüzde  ne  Post-Kemalizm ne de neo-Kemalizm söz konusu değildir, ama güncelleşen bir Kemalizm yeniden devreye girmektedir. Bunu gören emperyalizm ve yerli işbirlikçileri, bu yüzden sürekli olarak post-Kemalizm ya da Neo-Kemalizm saptırmaları ile kafa karışıklığı yaratarak  yeni bir ulusal çıkışın önünü kesmeğe uğraşmaktadırlar. Türk ulusu ve aydınları, böylesine çirkin bir düzeyde oynanan emperyal oyunları görecek ve bunlara alet olmayacak derecede ciddi bir siyasal birikime sahip bulunmaktadırlar. Türk ulusunun ve devletinin varlığına kastedecek derecede insafsız emperyal saldırı ve oyunlara karşı, Türkiye Cumhuriyeti ve vatandaşları  kurucu baba olan Atatürk’ün izinden giderek post-Kemalizm ve Neo-Kemalizm oyunlarını bozmalıdırlar. Yaşanan olaylar ve gelişmeler bir kez daha kanıtlamıştır ki, post-Kemalizm ya da Neo-Kemalizm yoktur ama yeniden güncelleşen Kemalizm devrededir. Türkiye Cumhuriyeti yeniden Atatürk’ün çizgisine girerek yoluna devam etmeli ve böylece ilelebet payidar olabilmenin yolunu bulabilmelidir.  

Dünya tarihindeki olaylardan ders ve örnek alan günümüzün süper emperyalizmi olarak küreselleşme akımı, yepyeni bir dünya oluşumunu kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleştirmeğe çalışırken varolan her şeyi hedef almakta ve eski olan ne varsa bunları ortadan kaldırarak yeni bir düzen oluşturma peşinde koşmaktadır. Bu doğrultuda bir anlamda düzen yıkıcılığı küresel sermayenin güdümündeki basın ve yayın araçları ile dünya kamuoyunda örgütlenmeğe çalışılmaktadır. Bu doğrultuda yıllardır birçok toplantılar ve seminerler düzenlenmekte ve bütün dünyaya küresel sermayenin çıkarları doğrultusundaki bir yeni yapılanma kabul ettirilmeğe çalışılmaktadır. Bu doğrultuda özel üniversiteler kullanılmakta, buralarda dışarıdan davet edilen yabancı bilim adamları aracılığı ile sosyal ve siyasal bilimlere yeniden bakmak adına köklü  değişimler gündeme getirilmektedir Yeniden bakış açıları  oluşturulmağa çalışılırken, eski bilimsel düzenler ya yıkılmağa çalışılmakta ya da yok sayılmaktadır. Yılların bilimsel alışkanlıkları terk edilirken, kavramların içleri boşaltılmakta, eski kavramlara yeni anlamlar getirilmekte bilinenin ötesinde son derece soyut yaklaşımlarla eski kavramlar yepyeni anlamlarla yeniden devreye sokularak bambaşka teoriler oluşturulmağa çalışılmaktadır. Yeni teoriler, küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda, yepyeni bir emperyalist dönemi meşrulaştırmak üzere geliştirilmekte tarihten alınan dersler doğrultusunda dünya kamuoyu özel çıkarlar uğruna bir kez daha aldatılmak istenmektedir. Geçmişten ders almayan aymazlar ve de her türlü özel çıkar ardında koşmakta olan çıkarcılar da bu tür oyunlara alet olarak dünya halklarının bir kez daha aldatılmalarına yardımcı olmaktadırlar. Ne yazıktır ki, bilim ve üniversite çevrelerinde bu tür oyunlara alet olmağa dönük birçok insanın bulunabilmesi emperyal akımların önünü açmakta, bilim çevrelerinin de emperyal siyasal oyunlara alet olmalarına elverişli bir ortam yaratmaktadır. Sosyal ve siyasal bilimleri yeniden düşünmek adı altında işbirlikçi ve mandacı yaklaşımlar yeni teorik denemeler olarak devreye girmekte, okuyan kitleleri ile aydınların kafalarının karıştırılmasına yardımcı olmaktadır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler böylesine bir süreç içerisinde ulusal çıkarları açısından fazlasıyla zarara uğramaktadırlar. Azgelişmiş ülke aydınının zayıflığı ve kendine olan güvensizliği nedeniyle, emperyal merkezler büyük parasal fonlar, projeler ve desteklerle entellektüel çalışma yapan aydın kesimleri kolaylıkla satın alarak küresel emperyalizmin amaçları doğrultusunda kullanabilmektedirler.

Küreselleşme dönemine giriş ile beraber ortaya atılan bir kavram olarak paradigma, dıştan zorlanan yeni yapılanmanın meşruluğunu sağlayabilmek üzere fazlasıyla kullanılmakta ve varolan düzenlerin sona erdirilmesi amacıyla da çok amaçlı bir doğrultuda öne çıkarılmaktadır. Küreselleşmenin ilk yıllarında Türkiye’de yayınlanan bir kitabın kapak adı ile paradigmanın iflas ettiği açıklanmış, bu doğrultuda Kemalist Cumhuriyetin bittiği açıkça ilân edilmiştir. Kürtçü ve bölücü bir yazarın kaleme almış olduğu bu kitabın adı ile beraber paradigma kavramı üzerine tartışmalar Türk kamuoyunda tırmandırılmış daha da ileri gidilerek Türk devletinin bitmiş olduğu resmen ilan edilmek istenmiştir. Atlantik emperyalizmi ile beraber İsrail Siyonizm’i ortak hareket ederken, Kuzey Irak ve Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde yaşamakta olan bazı Kürt asıllı aşiretleri işbirlikçi doğrultuda kullanarak, bunlar üzerinden bir işbirlikçi kukla devlet oluşumu senaryosunu devreye sokmak istemişlerdir. Önce Irak’ı daha sonra da sırasıyla Türkiye, İran ve Suriye’yi parçalayarak bölecek ve Siyonistler ile emperyalistlerin güdümünde bir bölgesel federasyonu ortaya çıkaracak girişimler, Kuzey Irak’taki işbirlikçi kukla devlet aracılığı ile ortaya çıkarılırken, Türkiye’yi de bu oyunun bir parçası yapacak senaryoları devreye sokmak üzere paradigma tartışmaları başlatılmıştır. Atatürk’ün Misakı Milli sınırları çerçevesinde kurmuş olduğu  ulusal ve üniter devlet yapısının sona ermesi, paradigma değişikliği ile açıklanmağa çalışılmış ve  yeni paradigma olarak  bölgesel federasyona dönüşecek bir Türkiye devleti ilan edilirken, post-Kemalizm  yaklaşımları  ile  bu durum  kamuoyuna benimsetilmeğe çalışılmıştır. Mandacı ve işbirlikçi çevreler, neoliberal felsefe ile hareket ederlerken, Türkiye’nin ulusal ve üniter devlet yapısını savunmakta olan Kemalistleri faşistlikle suçlamaktan çekinmemişler, çok uluslu ve kültürlü bir bölgesel federasyonun önünü açabilmek üzere post-Kemalizm kavramını yerleştirmeğe çaba göstermişlerdir. Post-Kemalizm ile söze başlanınca, Türkiye Cumhuriyetinin artık geride kaldığı ve bugünkü devletin kurucusu olan Mustafa Kemal’den ise tarihin tozlu sayfalarında kalmış bir kahraman olarak söz edilmeğe başlandığı görülmüştür. Bugün hala uluslararası hukuka göre varlığını koruyan, Lozan Barış Antlaşması ile  dünyanın büyük devletlerinin resmen kuruluşunu kabul ettiği Misakı Milli sınırları içerisindeki ulusal, üniter ve merkezi Türk devletinin hukuken devam ettiği gerçeği gözlerden kaçırılmak istenmiştir. Post kavramının sonrası anlamında bir şeylerin bitişinden sonra kullanılması gerektiği konusunda  bilerek ve kasıtlı olarak hatalı davranılmış ve daha bitmemiş olan Türkiye Cumhuriyeti sanki sona ermiş gibi bir durum, post-Kemalizm kavramı sayesinde  yaratılmağa çalışılmıştır. Bazı tanınmış gazetecilerin ve yazarların böylesine  gerçek dışı bir oyuna alet olmaları da, Türk devletine yönelik kasıtlı bir yok etme harekatının ne derece etkili olduğunu  göstermiştir. Kurucusunun  Mustafa Kemal olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti, yirmibirinci yüzyılda yoluna devam ederken, alt kimlikçi ve emperyalizmle işbirlikçi bazı truva atı  konumundaki  sözde aydınların  Post-Kemalizm  oyununa  alet olmaları, Türkiye açısından ne derece  gerçekdışı ve zorlayıcı oyunların sahnelenmekte olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Post-Kemalizm kavramını fazlasıyla kullanarak Kemalizm sonrası bir dönemi gündeme getirmek isteyen  bu etki ajanlarının  dış desteklerle hareket ederken, emperyal planların uygulanabilmesi için elverişli bir ortam yaratmak üzere her yolu denemekte oldukları görülmektedir. Post-Kemalizm kavramı ile Atatürkçülüğü  tarihe gömmek isteyenler, her geçen gün ortaya çıkan olaylar karşısında  Kemalizm’in bir kez daha doğruluğunun  kanıtlandığını göz önünden  kaçırmağa çalışmaktadırlar. Böylesine bir aymazlığın ancak vatan hainliği ile açıklanabileceğinin  Türk kamuoyu tarafından bilinmesinde  ulusal yarar vardır.

Post-Kemalizm kavramı ile istedikleri Atatürk’ü ve eserini yıkma operasyonunda başarılı olamayanlar, bir de  Neo-Kemalizm kavramı altında  farklı bir oyun oynamağa soyunmaktadırlar. Her akımın zaman içerisinde eskidiğini o nedenle bir süre sonra akımların yeni yaklaşımlarının ortaya çıktığını  söyleyerek ,Kemalizm’in de dönemini tamamladığı ve o nedenle artık Atatürk ve onun ilkelerinden söz edilecekse farklı bir yaklaşım çerçevesinde Neo-Kemalizm kavramının kullanılması gerektiğini öne süren bazı işbirlikçi  sözde aydınlar ya da yazarlar öne  çıkmaktadır. Özellikle okyanus ötesine giderek özel burslarla yetiştirilen bu etki ajanları, Atatürk’ü yıkamadıkları noktada onu saptırmak ve farklı yönlere çekerek emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yorumlayabilmek üzere  bir Neo-Kemalizm kavramını yavaş yavaş kullanmağa başlamışlardır. Özellikle, Büyük Orta Doğu, Büyük Avrupa ve Büyük İsrail projelerinin iflas etmesi üzerine, Atatürk’ün  ulusal ve üniter cumhuriyetini yeni dönemde kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek üzere, Neo-Kemalizm kavramına sığındıkları görülmektedir  Bir anlamda Post-Kemalizm kavramı ile ulaşamadıkları gerçek Kemalizm’i devre dışı bırakma operasyonlarında, gerçek hedeflerine ulaşabilmek üzere yeni bir kavram olarak Neo-Kemalizm kavramını öne çıkarmağa başlamışlardır. Neo-Kemalizm’i tıpkı Neo-liberalizm ya da Neo-emperyalizm kavramları gibi kullanmağa çalışan, Atatürk ve Kemalizm düşmanları, karşıtlıklarını topluma benimsetebilmek üzere Neo-Kemalizm kavramının bilinmezliğine sığınarak hareket etmekte ve böylece Türk halkının ulusal refleks ve tepkilerine karşı kaçamak güreşmektedirler. 

Post-Kemalizm ve Neo-Kemalizm oyunları yıllardır oynanmasına rağmen tutmamıştır. Türk ulusu kendisine bir ulus devlet kazandıran kurucu önderin yolundan sapmadan bugünlere kadar gelebilmiştir. Bir yüzyıla yaklaşmakta olan Türk devletinin ömrü  bir çok antikemalist oyunla  mücadele ile geçmiştir. Süper emperyalizmin Türkiye Cumhuriyetine karşı oynamakta olduğu   Post-Kemalizm ya da Neo-Kemalizm oyunları da, tarihte görülen antikemalist oyunlar gibi etkili olamıyarak geride kalmıştır. Bir anlamda Post-Kemalizm olmamıştır ama, Kemalizm’in güncelleşmesi ile Post-Post-kemalizm görülmüştür. Kemalizm ötesi görülmemiştir ama  Post-Kemalizm ve Neo-Kemalizm oyunlarının geçersiz kaldıktan sonra geride kaldıkları görülmüştür . Kemalizm’e bu kadar çok saldırının olduğu bu dönemde, Kemalizm akımı yeniden canlanarak güncelleşmiştir. Güncelleşen Kemalizm, hem  Post-Kemalizm  takıntılarını,hem de Neo-Kemalizm girişimlerini geride bırakmıştır. Küreselleşme döneminde  çeyrek yüzyıla yaklaşan bir dönem geride bırakılırken, yirmibirinci yüzyılda bir Post-Kemalizm ya da Neo-Kemalizm’den söz edilemeyeceği ama  bunların yerine bir güncel  Kemalizm’in  öne çıkacağı artık iyice belli olmuştur. Emperyalizm  çeşitli oyunlar ve senaryolarla yok edemiyeceği Kemalist Türkiye Cumhuriyetini artık eski yapısı ile  kabul ederek, yeni bir  dünya düzeninin oluşturulmasında  Türk devletini asıl muhatap olarak  görmek durumundadır. Dünyanın merkezi coğrafyasında bir merkez  devlet olarak Atatürk Cumhuriyeti sahip olduğu Kemalist modeli ile bütün Avrasya ülkelerine örnek olmak durumundadır. Türk devletleri, İslam cumhuriyetleri ve Avrasya ülkeleri Atatürk’ün  Kemalist ulus devletini örnek bir yapılanma olarak ele almak ve bu  örneğe göre kendilerini yenilemek  zorundadırlar , aksi takdirde batı emperyalizminin Avrasya stratejilerinin deneme tahtaları olmaktan kurtulamayacaklardır. Bütün  emperyalist ve Siyonist  projelerin iflas ettiği yeni dönemde, Atatürk’ün Kemalist Cumhuriyeti dünyanın merkezinde bir yeni yapılanma için yol göstermektedir .Bu aşamada artık Post-Kemalizm ya da Neo-Kemalizm’den söz edebilmek mümkün değildir, ancak güncelleşen bir Kemalizm’den söze dilebilecekti .

Dünyanın süper devleti olan ABD’nin başına her türlü emperyal proje iflas ettikten sonra bir zenci cumhurbaşkanı seçilme zorunluluğu doğmuştur. Neo-konservatif görünümlü Siyonist lobilerin  hizmetkarı durumundaki eski alkolik başkandan kurtulan bu emperyal güç, yeni dönemde aklı başında zenci bir hukukçu başkan ile dünya barışı için yeni arayışlara kalkarken ,Türkiye’nin merkez ülke konumunu kabul etmek durumunda  kalmış ve  Atatürk’ün Cumhuriyetini bütün Avrasya bölgesi için model ülke olarak ilan etmiştir. Yıllarca Siyonist lobilerin baskıları ile ulusal, üniter ve merkezi yapılanması tasfiye edilmek istenen Türkiye cumhuriyetinin yeni dönemde model ülke olarak bizzat ABD tarafından gösterilmesi de, bir Post-Kemalizm ya da Neo-Kemalizm’den söz edilemeyeceğini ama eski hali ile kabul edilen Türkiye cumhuriyetinin yoluna devam etmesi sürecinde artık yepyeni bir güncel Kemalizm’in ortaya çıktığını göstermektedir. Çeyrek yüzyıllık küreselleşme zorlamasında yıkılmayan ve ayakta kalan Atatürk Cumhuriyeti yirmi birinci yüzyılda yoluna emin adımlarla devam ederken, hem merkezi güç olarak bölgesinde ayakta kalacak hem de dünyanın merkezi bölgesinde yer alan bütün ülkelere model olacaktır. Güncelleşen Kemalizm, Türkiye Cumhuriyetini merkezi coğrafyada ayakta tutarken, tüm Türk ve İslam dünyası ile beraber doğu ülkelerine de antiemperyalist doğrultuda yön ve yol gösterecektir.  Laik, ulusal, üniter, merkezi ve sosyal bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti varlığını koruduğu sürece, batı emperyalizminin hedef aldığı bütün doğulu ülkelere model olarak yardımcı olacaktır. Bu nedenle, Post-Kemalizm ve Neo-Kemalizm yakıştırmalarının geçersiz kaldığı yeni aşamada güncel bir Kemalizm geçerlilik kazanmıştır. Artık Post-Kemalizm ya da Neo-Kemalizm değil ama Güncel Kemalizm dönemi başlamıştır. Her türlü emperyal senaryonun iflas ettiği bu noktada Kemalizm yeniden güncelleşerek antiemperyalist doğrultuda Türkiye ve bütün mazlum doğu ülkelerine yol göstermektedir. Güncel Kemalizm, emperyalizm sonrası dönemde, bütün merkezi ve doğulu ülkelerin kendi bağımsız yollarını çizmelerine yardımcı olacak ve yön gösterecektir. Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti bu durumun bilincine vararak hareket etmeli ve yeni dönemde tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi önemli uluslararası gelişmelerde önderlik konumunu yeniden kazanmalıdır. Daha adil bir dünya düzeni için, Kemalizm antiemperyalist bir doğrultuda bütün dünya ülkelerine yol göstererek güncel bir misyonu yeniden kazanmaktadır. Güncel Kemalizm ile Türkiye artık daha fazla dünya gündeminde sorumluluk üstlenmelidir.
Not: GÜNCEL KEMALİZM  adını taşıyan son kitabımda daha fazla bilgi  okurların  dikkatine sunulmaktadır. İlgilenenler KİLİT  YAYINLARI   tarafından  basılan bu kitabıma bakabilirler.  

12 Ocak 2019 Cumartesi

PROGRAM HAZIRLIK ÇALIŞMALARI: "CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ (CDP) EĞİTİM PROGRAMI BEYANNAMESİ (Ön Hazırlık ve Öneri Tasarı) GÜRKAN AVCI / DESAM BAŞKANI"

CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ (CDP)
EĞİTİM (PARTİ) PROGRAMI BEYANNAMESİ (ÖN HAZIRLIK VE ÖNERİ PROJE TASARIMI) 

GÜRKAN AVCI
DESAM BAŞKANI 
A- Eğitim Politikaları
1) Temel Yapısal Sorunlar

Mevcut milli eğitim sistemi içerik ve uygulama açısından milli olmadığı gibi, ülkenin ihtiyaçları ve dünyanın gerçekleri karşısında da yetersiz, kaba, ilkel, hantal bir yapıya sahip olup adil ve eşit fırsatlar sunmaktan uzaktır ve bilimsel değildir.

Türkiye’de eğitim konusunda öncelikle üzerinde durulması gereken temel yapısal sorunların başında eşitsizlik, başarısızlık, verimsizlik ve kalite sorunu gelmektedir.

a) Eğitimde iller, bölgeler ve okullar arasındaki kalite eşitsizliği had safhadadır. Temel bir Anayasal hak olması bağlamında eğitimdeki fırsat eşitsizliği türlü toplumsal eşitsizlikleri daha da artırmakta ve çok boyutlu birçok sosyal problem ve açmazları da beraberinde getirmektedir.

Eğitim sistemindeki eşitsizlik, adaletsizlik ve yetersizliğin Türkiye’nin uluslararası sıralamalarda her yıl gerilemesine neden olmaktadır. Dünya Ekonomik Forumu Rekabet Raporu’na göre 140 ülke arasında Türkiye eğitim kalitesi sıralamasında 95, matematik ve bilimde 103. sıradadır.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD'nin yıllık olarak yayımladığı "Bir Bakışta Eğitim" raporuna göre, Türkiye'de 2017 yılında 25-34 yaş aralığında olup lise eğitim düzeyinin altında kalanların oranı yüzde 44. Bu oran, yüzde 15 olan OECD ortalamasının yaklaşık 3 katı.

25-34 yaş aralığında olup lise eğitimi almamış olanların oranı örneğin başkent Ankara'da yüzde 33 iken, Van, Muş, Bitlis ve Hakkari gibi kentlerde yüzde 70 düzeyinde.

OECD ülkeleri arasında, devletin eğitim kurumlarına öğrenci başına en az harcama yaptığı ülke Türkiye. Türkiye OECD ülkeleri arasında ne istihdamda ne eğitimde (NEET) olan 18 - 24 yaş arası kadınların oranının en yüksek olduğu ülke. Türkiye, yüzde 76 ile Suudi Arabistan'dan sonra aktif olmayan/çalışamayan kadın ve erkekler arasındaki oran farkının en yüksek olduğu ikinci ülke.

Rapor, 2016 yılında 3-5 yaş arası çocukların sadece yüzde 37'sinin okul öncesi eğitime kaydedildiğine dikkat çekiyor. OECD ülkelerinde bu oran ortalama yüzde 86'ya yakın.

Avrupa İstatistik Ofisi'nin (Eurostat) güncel verilerine göre Türkiye'de 2017 yılında, eğitimden erken ayrılma oranı kadınlarda yüzde 34 iken, erkeklerde bu oran yüzde 31 olarak kayda geçti.

b) Eğitimdeki başarısızlığın nedeni Ak Parti iktidarının eğitime ideolojik bakışı, uyguladığı tutarsız eğitim politikaları ve tepeden inmeci reformlarıdır. Eğitim reformlarının çağın değişme ve gelişme doğrultusu ile büyük uyumsuzlukları bulunmaktadır. Oysa özellikle eğitim sistemindeki reform ve değişimler zamana yayılarak, veriye dayalı olarak ve eğitim paydaşlarıyla işbirliği ve istişare içinde yapılmalıdır.

c) Eğitimdeki verimsizlik ve müsrifliğin temel nedeni Ak Parti iktidarının eğitim politikalarındaki ani, yeterli veriye, durum analizine ve etki değerlendirmesine dayanmayan, uzlaşının aranmadığı ve ‘ben yaptım oldu’ anlayışındaki çağdışı zihniyetidir.

Oysaki eğitim sistemindeki değişikliklerin eğitim paydaşlarının ve ilgili uzmanların görüş ve fikirleri alınmadan dar bir kadro ile veya tek bir kişinin isteğiyle yapılması milyonlarca öğrencinin geleceğini karartmaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Ak Parti’nin oy devşirmeye dönük olarak çağımızın temel bilimsel dinamikleriyle bağdaşmayan zihniyet ve uygulamalarının eğitim sistemini esir alması ülkemiz eğitimini adeta bitirmiştir.

d) Eğitim kalitesinin düşüklüğü ülkedeki zenginlik, refah ve huzurun kaynağını kurutmakta, ülkenin ihtiyacı olan vasıflı işgücünün yetişmesine engel olmaktadır.

Türkiye rekabet gücü itibarıyla dünyada 73. sırada bulunmaktadır. Türkiye’de bugün işgücünün yarısı vasıfsızdır. Eğitim sistemimizin düşük kaliteli olması nedeniyle ülkemiz ekonomisinde yaratıcılık, yenilikçilik ve teknolojik gelişme sekteye uğramaktadır.

Hâlihazırda lise çağındaki çocukların yüzde 17’si okul dışında kalmakta, yüzde 18’i açık öğretime devam etmektedir. Okula devam eden öğrencilerin çoğu ise nitelikli eğitim alamamaktadır.

Eşitsizlik ve kalitesizlik Türkiye’nin gelişmesini ve ilerlemesini sağlayacak vasıflı işgücü yetiştirilmesi imkânını büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır. Kaldı ki dördüncü sanayi devrimi yeni alanlarda ve daha yüksek vasıflı işgücü talep ettiği için Türkiye’nin vasıfsız işgücü oranı her yıl yukarılara doğru çıkmaktadır.

Görüleceği üzere bu eğitim sistemi ile Türkiye’nin çocuk ve gençlerine kaliteli eğitim vermesi, eşit ve adil fırsatlar sunması, başarılı ve vasıflı işgücü yetiştirmesi, teknoloji üretmesi, verimli ve katma değeri yüksek üretim yapması mümkün değildir.

2) Eşit, Adil, Kamusal, Tamamen Parasız, Demokratik ve Bilimsel Eğitim Sistemi İhtiyacı

Günümüzde tüm bilimsel raporlar Türkiye’deki yoksulluğun birincil nedenini annenin eğitimsiz olmasıyla açıklamaktadır. Türkiye’de eğitimsiz/yoksul annelerin çocukları büyük olasılıkla hayat boyu yoksul/eğitimsiz kalmaktadır.

Türkiye’deki ayrımcı, bölücü, eşitsizlikçi ve adaletsizlikçi eğitim sistemi yüzünden çocukların dörtte biri yoksul, beşte üçü dezavantajlı konumdadır. Oy devşirmek amacıyla ayrımcı bir şekilde verilen devletin eğitim desteği de çocukların temel eğitim ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktır.

Bugün Türkiye’de özellikle kaliteli eğitim zenginlerin ulaşabileceği lüks bir hizmet haline gelmiştir. Halk arasında “Paran varsa oku, Paran kadar oku!” ifadesi adeta atasözü halini almıştır.

CDP iktidarında Türkiye’de bir çocuğun hangi ailede ve nerede dünyaya geldiği, anne-babasının eğitim ve gelir durumu, cinsiyeti, etnik ve dini aidiyeti gibi koşulları onun gerek eğitim gerek çalışma hayatında asla ve katiyetle ayrımcılığa uğramasına neden olmayacaktır.

CDP iktidarında Türkiye’de doğumdan gelen eşitsizliklerin etkisini azaltan güçlü bir sosyal devlet anlayışı tesis edilecektir. Türkiye’nin bütün çocukları eğitime eşit koşullarda başlayacak hiç biri geri kalmayacaktır.

a) Türkiye’de okul öncesi eğitim hem kalite ve eşitlik hem de hizmete ulaşma açısından çok problemli durumdadır. Bütün bilimsel veriler çocukların sosyal, bilişsel, duygusal, zihinsel ve fiziksel gelişme ve öğrenme becerisinin en yüksek olduğu dönemin okul öncesi dönem olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Aynı bilimsel raporlara göre nitelikli okul öncesi alan çocuklar hem eğitim hem de iş hayatında daha başarılı ve uyumlu olmaktadır.

Ak Parti iktidarındaki tutarsız, dengesiz ve yapboz eğitim reformları yüzünden okul öncesi eğitime katılım yavaşlamış, yüzde ellilerde kalmıştır. Okul öncesi eğitime erişemeyenlerin çoğunluğu eğitimsiz/yoksul ailelerin dezavantajlı çocuklardır.

CDP iktidarında okul öncesi eğitim idari zorunlu hale getirilecek, tamamen ücretsiz olacak ve ayrım gözetilmeksizin tüm dezavantajlı çocuklar her türlü yapısal eşitsizlik sorunu ile asla karşı karşıya kalmayacaktır.

b) Ak Parti iktidarı kamusal eğitime yani devlet okullarına karşı cimri, üvey evlat muamelesi gösteren, eğitimi özelleştirmeye, piyasalaştırmaya çalışan tüccar eğitimci bir zihniyetin temsilcisidir.

Yandaşlarını kollamak ve dershanelerden devşirdiği temel lise ve özel okulların kimi sahiplerini kurtarmak için öğrenci başına 4 bin TL civarlarında teşvik/destek uygulaması başlatan Ak Parti iktidarı, devlet okullarının büyük bölümünün onarım, bakım, temizlik, ısınma, hizmetli, güvenlik gibi temel ihtiyaçlarını dahi karşılamamakta, bütçe vermemektedir.

Ak Parti iktidarı devlet okulları içinde dahi ayrımcılık yapmakta İmam Hatip okullarını diğer okullar karşında alenen maddi ve manevi olarak desteklemekte ve aşikârane bir şekilde kollayarak teşvik etmektedir. Ak Parti iktidarları döneminde İmam Hatip okulları öz evlat, diğer okullar üvey evlat muamelesi görmektedir. Talep olmamasına rağmen birçok mahalle okulu zorla İmam Hatip Okulu haline getirilmiştir. Okul ve derslik açığının had safhaya ulaştığı, birçok sınıfın 40 – 50 öğrenciyle eğitim gördüğü Türkiye’de İmam Hatip okullarının çoğu yüzde 10 – 20 doluluk kapasitesiyle çalışmaktadır.

Ayrıca özel okul ve kolejlerin hemen hepsinin Türkiye’nin zengin ve lüks muhit/semtlerinde toplanmış olması da eğitimde fırsat eşitsizliğinin aleni göstergesidir.

c) Ak Parti iktidarı en geç 2019 yılına kadar tüm okullarda ikili eğitime son vereceğini taahhüt etmesine rağmen halen özellikle yoksul semtlerdeki binlerce okulda öğrenciler sabahçı-öğlenci eğitimle sağlıksız ve eşitsizlikçi şartlarda öğrenim görmeye devam etmektedir.

İkili öğretim sistemi olan okullara devam eden çocuklar daha kalitesiz eğitim almakta, okuldaki fiziksel ve sosyal olanaklardan ve sportif faaliyetlerden mahrum kalmakta ve eğitimsel aktivitelerden daha zayıf ve kısıtlı faydalanabilmektedir.

CDP iktidarında yoksul semtlerdeki ve kırsal bölgelerdeki okullarda ikili eğitim alan dezavantajlı çocuklara pozitif ayrımcılık uygulanacak ve ikili eğitime tamamen son verilecektir.

d) Ak Parti iktidarının iş bilmez ve akil lafı dinlemez eğitim bürokratları yüzünden Türkiye’de okul türleri arasında da çok ciddi farklılıklar ve eşitsizlikler oluşmuştur. Varlıklı ve ayrıcalıklı ailelerin çocukları kaliteli eğitim veren Fen Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi. Köklü Anadolu Lisesi ve benzeri prestijli okullarda okumaktadır. Buna karşın fakir, eğitimsiz ve gariban ailelerin çocukları ise öğretmen açığı olan, öğretmen tecrübe/donanımı düşük, kalabalık sınıflı, alt yapısı ve donatıları yetersiz olan çok programlı okullar, teknik - meslek okulları ve İmam Hatip okullarına yönlendirilmektedir.

Varlıklı ve şanslı ailelerin çocuklarının devam ettiği okullarda öğrenci başarısı, öğretmen niteliği, okul güvenliği daha yüksek iken fakir ve eğitimsiz ailelerin çocuklarının devam ettiği varoş semt okullarında ise öğrenciler arasında devamsızlık, sınıf tekrarı, okulu bırakma-ayrılma, hastalık, şiddet oldukça fazladır. Varoş semt okullarında güvenlik zayıf olduğu gibi, spor salonu, kütüphane, atölye, laboratuvar, eğitim araç gereç ve malzeme donanımı oldukça zayıftır.

Varlıklı ve ayrıcalıklı ailelerin çocuklarının devam ettiği okullarda öğrenci başarısı, devamlılığı ve velilerin okullarını sahiplenme düzeyi oldukça fazla iken yoksul semt okullarındaki dezavantajlı çocuk ve velileri ise kendilerini okula ait hissedememekte, okul devamlılığının yararına ve okulun faydasına inanmamaktadır.

Mesleklerinde ilerleyemeyeceklerini düşünen dezavantajlı çocuklar okulda aktif ve etkili olmanın yararına inanmamaktadır. Okula ilgi duymamakta, kendilerini okula ait hissetmemektedir. Nitekim yoksul ailelerin çocuklarının devam ettiği mesleki ve teknik ortaöğretimde okul devamsızlığı yüzde 40, imam hatip okullarında yüzde 31 dolaylarına tırmanmıştır.

Hemen her yıl değişen ve son eğitim yılının tam ortasında tekrar sistem değişikliğine uğradığı için ülke genelinde büyük infiale neden olan lise geçiş sınavları (TEOG yeni adıyla LKS) ve Üniversite giriş sınavları (ÖSS ve LGS) sistemindeki çarpık ve bilim dışı oynamalar eğitimde eşitsizliği daha da derinleştirmiştir. Gerek LKS gerekse ÖSS sınav sonuçları eğitimdeki fırsat eşitsizliği ve ayrımcılığı en güzel ortaya koyan göstergeler halini almıştır.

CDP iktidarında başta LKS ve ÖSS uygulamaları olmak üzere tüm eğitim süreci boyunca toplumsal eşitsizliklere, ayrımcılıklara asla fırsat verilmeyecektir. Tüm çocuklarımızın geleceği ve toplumdaki statüsü eşitlikçi, adaletli ve bilimsel eğitim sistemi yapısıyla garanti altına alınacaktır.

CDP iktidarında zamanın ruhuna uygun olarak eğitim sistemindeki reform ve değişimler zamana yayılarak, veriye dayalı olarak, yeterli veriye, durum analizine, etki değerlendirmesine dayalı, pilot uygulamaları yapılarak, Milli Eğitim Şuraları maharetiyle istişare ve uzlaşma içinde yapılacaktır.

e) Bu yıl ilk kez Cumhurbaşkanlığınca hazırlanan 2019 bütçesi içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesinin de harcama kalemleri oluşturulmuştur.

2018 yılında 92 milyar 529 milyon TL olan MEB bütçesi yıllık yüzde 20 civarındaki enflasyon, artan öğrenci ve öğretmen sayısı (Suriyeli ve diğer göçmenlerin sayısındaki artış) oranı göz ardı edilerek 2019 yılı için 113 milyar 813 milyon TL yapılmıştır.

MEB bütçesindeki rakamsal olarak artış enflasyona bağlı olup, Ak Partililerin ‘Cumhuriyet tarihinin en büyük eğitim bütçesini hazırladık!’ şeklindeki propagandalarını enflasyon kaynaklı değerlendirdiğimizde bu yöndeki söylemlerin gerçekçi olmadığı kolayca ortaya çıkmış olacaktır.

Buna rağmen MEB bütçesinin milli gelire oranında artış değil tam aksine düşüş yaşanmış, 2018’de MEB bütçesinin milli gelire oranı yüzde 2,69 iken, 2019’da bu oran yüzde 2,56’ya gerilemiştir.

2019 MEB bütçe rakamlarına bakıldığında, eğitimin en temel ve olmazsa olmaz ihtiyaçlarının dahi görmezden gelindiği, bütçede hatta zorunlu harcamalarda bile kısıntıya gidildiği açıkça görülmektedir. Ak Parti iktidarları boyunca eğitime ayrılan bütçe sadece rakamsal olarak artmakta, öğretmen ve derslik açığı, laboratuvar, kütüphane, bilişim sınıfları, öğretmen maaşları gibi konularda ve doğrudan eğitim hizmetlerine yönelik yatırımlar açısından bütçede hiçbir artışın yapılmadığı açık seçik görülmektedir.

Eğitimdeki kalite düşüklüğü ve başarısızlığın temel nedenlerinden birisi de eğitime ayrılan bütçenin yetersizliği ve kısıtlılığıdır. Devlet okullarında eğitim harcamaları velilerin sırtına bindirilmek istenmektedir. Bu gün okullarda kayıt parası, temizlik malzeme parası, kırtasiye, kâğıt, fotokopi giderleri parası, dergi – yardımcı ders kitabı parası, deney malzeme ve makine parası ve benzeri adlarda paralar toplanmakta, zorunlu bağışlar alınmaya devam edilmektedir.

Sistem öğrenci ve velilerin öğretmenle para ilişkisi içerisine girmesini zorlamaktadır. Her geçen gün okullarda toplanan paraların adı ve boyutu bir şekilde değiştirilerek devlet okullarındaki eğitim harcamalarının esas yükü halkın sırtına yüklenmiştir.

Günümüz dünyasında vizyoner ülke yöneticileri bilgi ekonomisine ve yüksek katma değerli üretime geçişi yakalamak için eğitime daha fazla nasıl pay ayırabilirim diye çırpınırken AKP hükümetleri eğitim bütçesini milli gelire oranı 17 yıldır OECD ortalaması olan yüzde 6’nın çok çok altında devam etmektedir. Ak Partinin övüne durduğu okullaşma oranı dahi Çin, Brezilya, Arjantin, Estonya gibi ülkelerin dahi gerisindedir. Ne acıdır ki Türkiye eğitime ayırdığı bütçe oranıyla dünyada 132. sıradadır.

Ak Parti hükümetlerinin MEB bütçesi yüzde 72 oranında personel harcamalarına, yüzde 11 oranında ise sısyal güvenlik primi ödemelerine, yüzde 9 oranında mali ve hizmet alımlarına ve sadece yüzde 5’i yatırım giderlerine gitmektedir. Türkiye böyle bir bütçe ile eğitimde yüksek hedefleri, başarıyı ve eşitliği yakalaması mümkün değildir. MEB’in yüzde 5’lik yatırım bütçesi ile öğretmen açıklarını kapatması, eğitimin kalitesini yükseltmesi, okul-derslik ihtiyaçlarını tamamlaması, fiziki altyapı ve donanım eksikliklerini gidermesi söz konusu değildir.

CDP hareketinin anlayışına göre eğitim devredilemez ve vazgeçilemez kamusal bir haktır. CDP iktidarında okullarda uygulanan toplumsal eşitsizlikler, okulları ayrıştıran uygulamalar, okullar arasındaki kalite ve başarı farkları, hatta aynı devlet okulu içinde gelir durumuna ya da başarı düzeyine göre farklı sınıflar oluşturulmasının önü temelli olarak kapatılacaktır.

Ak Partinin öğrenci ve velileri ‘müşteri’ haline getiren paralı, piyasacı eğitim anlayışı son bulacaktır. Aynı okul içinde sınıflar, aynı bölgede okullar, farklı bölgeler, birbirleriyle rekabet içine sokulmayacak eğitim hizmetleri piyasa kurallarına göre değil temel Anayasal hak ve hukuk kurallarına göre düzenlenecektir.

Eğitim asla ve asla partisel, ideolojik ve kişisel/özel çıkarlara göre değil, toplumsal/milli çıkarlar gözetilerek değerlendirilecek; ekonomik krizler, faiz harcamaları, silah ve savunma yatırımları dâhil hiçbir gerekçe eğitimden tasarruf yapılmasına ve eğitim bütçesinden kısıntıya gidilmesine asla neden olamayacaktır.

f) Eğitim sistemimizdeki kalite düşüklüğü bütçe yetersizliği kadar eğitimin içeriğinin yani müfredatının yetersizliği, uyumsuzluğu, çağdışılığı ve niteliksizliğinden de kaynaklanmaktadır.

Müfredat dünyanın ihtiyaçları ve ülkenin gerçekleri dikkate alınarak hazırlanması gerekirken Ak Parti iktidarları döneminde yapılan - hazırlanan sayısız müfredat değişikliklerinden hemen hiç biri bu kriter ve normları taşımamaktadır. 17 yıllık Ak Parti iktidarları döneminde eğitim müfredatı sayısız defalarca değiştirilmiş, oluşan sistem anarşisi nedeniyle öğrenciler şaşkın, veliler bıkkın ve kızgın bir şekilde ortada bırakılmıştır.

Bugün eğitim sistemimiz öğrencilerimize üst düzey düşünme süreçleri kazandırma konusunda uluslararası sıralamalarda utanılacak derecede başarısız ve yetersiz görülmektedir. Yapılan ulusal ve uluslararası ölçüm ve analizlerde Türk çocukları matematik, fen, fizik, tarih, dilbilgisi, okuma, anlama ve yabancı dil gibi derslerde müfredat merkezli olarak ta hangi faktörün belirleyici olduğunu saptama, farklı bilgileri karşılaştırma ve sonuç çıkartabilme becerileri konusunda çok başarısız ve en son sıralarda yer almaktadır. Türk çocukları olgu ve olayları anlayarak fikirleri kullanmakta çok yetersiz görülmektedir.

Ak Parti iktidarlarının hazırladığı müfredatlar nedeniyle çocuklarımıza değerler ve davranış biçimleri kazandırma konusunda da büyük başarısızlıklar yaşanmaktadır. Çağımızın olmazsa olmaz evrensel değerleri olan insan hakları, demokrasi, her türlü özgürlükler, cinsiyet eşitliği, farklılıklara ve çevreye saygı, dostluk, barış, hoşgörü, tahammül gibi değerler maalesef es geçilmektedir.

Ak Partinin baskıcı, ideolojik ve dogmatik eğitim müfredatları nedeniyle özgürce tartışma, egemen otoriteleri sorgulama, hesap sorma, farklı fikirler ve dünyalara açıklık, iş birliği ve proaktif çalışma gibi aktif değerler göz ardı edilmektedir.

Ak Parti iktidarı çağdaş ve gelişmiş dünyanın aksine tutucu, otoriter ve dogmatik değerleri öne çıkaran müfredatları tüm eğitim yaşamı boyunca öğrencilere dayatmıştır. Ak Parti iktidarı milli ve kültürel değerlerimiz, din, tarih ve medeniyetimizin bütün unsurlarını bilimin, aklın, teknolojinin ve çağdaş dünyanın gerekleriyle harmanlayarak özgün bir eğitim sistemi ve müfredat oluşturamamıştır. Bunun yerine tek din, tek mezhep, tek doğru, tek tip ve tek fikir ekseni üzerine bina ettiği yerli ve milli olmayan GDO’lu, hibrit, zorlamacı bir din eğitimi sistemi kurmuştur.

Ak Parti iktidarının din ve ahlak eğitiminden anladığı birkaç dini bilgiyi ezberleme ve kimi ahlaki değerlerin anlamlarını öğretmekten ibarettir ki din ve ahlakı şekli bir öğrenimle sınırlı tutmuş ve yeterli görmüştür. Ak Parti iktidarının cevaz verdiği müfredat partinin liderine boyun eğen, partinin ideolojisine inanan, farklı düşünen insanlara karşı saygısız, kendinden olmayanlara karşı kinci, başkalarını düşman gören; ayrımcılık, torpil, adam kayırma, kul hakkı yeme gibi davranışları kendisine hak olarak gören fanatik insanlar yetiştirmeyi hedeflemektedir.

Eğitim müfredatı çağcıl, vasıflı, erdemli, birikimli, bilim ve aklın aydınlığında yürüyebilecek donanımlara sahip nesiller yetiştirmeyi hedeflemeli ve gelişmiş ülkelerdeki akranlarıyla aynı/benzer nitelikleri kazandırmayı amaçlamalıdır.

CDP iktidarında çağdaş, bilimsel ve demokratik bir eğitim sistemi ve müfredatı ile öğrencilerin düşünce kapasitesini ele alacak ve kapasite/vizyon inşası öyle planlanacaktır.

CDP’nin müfredatıyla öğrencilere güvenilir ve doğru bilgiye ulaşmayı onu işleme ve yeni düşünceler – fikirler üretmeyi, elde ettiği verileri yorumlamayı, ayırt etmeyi, sonuçları ve farklılıkları değerlendirmeyi ve yaptığı seçimi hayata geçirmeyi ve özellikle teknolojiyi en iyi şekilde kullanmayı kazandıracağız.

Ak Parti iktidarlarının eseri olarak Türkiye’de ezberci, şekilci, dogmatik, ilkel ve sınavcı bir din eğitimi anlayışı vardır. Devletin kontrolü dışında, merdiven altı diyebileceğimiz çok ciddi bir din eğitimi sektörü de bulunmaktadır. Din eğitiminde akıl ve bilimden uzaklaşmak, dogmatik kavram ve kabullerle dini anlamak, anlatmak ve yaşamak, insanları ötekileştirmek, karşı dünyayı düşman görmek en büyük sorun olarak karşımızda duruyor.

CDP iktidarında dinin asıl kaynaklarına dayalı, hurafelerden uzak, sevgi, hoşgörü ve ahlak temelli bir din eğitimi ve müfredatı uygulanacaktır. Türkiye, nitelikli ve pedagojik standardı yüksek din eğitimi müfredatıyla çağdaş dünyanın seviyesine çıkarılacaktır.

Şöyle ki din eğitiminde sunulacak bilgi Ahmet Yesevi’de, Yunus Emre’de, Mevlana’da ve Hacı Bayram Veli’de vb. olduğu gibi, gerçek, doğal ve hakiki bilgi ve kaynaklardan hareketle gençliğin soruları, çocukların ihtiyaçları ve anlama özellikleri göz önünde bulundurularak muasır bir müfredat üretilecektir. Çağımız öğrencilerinin aklına ve gönlüne hitap edecek özelliklerde, estetik ve bilişsel boyutu da olan bir içerik ile sunulacaktır.

CDP’nin müfredatıyla çocuklarımız küreselleşen dünyanın iş anlayışlarına uygun olarak ekip çalışmasına yatkın, yüksek düşünce yeteneği kazanmış, kendini, çevresini, duygu ve düşüncelerini sözlü ve yazılı olarak çok iyi derecede ifade edebilen, eleştirel ve asimetrik düşünebilen, sorun çözüm odaklı ve bilgiyi sentezleyebilen niteliklere sahip yetiştirilecektir.

g) Günümüz eğitim ve bilgi ekonomisinde teknolojiler, meslekler ve standart vasıflar büyük bir hızla değişmekte ve dönüşmektedir. Bu yüzden çocuk ve gençlerimizin yeni, geçerli ve vizyonel meslekler edinmeleri için doğru ve hızlı öğrenme yeteneği kazanmaları gerekir. Ak Parti iktidarları çocuklarımıza henüz daha kaliteli bir temel eğitim vermeden mesleki eğitime yönlendirdiği için onları vasıfsız, vizyonsuz ve yetersiz bir işgücüne dönüştürmektedir. Yani temel eğitim çok önemli ve en hayati olandır, mesleki eğitim artık ileri yaşlara ertelenmiştir.

Hızla gelişen ve değişen dünyada yeni sanayi ve yeni sektörler eleştirel düşünebilen, yaratıcı, sorun çözme kapasitesi yüksek, çoklu iletişim becerilerine sahip insanlara ihtiyaç duymaktadır. Yani eski ve dar alanlarda uzmanlaşmış personel değil dönüştürülebilen becerileri sahip insanlar yetiştirilmelidir. Yeni dünyanın eğitim ve iş yaşamında (4.0) istihdamın yüzde 80’i yeni vasıflar, beceriler ve meslekler üzerinden olacaktır. Ak parti iktidarı günü kurtarmaya dönük hamasi eğitim politikaları nedeniyle, yanlı ve yanlış 4+4+4 eğitim uygulamalarıyla vasıfsız işsizler ordusunu her geçen gün büyüten bir ülke konumuna sürüklenmiştir.

Türkiye’nin vasıfsızlık ve işsizlikle ilgili vahim durumu uluslararası derecelendirmeler yapan PISA eğitim skorlarının sonuçlarında tüm boyutlarıyla görmek mümkündür. Fen, matematik ve okuma alanlarındaki eğitimde başarıyı ölçen PİSA sonuçlarına göre Türkiye 72 ülke arasında matematikte 49, okumada 50 ve fende 52. sırada yer almıştır.

Geleceğin Türkiye’sini ve teknolojisini dönüştürecek yaratıcı ve yenilikçi gençlik bu eğitim sistemiyle asla mümkün değildir. Türkiye’nin eğitim sistemindeki düşük kalite sorunu, ekonomide yaratıcılık, sosyal hayatta yenilikçilik ve teknolojide gelişmenin önündeki en ciddi engeldir.

İki yıl önce Türkiye’ye toplam verilen patent sayısı 1878 iken aynı yıl yalnızca IBM’in aldığı patent sayısı 8888, Samsung’un aldığı patent sayısı ise 5518’dir.

Görüldüğü üzere eğitimde sorunların gittikçe ağırlaşmasının, başarısızlığın ve yılgınlığın başlıca nedeni Ak Parti iktidarının eğitime verdiği değer, bakış ve uyguladığı ısrarcı yanlış politikalarıdır. Ak Parti iktidarının, yalnızca isteklerine yahut bir kişiye bağlı olarak ve tepeden inmeci bir anlayışla 81 milyona dayattığı, çağımızın temel dinamikleriyle bağdaşmayan eğitim zihniyeti, değer ve uygulamaları ülkeyi geriye, kaosa, yoksulluğa, eşitsizliğe, mutsuzluğa ve ortaçağa götürmektedir.

Ak partiye göre eğitim sistemi oy devşirmeye, partili kazanmaya, ideoloji yerleştirmeye yönelik, parti çıkarlarına hizmet eden en önemli bir aparattır.

CDP iktidarında mesleki ve teknik eğitimin, iş ve istihdam politikalarının kaliteli, işlevsel ve şeffaf hale gelmesi ve yaygınlaştırılması için kapsamlı bir idari, hukuki, mali ve teknik reforma gidilecektir. CDP iktidarıyla mesleki ve teknik eğitim sözde değil özde öne çıkarılacak, bu yönde çağdaş bir müfredat yenileme çalışmaları yapılacak, tüm okul kademelerine kadar yaygınlaştırılacaktır.

CDP iktidarıyla ayrım gözetmeksizin talep eden her kesime geniş tabanlı sektörel eğitim verilecek, modüler yapısıyla esneklik özelliğine sahip ve çalışma yaşamının ihtiyaçlarına cevap verebilen bir mesleki ve teknik eğitim sistemi için planlı ve programlı sistemik reformlara gidilecektir. Bu paralelde Yükseköğretim sisteminde de çeşitliliği ve uzmanlaşmayı sağlayan, öğrencilerin yaratıcılığını ve kimliklerini ön plana çıkaran, eğitim kurumlarının birbirleriyle tamamlayıcı rekabet edebilmelerine fırsat tanıyan özgün bir Türkiye Mesleki Eğitim Sistemi uygulanacaktır.

Türkiye’nin eğitimde iddialı ve tutarlı hedefleri ortaya koyması gerekiyor. Eğitim politikaları ve uygulamaların uyum içinde olması şart. Eğitimde politik tutarlılık ve girişimcilik, liderlik çok önemlidir. Türkiye’nin okullara ve eğitim bölgelerine daha çok özerklik ve özgürlük tanıması gerekiyor. Türkiye’nin CDP iktidarıyla ancak küreselleşen dünyanın gerçekliğiyle ve çok kutuplu rekabetiyle başa çıkabilecek becerileri kazandıran kaliteli bir mesleki ve teknik eğitim sistemini kuracak ehil ve liyakatli bir eğitimci yönetim kadrosu kurmaktan başka çaresi kalmamıştır.

Ak Parti iktidarlarınca yıllardır kanatılan böylesi derin ve şiddetli bir yara haline gelen eğitim konusunda birbirini tamamlayan, zaman israfına ve tekrar denemeye müsaade etmeyecek bir şekilde sistemde bir değişim ve gelişime uyumlu bir formülle yol alınacaktır.

Eğitim sistemimizi deneme tahtası, öğrencileri de kobay olmaktan kurtaracak gerçekçi, köklü ve cesur adımlarla dünyanın en modern ve kaliteli eğitim sistemi inşa ve ihya edilecektir. Türkiye, eğitim sistemini, tarihi misyonu doğrultusunda, küresel ve bölgesel stratejik hedefleriyle bütünleştirerek Avrupa Birliği standartlarının da üstüne çıkaracaktır. Yaygın, eşitlikçi, bilimsel ve kaliteli eğitim sağlandığı sürece Türkiye sosyal, ekonomik ve siyasi tüm sorunlarını çözecektir. CDP olarak tüm çabamız, iyi yetişmiş ve bu ülkeyi daha iyilere taşıyacak yeni nesiller yetiştirmektir.

h) Türkiye siyasi, askeri ve ekonomik alanda talip olduğu gücü ve refahı toplumsal olarak eğitimli bir sınıf ile yönetebilir. Zira bilimsel, demokratik, adil ve eşitlikçi fırsatlar sunan özgün bir eğitim sisteminden geçmemiş bir toplumla elde edilen refah ve milli zaferler büyük ölçüde çürüme getirir ve kalıcı olamaz. Türkiye bugün bu olumsuzlukları ve yozlaşmayı kısmen de olsa yaşıyor ve görüyoruz.

Sermaye, bürokrasi ve siyasetin elitleri hariç vatandaşların çok büyük bir bölümü daraltılmış ve baskılanmış Türkiye şartlarında eşitlik, adalet ve fırsat yaratamadığı için kendisini suçlu hissediyor ve suskunlaşıyor. Halk adalet, eşitlik, şeffaflık, dürüstlük, onurlu yaşam gibi temel ve elzem taleplere karşı kayıtsız yahut yeterince ısrarcı olamıyor. Çekirdek mantığında kaderciliği öğütleyen eğitim sistemimiz, bunun en önemli sebeplerinden birisidir.

Türkiye’deki Ak Partili eğitim sistemiyle modernleşme ve teknolojikleşmenin ahlaki çürüme ve manevi yoksullaşmayı da beraberinde getirdiğini görüyoruz. Gelir dağılımı uçurumu, yolsuzluk ve torpil gibi konularda en geri ülkelerle yarışan Türkiye’de bireycil gelecek umutları, kadercilik ve öte dünya vaatleri ile halkın meşru tepkilerinin önü kesilmiştir. Sulandırılan, ılımanlaştırılan İslam’da sömürücü egemenlerin çıkarlarına hizmet eder hale getirilmiştir.

Manevi kalkınma iddiası ile yola çıkan Ak Parti iktidarı döneminde, dizginsiz, kuralsız ve tek tipçi dini ideolojiyle dayalı neoliberal eğitim zihniyeti, değerleri ve kültürü damgasını vurmuştur. Eğitim sistemindeki ilişkiler Ak Partililerin çıkar, patronaj ve rekabet ilişkilerine dönüşmüştür. Eğitim yönetimine yön veren temel güdü adam kayırma, özel okulculukla zengin olma, kamunun eğitim varlıklarını yağmalama ve ideolojik rant, oy devşirme olmuştur. Hibrit ve GDO’lu din eğitimi sayesinde ‘Darül Harp’ zihniyeti nedeniyle toplumsal kuralsızlık, hukuksuzluk hatta yolsuzluk ayıplanması, kınanması, cezalandırılması gereken davranışlar olmaktan çıkartılmıştır. Sonuçta Türkiye bir skandallar ve yolsuzluklar ülkesine dönüşmüştür.

Lakin CDP İktidarı ile birlikte hemen eğitim sistemimiz dayatma ve dogmalardan kurtulacaktır. Türkiye'nin önü hemen ve çok büyük bir şekilde açılacaktır. Eğitim sistemimiz anaokulundan üniversiteye kadar baştan sona kadar yeniden formatlanacak, demokratikleşecek ve Türkiye bilimin, aklın rehberliğinde huzur, barı ve sevgi ile muasır medeniyet düzeyinin üzerine çıkacaktır.

CDP iktidarıyla birlikte Anadolu’nun dezavantajlı çocukları ve özellikle kız çocukları kaliteli ve çağdaş eğitim hizmetlerinden en çok pay alacaktır.

CDP iktidarıyla birlikte eğitim sistemi çok başlı görüntüsünden kurtarılarak geleceğin bilinçli, kendine güvenen, fikri hür vicdanı hür, en çağdaş beceri ve donanıma sahip bireylerini yetiştiren bir nitelik kazanacaktır.

CDP iktidarıyla özellikle öğretmen yetiştirme – atama- terfi sistemi ve politikalarına önem verilecek, dünyanın en nitelikli, bilgili, donanımlı ve mutlu öğretmenlerinin ülkesi Türkiye olacaktır.

İşsizler ordusu yetiştiren kurumlar haline gelen ve alt yapısı hazır olmadan açılan üniversiteler ve Yüksek Okullar biran önce çağdaş ve akredite eğitim veren nitelikli kurumlar haline getirilerek bu utanılası görüntüsünden kurtarılacaktır.

12 Eylül darbesinin mirası olan ve bugün dahi üniversitelerimize baskı ve antidemokratik uygulamaları dayatan YÖK derhal kaldırılacak, bilimsel eğitim veren özgür üniversitelerin önü açılacaktır.

Üniversitelerimizdeki öğretim görevlilerinin önündeki pek çok idari engeller, torpil, kayırma ve kamplaşmaların etkisinden kurtarılarak araştırma ve eğitime odaklı çalışma imkânına sahip hale getirilecektir. Bu bağlamda beyin göçünün engellenmesi de sağlanacaktır.

CDP iktidarıyla birlikte Yükseköğretim yurtlarının yeterli, kaliteli ve çok ucuz hale getirilmeleri ve öğrencilerin toplu taşıt araçlarından ücretsiz faydalanmaları sağlanacaktır.

CDP iktidarı ile birlikte MEB bütçesinin milli gelire oranı en az iki kat arttırılacak başlangıç olarak OECD ortalamasına (%6) derhal çıkarılacaktır.

Devletin imkân ve kaynaklarının devletin okulları yerine özel okullara aktarılması uygulamasına derhal son verilmeli, eğitime yeterli bütçe, bütün okullara ihtiyacı kadar ödenek gönderilecektir.

CDP iktidarıyla birlikte MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan payda 3 katına çıkarılacak, eğitimi piyasalaştıran tüccar eğitimci zihniyete izin verilmeyecek, MEB tarafından tüm dini vakıf ve cemaatlerle yapılan her türlü ortaklık, proje iptal edilecektir.

Kadrolu - sözleşmeli – ücretli - vekil öğretmenlik gibi çeşitlendirilmiş istihdam modelleri kaldırılarak her türlü eşitsizlikçi, güvencesiz ve adil olmayan öğretmen istihdam uygulamalarına son verilecektir.

CDP iktidarıyla birlikte aile ve çocuk yardımı başta olmak üzere, sosyal yardımlar gerçek değer ve kişi sayısı kadar belirlenecek ve ayrımsız olarak ihtiyacı olan her kişiye koşulsuz ödenecektir.

Eğitime hazırlık ödeneği sadece öğretmenlere değil, tüm eğitim çalışanlarına yılda iki bir maaş tutarında verilecektir. Tüm okullarımızdaki öğretmen, akademik personel, memur, güvenlik ve yardımcı hizmetli açıkları derhal kapatılacaktır.

Tüm öğretmenlere, tüm eğitim ve bilim hizmetlerinde çalışanlara insan ve mesleki onurlarına yakışır bir ücret ve saygın, sağlıklı çalışma koşulları sağlanacaktır.
GÜRKAN AVCI / DESAM BAŞKANI - 07.01.2019

15 Kasım 2018 Perşembe

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN TEMELLERİNİ ÇOK SAĞLAM VE KALICI, DENGELİ BİR YAPI ÜZERİNE KURMUŞTUR. "Ahmet Nedim KAYA, Mimar ve İç Mimar" - Ne kapitalizm, ne sosyalizm, ne ırkçı şovenist milliyetçilik nede Arap kültüründe yozlaştırılmış bir islamcılık/dincilik devletin temellerine harç olarak konulmamıştır. Ancak devletin kuruluş ilkeleri altı madde halinde düzenlenmiş ve bu altı ok daha sonra o günün tek partisi olan 10 yaşındaki CHP'nin amblemi olmuştur.

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN TEMELLERİNİ SAĞLAM VE DENGELİ BİR YAPI ÜZERİNE KURMUŞTUR.
Ahmet Nedim KAYA 
Mimar ve İç Mimar
Ne kapitalizm, ne sosyalizm, ne ırkçı şovenist milliyetçilik nede Arap kültüründe yozlaştırılmış bir islamcılık/dincilik devletin temellerine harç olarak konulmamıştır. 
Ancak devletin kuruluş ilkeleri  altı madde halinde düzenlenmiş ve bu altı ok daha sonra  o günün tek partisi olan 10 yaşındaki CHP'nin amblemi olmuştur.

BU ALTI MADDE VE ALTI OK ŞUNLARDIR.
1)CUMHURİYETÇİLİK:
Yönetim biçimi olarak millet egemenliğine dayalı, cumhuriyet rejimini ön görmek ve bunu bir yaşam biçimi olarak benimsemektir.Atatürk,Cumhuriyet için ;"Türk Milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare"ifadesini kullanmıştır. Türk devrim sürecinde 29Ekim1923 Cumhuriyetin ilanı olmuştur.
Cumhuriyetçiliğin özellikleri nelerdir ?
1.Halkın kendi kendisini yönetmesi ilkesine dayanır.
2.Çok partili sistemi ön görür.
3.Cumhuriyet yönetiminin temeli bağımsız ve özgür seçimlerdir.
4.Yasaları koyacak kişiler yani Meclis halk tarafından seçilir.
5.Sınıf ve cins ayrımı olmaksızın herkesin yönetime katıldığı yönetim biçimidir.
2)MİLLİYETÇİLİK:
Atatürk ilkesi olarak Milliyetçilik ;
1.Aklı ve bilimi esas alır.
2.Irkçılığı ve ümmetçiliği reddeder.
3.Halk arasında birlik ve beraberlik duygusunu güçlendirir.
4.Ulusal bağımsızlığı savunur.
5.Milli çıkarlar, kişisel çıkarların önünde tutulur ve ulusa bağlılık, fedakarlık gerektirir.
6.Kültürü korumak, devam ettirmek esastır.
7.Din, dil, ırk ayrımı yapmadan, "Türküm" diyen herkesi Türk kabul eder.
8.Manda ve sömürgeye karşıdır.
3)LAİKLİK:
Laiklik kısaca, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Laiklik, devletin, vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması ve ayrıca herhangi bir inancın özellikle de bir toplumda egemen olan inancın, aynı toplumda azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını önlemesi demektir. Felsefi olarak ; İman ve inancın yerine, aklın egemenliğini kabul eden bir inanç sistemidir.
(MAİDE SURESİ 5/42:"Resulüm ! eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hüküm ver.Şüphesiz Allah, adaletli davrananları sever." 
SAD SURESİ 38/26 : "Davud ! Biz seni ülkede hükümdar yaptık, sen de insanlar arasında adaletle hükmet, keyfine/nefsine uyma ki seni Allah yolundan saptırmasın."
NİSA SURESİ 4/58 : "Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder. Allah bununla ne de güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitendir, her şeyi görendir."    
Hukuki anlamı; Somut olarak devlet ile dinin birbirine karışmaması olarak ifade edilebilir.
Siyasi anlamı ; Siyasal iktidarın, dinsel kudret ve otoriteden arındırılarak bağımsız hale getirilmesidir. 
4) İNKILÂPÇILIK: 
Atatürk'ün ifadesi ile "Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, milletin en yüksek uygar gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır." Bu devrim anlayışı, bilim ve tekniğin ışığında sürekli bir çağdaşlaşmayı öngörür. Bu nedenledir ki atılımlarda kararsızlık ve şüphe yerine inanç ve değişmez karar söz konusudur.
5) HALKÇILIK: 
Türk inkılabının halkçılık anlayışı, liberal kapitalizmin bireyselciliğine karşı olarak konulduğu gibi, Marksist teorinin halkçılık anlayışından da farklıdır.
Çünkü Atatürk ; "Biz sınıfsız ve kaynaşmış bir toplumuz." demiştir. Atatürk'ün  anlayışında halkçılık; siyasi, ekonomik ve toplumsal uygulamalarda halkın çıkarlarının ön planda tutulmasını öngörür.Atatürk'ün halkçılık anlayışı ;
"Biz memleket halkı, kişi ve çeşitli sınıf mensuplarının birbirlerine yardımlarını aynı kıymet ve nitelikte görüyoruz. Hepsinin menfaatlerinin aynı derecede ve aynı eşitlik duygusu ile karşılanmasına çalışmak isteriz.Bu şeklin, milletin genel refahı, devlet bünyesinin sağlamlaştırılması içindaha uygun olduğu kanaatindeyiz. Bizim düşüncemizde, çiftçi, çoban amele tüccar, sanatkar, asker, doktor , kısacası herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir.(1929)
6) DEVLETÇİLİK ; 
Atatürk'çü düşüncenin devletçilik ilkesi, Kurtuluş Savaşı'ndan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra, memleketin en kısa zamanda kalkınması sürecinde, özellikle ekonomik alanda bireylerin yapamayacağı bazı işleri devletin üzerine alması esasına dayanır.
Ahmet Nedim Kaya

8 Kasım 2018 Perşembe

CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ: AÇILIM, TANITIM, AMAÇLAR-GEREKÇE, İLKELER VE HEDEFLER (Bu metin baz alınmak suretiyle "ekleme, eleştirme, öneri-katkı ve tamamlama" yapılacak. Bütün arkadaşlarımız ve ilgilenen Saygıdeğer Vatandaşlarımızın, değerli öneri, eleştiri, katkı ve yorumlarını "gercek.demokrat@hotmail.com" adresine göndermelerini önemle rica ederiz. Saygı ve şükranlarımızla...

CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ
“AÇILIM, TANITIM, AMAÇLAR/GEREKÇE, İLKELER VE HEDEFLER”

TANIM (BİZ KİMİZ)
Cumhuriyetçi Demokrat Parti, halkın mutluluk, zenginlik, güvenlik, hürriyet ve refahı için; Devlet idaresinde millet iradesini hâkim kılmayı; Ulus Devletin özgürlük, bağımsızlık, hukuk ve hükümranlığını Misak-ı Milli Sınırları dahilinde temin ve tesis ederek; Kadim gelenek ile müsakbel gelecek arasında sağlam/sarsılmaz köprüler kurmayı amaçlar. Namuslu, dürüst ve demokrat; İlkeli, onurlu ve sorumlu; İktisadi, siyasi ve sosyal; Atatürkçü bir halk hareketidir.
Cumhuriyetçi Demokrat Parti; 09 Eylül 1923 tarihinde Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Celâl Bayar, Prof. Fuad Köprülü, İsmet İnönü ve Refik Saydam tarafından kurulan Halk Fırkası’nın 10 Kasım 1938’e kadar olan bölümüne karşılık gelen dava, manâ ve misyon süreci ile;
7 Ocak 1946’da Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan tarafından; Mustafa Kemal Atatürk’ün (8 Kasım 1937 günü TBMM’de Hükümet Programını açıklayan) Başbakan Celâl Bayar’a hitaben: “Millete yepyeni bir program bildirdiniz. Bu program benim millete söz verdiğim programdır. Celâl Bayar ve arkadaşları benim millete söz verdiklerimi yapacaklarını bana ve millete söz verdiler. Ben, milletle birlikte Celâl Bayar ve arkadaşlarının programının nokta nokta uygulandığını izleyeceğim. Daha iyi açıklayayım: Ben Türkiye Cumhurbaşkanı Atatürk ve Türk milleti, Başbakan Celâl Bayar’ın ve onun hükümetinin programını izliyor ve fiilî sonucunu görmek istiyoruz”. (Ayın Tarihi; 1937, Sayı: 48, s.63) hitabına mazhar, muhatap ve müyesser (tarihi gelenek sürecinde ruhlanan eser) olarak kurulan tarihi ve kadim Demokrat Parti (07 Ocak 1946 – 27 Mayıs 1960) ile Bizzat Mustafa Kemal (ATATÜRK) tarafından kurulan (09 Eylül 1923-10 Kasım 1938) dönemi Cumhuriyet Halk Fırkası'nın bileşkesi ileri, çağdaş, modern ve güncel sentezidir.
AMAÇ
Siyasi mücadelesine “Özgürlük, tam bağımsızlık, hür, hâkim ve hükümran Devlet” ideal ve inancı, azim-irade ve kararlılığı ile başlayan Halk Fırkası ile ‘Yeter! Söz milletindir’ haykırışı, ilkeli duruş ve direnişi ile sulta, dikta ve haksızlığa baş kaldıran Demokrat Parti özünde halkın bağrından fışkırmış, halka, hak’a, adalet, hukuk ve demokrasiye dayalı evrensel barış ve milli uyanış hareketleridir. Cumhuriyet tarihinin en köklü kurucu ve koruyucu unsurları olan Halk Partisi ile Cumhuriyeti Demokrasi ile taçlandıran Demokrat Parti, siyaseti insan için; İnsanın maddi-manevi, ilmî-kültürel, sosyal-siyasal ilerleme/kalkınma ve gelişmesini; Çağdaş-güncel normlarda hayata geçirmek ve gerçekleştirmek için yapmıştır. Bu uğurda asgari müşterek, temel değer, hedef, ilke ve amaçları:, Cumhuriyetin esas, usul-unsur, Adalet ve Hukukun olmazsa olmaz norm, standart ve değerleri çerçevesinde; Samimi, hakiki, saydam ve bilimsel; Namuslu-dürüst, gerçek demokrasiyi hayata geçirecek, hiç bir ayrım gözetmeden halkımızın tamamını, her türlü siyasi, sosyal, ekonomik zulüm ve baskıdan arınmış, özgürlük, hak-hukuk, adalet ve güvenlik ortamına kavuşturmak suretiyle: Aziz Türk Milletini gerçek başarı, birinci sınıf devlet, zenginlik, refah ve mutlulukla muasır medeniyet seviyesine ulaştıracak ortam ve şartları oluşturmaktır.
GENEL DURUM VE ÇÖZÜM
Yirminci yüzyılın başlarında imparatorluklar dağılırken, ortaya çıkan bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, bir asır sonra, yirmi birinci yüzyılda yoluna devam ederek kurucu önderin hedef olarak ortaya koyduğu, “sonsuza kadar var olma yolunda” kendini yenileme noktasına gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti, varlığını temsil eden kurucu liderliğin “Türk ulusunun” egemenliğini sağlamak amacıyla kurulmuş, kendine özgü bir devlet modeli olup; Demokratik, laik ve sosyal, tam bağımsız, hür ve hükümran bir hukuk devletidir.
Ancak, Devletin kuruluşundan bu yana, yıllar geçtikçe milli mücadelenin heyecanı yitirilmiş, coşku yok olmuş; Zamanla umutlar boşa çıkmış ve halkın tutunduğu dallar kırılmıştır. Batıya yaklaştıkça çılgınca tüketim eğilimi artmış, üreterek kazanma hevesi söndürülmüş; Toplumun geleneksel dokusu bozularak insancıl değerler yıkılmıştır. Yaşadığımız coğrafyanın getirdiği ikilemler aşılamamış, giderek kutuplaşmalar daha da tırmanarak kesinleşmiş; Cumhuriyetin kuruluşundan gelen kamu yararı kavramı bir yana itilmiş, kamuya hizmet anlayışı terk edilmiş özel çıkarlar doğrultusunda kamu yönetimi yozlaştırılmıştır. Emperyalist çıkarlar yönünde dışarıdan bağımlı bir ekonomik yapı dayatılmış ve ülkenin yeniden yarı sömürge durumuna düşürülmesi yönünde içeride bir düşünce terörü estirilmiştir. Batı hegemonyası geliştikçe, sömürgeleşen ülkede niteliksizlik her alana yayılmış; Dış baskılar sonucu zayıflayan devlet bünyesinde demokrasi cumhuriyeti kemirmeye başlamış ve cumhuriyet rejimi fazlasıyla yara almış ve çağdaş cumhuriyet rejimi bu noktada tasfiye edilme aşamasına getirilmiştir.
Her yönü ile çürüyüş ve çöküşe mahkûm edilmek istenen Türk devletinin, yeniden toparlanıp uluslar arası alanda eskisi gibi güçlü olabilmesi için, Türk ulusu ve devletinin bir diriliş çıkışı zorunlu olmuştur. Akla, bilime ve Türk halkının ulusal çıkarlarına uygun olacak bir yeni çıkış için, cumhuriyetin yenilenmesi ve bu doğrultuda yeni bir programın ortaya konulması şarttır. Dünyanın tam ortasında inkılâpçı bir atılımla kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin tekrar dirilebilmesi için, yarım kalan Türk inkılâbının bir program ile tamamlanması gerekmektedir. Dışarıdan bir küresel saldırı ile karşı karşıya kalan Türk devletinin, içinde bulunduğu dönemi doğru değerlendirerek, tam bağımsızlığı bütün yönleriyle koruyacak bir ulusal çıkış yapması zorunludur. Yirminci yüzyılın ulus devletler çağını iyi değerlendiren Türk Milleti’nin yoluna, anayasasının başlangıcında yer alan “temel ilkeler” doğrultusunda yeni bir cumhuriyetçi program, açılım ve atılımla devam etmesi zorunludur.
Demokrasi adına cumhuriyet devletinin tasfiyesini dayatan küresel emperyalizme karşı ulus devletin gücünü artırmak ama bunu yaparken, demokratik rejime bağlılığı koruyarak hareket etmek, Türk ulusunun önüne yeni bir sınav daha çıkarmaktadır. Her türlü demokrasi dışı ve ara rejim girişimlerine, milli egemenlik adına karşı koyacak güçlü bir ulusal refleksin devreye girmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti, geleceğe dönük yeni yapılanmasını gerçekleştirebilir. Zira devletin kurucu önderi Atatürk’ten gelen inkılâpçı birikim Türk ulusuna yön göstermektedir. Sonuçta Türk devleti, istiklâl savaşından gelen çağdaşlığa yönelim ve uygarlıkçı tutumunu sürdürecek; Atatürk döneminde Halkçılık programı ile başlayan siyasal mücadelesini, bugün yeni bir cumhuriyet programı ile tamamlayarak yoluna devam edecektir. Neredeyse bir asra yaklaşan bir sürede var olan Türkiye Cumhuriyetinin, varlığını istikrarla devam ettirebilmesi için, Devletin bozulan, çürüyen ve aksayan yönlerinin giderilmesi, toplumun karşı karşıya kaldığı sorunların çözülmesi şarttır. Günün gelişmiş ülkeleri ile baş edebilecek düzeyde güçlü bir Türk devletinin yeniden yaratılabilmesi için cumhuriyetçi bir atılımı gerçekleştirecek bir cumhuriyet projesine ve acilen hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır.
İLKELER
Cumhuriyetçi Demokrat Parti: Siyaseti; milli, manevi, ilmi, ahlâki, edebi, fikri değerlerde doğruluk - dürüstlük ve erdem temelleri üzerine inşa eden ve onu; İnsanı mutluluk, güvenlik ve refaha ulaştıracak zaman-zemin, ortam ve süreç hazırlama hizmeti olarak yapmayı amaçlayan,
Ülke ve millet bütünlüğünün, asgari müşterekler ve toplumsal yararların demokrasi, ortak akıl ve uzlaşma kültürü bağlamında oluşturulacak kaynaşma, anlaşma, yardımlaşma ve dayanışma ile milletle işbirliği yoluyla gerçekleşeceğine inanan; Fikir, inanç, söz söyleme, yazılı açıklama, duyuru ve teşebbüs hürriyeti ile haber alma, haber yayma, örgütlenme benzeri “temel özgürlük ve güvenlik garantilerini” insanın evrensel değer, hukuk ve hakları olarak tanıyan, tanımlayan, ileri süren ve savunan,
İnsanın evrensel değerlerine,“Yaşama, beslenme, barınma, öğrenme, inanma ve inandığı gibi yaşama; Onurlu ve sağlıklı bir hayat sürme Hakkı”, adalet ahlâkı ve hukukun üstünlüğüne dayalı, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, en ideal, uygun ve insani kamu düzeni ile yönetim biçimi olarak kabul eden,
Şu kadar ki: Cumhuriyeti Fazilet Rejimi ve Demokrasiyi “doğrusal yönde hareket eden, iyi insan, iyi vatandaş, onurlu ve sorumlu, üretken yurttaş” biçiminde algılayan; Her derece ve düzeyde suç işlemeyi çok ciddi önlemlerle yasaklayan “insani” bir rejim olarak algılayan,
Adaletin mülkün temeli, bağımsız yargı ve özerk denetimin onun gücü, teminatı ve güvencesi olduğuna, yurttaşların devlet karşısında, yasa ve yargı önünde mutlak eşitliğine inanan, imkân ve fırsat eşitliği ile sosyal devlet, sosyal adalet ve evrensel hukuk ilkelerini benimseyen; Nasıl ki kanunlar Anayasaya aykırı olamaz ise; Anayasanın da insan haklarına asla aykırı olmaması gerektiğine inanan..
Milletin devlet için değil, devletin millet için “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” inanç, ilke ve uygulama bilinci için var olduğuna ve ülkenin ana dinamiğini bireylerin kamu kurum ve özel teşebbüslerinin “Hür teşebbüs ve serbest rekabet” düzleminde oluşturması gerektiğine inanan, devlet memurluğu kavramını “Millet Memurluğu” biçiminde niteleyen,
Devletin asli görevlerini; Ücretsiz “Eğitim, Sağlık, Adalet”, dış güvenlik, huzurlu, güvenli ve sürdürülebilir / istikrarlı toplum düzeni, sosyal devlet ve serbest pazarda temel politikalar ile karma ekonomiye yön vermek “Düzenleme, Destekleme ve Denetleme” olarak tanımlayan,
Kuvvetler Ayrılığı ilkesini: “Yargı, Yasama, Yürütme ve Denetleme” bağlamında dört ana kategoride temelleyen ve TBMM şahsında mündemiç özerklik üzerine kurmayı amaçlayan:, Günümüzde Milletvekillerine sağlanan bilumum ayrıcalık ve imtiyazları red ve sadece hakkı müktesepleri ve muadilleri ile eşit şartlar altında çalışmak kaydıyla kendilerini millete adayan idealist vatanseverler olarak tasarlayan ve plânlayan,
Siyasi mücadeleyi; Ülkeyi ve Milleti ileri götürecek gerçekçi program ve projeler üzerinde hoşgörü, ikna, inkılâp ve uzlaşmaya dayalı, bir hizmet ve erdem yarışı olarak kabul eden., Yedek Milletvekilliği ile siyasette çürüme, istismar, suiistimal ve yozlaşmayı önleyen,
Açık, adil, dürüst ve şeffaf delege seçimi ve Teşkilât Yoklaması dışında: İnsan Hakları, Eşitlik ve Adalet normlarına aykırı bütün aday tespit usullerini reddeden; Çarşaf Liste dışında aday listesi çıkartılmasını yasaklayan ve kesinlikle anahtar liste istismarına imkân vermeyen,
Siyasi partiler ve Sivil Toplum Kuruluşlarının, başta Hazine Yardımı olmak üzere, çeşitli ad ve namlar altında devletten para almasını kesinlikle reddeden; Milletin kendi inisiyatif, refleks ve kuruluşlarını, kendi katkılarıyla yaşatmasını ve hiçbir baskı, güdüm ve manipülasyon etkisi altında kalmadan “anayasa ve kanun çerçevesinde” özgürce sürdürmesini savunan,
Halkın yönetime fiilen katılmasının demokrasi için hayati bir önem ve değer taşıdığına, bu amaçla iyi yetişmiş kadro ve genç kuşakların “tabandan tavana” siyasete taşınması gerektiğine ve parti içi demokrasinin vazgeçilmez bir ilke ve mutlak takipli zorunluluk olduğuna inanan,
Ülkemizin, sorunlarını çözüp dünya’nın ileri, gelişmiş ve kalkınmış ülkeleri arasındaki seçkin yerini, bir an önce alabilmesi için devlet ve siyasetin, köklü bir yeniden yapılanma; değişim, dönüşüm ve rehabilitasyon programı ile “Cumhuriyetin kuruluş ayarları güncellenerek” ileri, çağdaş, atılımcı-açılımcı ve modern bir düzeye getirilmesini tek çıkış yolu olarak gören,
Cesur, yenilikçi, Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı doğrultusunda değişimi esas alan:, “Tarihi ve kadim Halk Fırkası ile bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanan Demokrat Parti Programının bileşkesi ve güncel sentezi olan çağdaş bir program” ile Türkiye’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının dünyanın ileri, gelişmiş, kalkınmış ve muasır medeniyetler ile birinci sınıf devletleri arasında yer alacağına kuvvetle inanan,
Yeniden yapılanma, rehabilitasyon ve değişim programı ile ana misyonu'nu “İnsana dayalı, üretim odaklı, refahı tabana yaymayı öngören proje, eser ve hizmet olarak belirleyen; İstiklal savaşındaki misak-ı milli ruhu, şuuru ve bütünlüğü ile Milli devletin tam bağımsızlığını garanti eden; Halkın özgürlük, zenginlik, mutluluk ve güvenlik haklarını koruyan ve ülkenin geleceğini demokratik bir atılım ile aydınlatacak “Yeni Cumhuriyet Programı’nı” milletle birlikte yüklenerek, bütün vatandaşlarımızla paylaşmayı hedefleyen ve başarmaya söz veren,
Ve bu amaçlarla ülkenin yönetimine talip olarak; Milletten hükümet ve iktidar isteyen; “Cumhuriyetçi, Demokrat, Atatürkçü ve Milliyetçi” Bir siyasi partidir.
PROGRAM VE PROJE HEDEFLERİ
Türkiye Cumhuriyetini “Ebed-müddet Devlet” emel ve ideali kaidesinde, emin adımlarla, tam bir istikrar, irade ve kararlılıkla atiye taşıyacak kudrette sağlam; Kuruluş kodları esas alınarak, Atatürk ilkeleri ve Türk inkılâbı doğrultusunda tamir, ıslah ve ihya ile yeniden yapılandırmak.
Devletin kaidesinde yükseldiği “ileri, çağdaş ve modern kurumlar ile bütün alan ve sektörleri, kamu idare ve idame cihazını” bu inanç, istinat ve ilmi siyaset çerçevesinde rehabilite, restore, imar ve inşa etmek. Başka bir deyişle: Cumhuriyeti, kuruluş ilkeleri esas alınarak ileri, çağdaş ve modern normlar çerçevesinde güncelleyip, orijinal fabrika ayarlarına yükseltmek.
En değerli varlığımız İnsan Unsuru ile Misak-ı Milli Akdi kapsamındaki Vatan Topraklarını; Milli Birlik, beraberlik, kederde ve kıvançta ortaklık; Akıl, bilim, adalet, hukuk ve demokrasi kültürü esas alınarak; Ulus Devlet olarak, tam bir onur, erdem, ilke, kararlılık ve sorumlulukla sahiplenmek, korumak ve kollamak
Türk Devleti ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün; Milli Siyaset, Milli Devlet ve sosyal hayatın temel esasları olarak vazettiği “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılâpçılık” ilkeleri ile İnkılâp Kanunlarını ihya ederek fiilen hayata geçirmek:, Milleti, aralarında hiçbir ayrım, etnik, dini-mezhebi ve felsefi farklılık gözetmeksizin “tek bir bilek ve tek bir yürek olarak” Cumhuriyetçi, Demokrat, Atatürkçü ve Milliyetçi bir halk hareketinde toplanmaya çağırmak.
Başta Anayasa olmak üzere yürürlükteki mevzuatı; İnsan hakları, Eşitlik ilkesi, Adalet ahlâkı ve objektif Hukuk normlarına uygun hale getirmek; hayatı kolaylaştırmak, ülke ve devletimizi “özgürlük ve güvenlik içinde rahat; Geleceğe güvenle bakılabilir, huzur içinde yaşanabilir, mamur ve müreffeh” bir konum ve birinci sınıf dünya devleti düzeyine çıkartmak.
Milli Ekonomiyi “İzmir İktisat Kongresi” ve 1923-1938 & 1950-1960 dönemi icraat ve yasal mevzuatı esas alınarak: “İnsan Odaklı, Sosyal Devlet ve Ekonomik Bağımsızlık esaslı” ulusal bir tabana oturtmak. Vergi adaletini temin ve tesis etmek, kamu çalışanlarını bütünüyle vergi mükellefi olmaktan çıkartmak... Milli Eğitim, Adalet ve Sağlık hizmetlerini ücretsiz kılmak.
Uluslar arası ilişki, antlaşma ve bağlantıları: “Mutlak mütekabiliyet esasına dayalı, eşit-adil ve sürdürülebilir şartlarda, karşılıklı menfaatleri koruyacak biçimde” revize etmek, 1958 yılından itibaren 60 senedir devam eden “AB katılım sürecini”, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AT) mevzuatına döndürüp eşitlerin birliği ilkesine uygun olarak ticaret anlaşmasına dönüştürmek.
Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Yasalarını revize edip; Milli Delege ve bütün seçilmişlerin denkliği ve yedekliği sistemini getirerek, “Temsilde Adalet ve Yönetimde İstikrar” sisteminin “asla kesintiye uğramadan” yürütülebilmesini sağlamak. Buna göre:
A-ANAYASA VE DEVLET SORUNU
Devletin demokrasi esaslarına göre çalışması cumhuriyet rejiminin özüne ve ilkelerine hiçbir zaman aykırı olmamak zorundadır. Ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi ve milli yapılanmalarını güçlendirecek bir milli idari reforma acilen gerek vardır. Ayrıca, I921 anayasasının uygulanması sırasında kurucu idarenin devletin taşra örgütünü denetlemek üzere tesis ettiği umumi müfettişlik kurumu yeni dönemde genel valilik olarak gündeme getirilerek, yerel yönetimler bakanlığı ile yerel yönetimler arasında bir uygulama köprüsü kurulacaktır.
Bu nedenle, acilen yeni bir kanun çıkartılarak bütün şehir uygulamalarına son verilecek ve Avrupa’da uygulanmayan yerel yönetimler özerklik şartının Türkiye’de kabulü ve hayata geçirilmesi kesinlikle önlenecektir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle birlikte, merkezi idarenin taşra örgütlenmesi de gündeme getirilecek milli idari reform sayesinde yeniden ele alınarak üniter devlet modeli çizgisinde güçlendirilecektir.
Yargı en üstteki yüksek organlardan en alttaki birinci derece mahkemelerine kadar her türlü siyasal baskı ve yönlendirmenin dışında hareket ederek, siyasal iktidarlar üzerinde hukukun denetimini kuracak; I961 anayasasında var olan çift meclis sistemi, siyasal iktidarın denetimi ve frenlenmesi için batı ülkelerinde olduğu gibi cumhuriyet senatosu yeniden tesis edilecektir.
Milli idari reform ile devlet yapısı daha da büyütülerek güçlendirilirken yeni bakanlıkların kurulmasına da öncelikle yer verilecek. Bunun için çeşitli bölgelerdeki etnik ve alt kimlikçi yapılanmalara karşı birliğin korunması doğrultusunda üst kimlik olarak Türklüğü benimsemiş vatandaşların devreye girerek, ülkede kopma eğilimlerine karşı denge kurmaları sağlanacaktır. Türklerin Türkiye’ye yeniden yerleşmeleri sağlanarak Türk toprakları ile Türk vatandaşları arasında kopmaz bağlarla yeni birliktelik devletin yeni bir yaklaşımı olarak geliştirilecektir.
Ankara merkezli yeni bir yapılanma planı sayesinde, Türklerin Türkiye’nin her köşesine yeniden dengeli bir biçimde yerleşmeleri sağlanarak, yeni kurulacak Göç Bakanlığı aracılığı ile iç ve dış göçler yolu ile yeni gelen insan topluluklarının ülkenin bütünleşmesine katkı sağlayacak düzeyde bir yeni yapılanmanın önü açılacak. Aynı bölgede kurulmuş olan Türk devleti de benzeri önlemleri alarak ülke ve devlet birliğini koruma hakkı kullanılacaktır. Zira üç kıta arasındaki merkezi alandaki emperyal gelişmeler ve nüfus hareketlerinin yeni devlet yapılanmalarını zorladığı için merkezi konumdaki Türk devletinin varlığını sürdürebilmek için kendini koruyucu önlemler alması sağlanacaktır.
B- ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA
Dünyanın orta alanındaki yeni devletleşme projelerine karşı, Türkiye’nin öncülüğünde bölge devletlerinin bir araya gelerek dayanışma içerisinde Avrupa Birliği ya da Afrika Birliği gibi, aynı yönde Merkezi Devletler Birliğinin oluşturulması sağlanmaya çalışılacak; İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu, ABD’nin Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail Projelerine karşılık, Türkiye Cumhuriyeti de kurucu önder Atatürk’ün yolundan giderek, bölgenin diğer önemli devleti İran ile bira raya gelerek yeni bir Sadabat Paktını “Merkezi Devletler Birliği” olarak ortaya koyacaktır..
Ayrıca ikinci Bakü Kongresi toplanacak ve soğuk savaş sonrası dönemde merkezi alandaki devletlerin bir araya gelerek kendi ve bölge güvenlikleri için bir bölgesel ittifakın temelleri atılacak. Bakü merkezli bölgesel ittifakta Türk-İran ortaklığının temelini oluşturacağı bir bölgesel birlik içinde Irak, Suriye, Azerbaycan ve Gürcistan gibi komşu ülkeler katılacak. Altı bölge devletinin oluşturacağı merkezi Devletler Birliğinde NATO benzeri bir güvenlik örgütlenmesi CENTO adı ile yapılandırılacaktır. Böylece ikinci kez merkezi devletler bir güvenlik örgütünün şemsiyesi altında toplanarak hem bölgesel teröre, hem de üçüncü dünya savaşı girişimlerine karşı çıkabileceklerdir.
Merkezi alandaki çekişmeler sonucu terör giderek bir üçüncü dünya savaşını tırmandırırken, Atatürk’ün ana ilkesi olan “yurtta ve dünyada barış” ilkesi bu kez komşular arasındaki iyi ilişki ve dayanışma sayesinde Orta Doğu bölgesinde istikrar sağlanacak. Böylece, doğu ve batıda oluşan sekiz büyük millet imparatorluğunun orta dünyayı ele geçirmelerini önleyecek bir büyük devlet yapılanması sayesinde merkezi alana sürdürülebilir barış getirilebilecektir.
Sovyetler Birliği zamanında dış dünyaya kapalı kalan Türk dünyası ile yakın ilişkilerin önümüzdeki dönemde öncelikli olarak ele alınacak ve Türkiye’nin doğru çizgide doğuya açılımının Türk dünyası üzerinden sağlanacaktır. Türkiye kesinlikle Türk dünyası üzerinden doğuya açılmalıdır. Türkiye dünyanın jeopolitik merkezinde yer aldığı bilinci ile hareket ederek doğu-batı ve kuzey-güney dengelerine dikkat etmek zorundadır. Türkiye AB’ne üye alınmayacağını bilerek Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirecek, Avrupa dengelerini Arap ve İslam ülkelerine karşı kullanabilecek düzeyde esnek bir diplomasi ile bulunduğu yerdeki güçlü konumunu koruyacaktır. ABD ile ilişkilerde Türkiye’nin hiçbir zaman askeri üs ya da sınır karakolu olarak kullandırılmayacak, savaş alanlarına piyon ya da taşeron olarak sürülmesine izin verilmeyecektir.
C - EKONOMİ VE MALİYE
Özelleştirme adı altında devletin mallarına el konulmasına son verilecek. Bu doğrultuda kamulaştırma işlemine başlanarak, yeniden devletin kendi ekonomik alanına egemen olması sağlanacak; Özelleştirme kurumu kapatılarak, kamulaştırma kurumu oluşturulacak ve devletin elinden alınan bütün Kamu Ekonomik Kurumları yeniden kurulacak; Halkın ihtiyaç duyduğu ve yokluğunu açıktan hissettiği her alanda, yeni bir Kamu İktisadi Kuruluşu teşkil edilecektir.
Haksız, adaletsiz ve aşırı dengesiz bir ekonomik gidişe karşı çıkarak bunu durdurmak bir ulus devletin öncelikli görevidir. Acilen servet dağılımı yeniden ele alınıp, toplum kesimleri arasındaki anayasal eşitlik ilkesine daha yakın bir bölüşme sistemi tesis edilecek ve Devletin sahip olduğu ekonomik değerlerin, halka eşit ve adil ölçülerde dağıtımı sağlanacaktır.
Küreselleşme aşamasında devre dışı bırakılan Devlet Planlama kurumu yeniden eski işlevine kavuşturulacak ve bu kurumun sağlayacağı kalkınma planları doğrultusunda yeniden planlı ekonomiye dönülecek; İzmir İktisat Kongresinde, devletin kuruluşunda kabul edilen ulusal ekonomi ilkesinin her türlü emperyal ekonomik plana karşı kararlı bir biçimde uygulamaya aktarılması gerçekleştirilecek ve Devlet vatandaşlarına gelecek güvencesi sağlayacaktır.
İMF ve Dünya Bankası tarafından uygulanan borçlandırma ve kredilendirme programlarına derhal son verilerek, ulusal çıkarlar doğrultusunda bağımsız ekonomiye dönülerek kölelik düzenine bir son verilecektir. Batılı ülkeler ile şimdiye kadar imzalanan ve Türkiye’yi bir sömürge durumuna düşüren gizli ikili anlaşmalara son verilecek; Eşit ilişkilere dayanan yeni ekonomik açılımlar dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerine karşı uygulama alanına getirilecektir.
Ayrıca, küresel kapitalizmin baskıları ile kapatılmış olan kamu bankaları yeniden açılarak, bankacılık sisteminin tekrar kamu bankalarının denetimi altına alınması sağlanacak; Başta Sanayi bankası Sümerbank, Konut bankası Emlakbank, maden bankası Etibank, Ticaret Bankası Türk Ticaret ve Oayakbank ile Denizbank yeniden kamu bankaları statüsünde kurularak, bankacılık sistemi, batılı emperyalistlerin sömürü aracı olmaktan kurarılacaktır.
Bu aşamada, Atatürk’ün bankası olan Türkiye İş Bankasının küresel sermayeye satılması önlenecek ve bankanın geleceğini güvence altına alacak yeni bir sistem geliştirilecektir. Özellikle ve önemle T.C. Merkez Bankasının statüsü yeniden belirlenecek ve bu bankanın sermaye yapılanmasının dış güçler tarafından kullanılması kesinlikle önlenecektir. Böylece, T.C. Merkez bankasının yeniden kurulmasıyla, hissedar konumundaki batılı emperyalist devletler ve şirketler, kurumun bünyesinden çıkartılacak:, Yüz yıllardır Türklerin elinde olan İstanbul kentinin, yeniden Bizans’a dönüştürülmesi planları doğrultusunda kurulmuş bulunan İstanbul borsası derhal kaldırılacak; Ankara yeniden Kuvayı Milliye’nin Ankara’sı olarak örgütlenerek, ekonomik bağımsızlık savaşı ile ulusal kurtuluş savaşı tamamlanmış olacak bu meyanda da ülkeyi bölmeyi ve geleceğin eyalet devletleri oluşturmayı hedefleyen Ekonomik Kalkınma Ajansları uygulamalarına son verilecektir.
Ülkemiz ekonomik alanda yüksek teknolojiye dayanan üretim düzenini “bağımsız ekonomisi için” acilen kurmaya mecbur olup; Avrupa Birliğine giriş sürecinde devre dışı bırakılan Türk tarımının yeniden ele alınarak ihya edilmesi zorunludur.
Uzay çağı ve geleceğin ekonomisindeki enerji ihtiyacını karşılayacak stratejik madenler, yeni bir ulusal madencilik projesi ile kamulaştırılacak ve sadece kamu yararına kullandırılacaktır.
Bağımsız bir ülkenin bütçesi ulusal gelir kaynakları ile yapılır. Tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti için, Türkiye’nin maliye ve ekonomisinin yeniden milli güçlerin denetimine ve Türk devletinin kontrolü altına girmesi temin edilecek; Ülke ekonomisinin güdümlü piyasalar üzerinden denetimine son verilerek, Türk halkının ulusal çıkarları doğrultusunda devlet merkezli bir uygulamaya geçilebilmesi için kamu sektörünün genişletilmesi sağlanacaktır.
D- EĞİTİM VE KÜLTÜR
Her ülke ve devletin kendi eğitim, öğretim ve kültürüne sahip çıkma, bunları yeniden üretme hakkı vardır. Bu hak gerektiği biçimde mutlaka kullanılacak; Türk ulusunun uluslaşma sürecinin tamamlanabilmesi için, Kültür Bakanlığının adı “Milli Kültür Bakanlığı” olarak değiştirilecek; Eğitim alanının bir kamusal alan olduğunun kabulü temin ve tesis edilecektir. Bunun benimsenmesi sonrasında eğitimin parasız olması ve toplumun her kesiminden gelen gençlere aynı düzeyde etkin ve kaliteli eğitim verilecektir. Türkiye cumhuriyetinin en önemli özelliklerinden birisi de eğitim birliğinin sağlanmasıdır. Gelişmiş batı ülkelerinde görüldüğü gibi, yaşam boyu eğitim programlarının geliştirilebilmesi için her şehir ya da ilçede yaşam boyu eğitim merkezleri kurulacaktır. Yüksek öğretim düzeni yeniden ele alınarak bugün gelinen aşamadaki bilgi düzeyi doğrultusunda yeniden bir değerlendirme yapılacak; Eğitimin yanı sıra kültür alanında da yeni atılımlar yapılacaktır.
E- SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK
Sağlık alanı insanların yaşam haklarını güvence altına aldıkları bir kamusal alandır. Sağlık ve yaşam haklarına uygun bir çizgide sağlık sektörünün yeniden güçlü bir kamusal alan olarak düzenlenecek; Devlet hastaneleri ile birlikte üniversite hastanelerine de el konularak bunların özelleştirilme görüntüsü altında Amerikan ilaç şirketlerinin kontrolü altındaki uluslar arası sağlık firmalarına devredilmeleri oyununa son verilecektir. Üniversite hastanelerinin yeniden rektörlüklere devredilerek tıp eğitim düzeninin yeniden kurulacak; Sağlıkta reformun, küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda değil, insan haklarının en üst düzeyde geliştiği bir aşamada sağlık hakkı doğrultusunda yeniden yapılandırılacaktır.
Koruyucu sağlık hizmetlerinin kişilere yönelik ya da çevreye yönelik olmak üzere iki başlık altında ele alınması ve zaman içerisinde gelişmeleri sağlanacak ve Türkiye’de giderek çevre kirliliğine sürüklenirken bir çevre makro planının acilen devreye sokulacak:, Dünyanın gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden birisinin Türkiye olması dikkate alınarak, devletin sosyal güvenlik hizmetlerine bu açıdan da önem vererek yaklaşmasına çalışılacaktır. Açlık sınırında yaşayan orta tabakalar ile işsizliğe mahkûm edilen emekçi kitlelerin bütün sosyal giderlerinin devlet tarafından sırtlanması zorunlu hale geldiği gerçeği dikkate anılarak gereği yapılacaktır.
Bir İslam ülkesi olmamıza rağmen, kadının toplumdaki yeri ve statüsü her zaman tartışma konusu olmakta, Kadının siyasette, sosyal hayatta ve bürokraside konumu güçlendirilerek, kadın çalışan sayısının artırılması sağlanacaktır. Zira Kadınları erkeklere muhtaç durumdan kurtaracak düzeyde iş ve çalışma olanaklarına kavuşturmak insani ve hayati bir zorunluluktur. Yasalar ve hukuk makamları önünde erkeklerle birlikte eşit koşullara sahip olan kadınların, erkeklere karşı korunmaları ile de ilgili önlemlerin alınması için gerekenler yapılacaktır.
F- HUKUK VE DİN
Hukuk ve din alanlarının birlikte ele alınmalarında, ülkenin ulusal çıkarları açısından büyük yarar vardır. Türkiye Cumhuriyeti de bir anayasal devlettir ve anayasaya dayanan bir hukuk düzenin üzerinde kurulmuştur. Bu nedenle Türk devleti öncelikle bir hukuk devletidir ve her türlü işlemi kesinlikle adalet ahlâkı ve hukuka dayanmak zorundadır. İnsanlık düşmanı, hak ve adalet karşıtı Küreselleşmenin getirdiği hukuk uygulamaları, hukuk alanına yeni katkılar getireceğine, tam tersini yapmış ve büyük tahribatlara yol açmış olmakla bunlar tamir, imar ve yeniden “İnsan hakları, adalet ve objektif hukuk normları doğrultusunda” inşa edilecektir.
Örneğin: Kamu denetçiliği kurumu, idari yargıya paralel bir yapılanma getirerek uygulamada düplikasyonlara yol açmıştır. Hakemlik uygulamaları ise, küreselleşme sürecinde karşı tarafı yabancı olan kesimlere yaramış; Arabuluculuk uygulamaları da bir anlamda devletin resmi hukukunu devre dışı bırakan özel hakemlik kurumuna dönüşme eğilimi göstermiştir. Her üç yeni kurum, küresel emperyalizm tarafından desteklenerek bütün devletlere empoze edilirken, yerleşik devlet yapılarının üretmiş olduğu ulusal hukuk dışlanmış ve denetçi, hakem ve de arabulucu kişiler üzerinden hukukun bireyselleştirilmesi sağlanmak istenmiştir. Hukuka bireyselleşmeyi getirerek ulus devletlerin hukuk yapılarına zarar veren bu üç kurumun bir an önce kaldırılarak, ulus devlet hukukuna geri dönülmesi gerekmektedir.
Türkiye’de hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin, hem Sünnilerin hem de Alevilerin yaşaması din ve mezhep çekişmelerine neden olduğu için, cumhuriyetin kurucuları laik devlet düzeni içerisinde sorunu çözmek istemişlerdir. Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili kanun yeniden düzenlenerek bu kurumun çatısı altında Dinler Yüksek Kurulu ile Mezhepler Yüksek kurulu gibi iki ayrı yüksek kurulun getirilmesi ve bu organlarda dinler ile mezheplerin ayrı ayrı temsilcilerinin katılması, ülkede yaşanmakta olan çekişme ve çatışmaların aşılması açısından yararlı olacaktır. Avrupa’da 2 bin yıl boyunca yaşanan din ve mezhep kavgalarının Orta Doğu’ya taşınması, üçüncü dünya savaşı tehlikesi nedeniyle kesinlikle önlenmelidir.
GÜNCEL SEBEPLER VE HAREKETİN DİĞER GEREKÇELERİ
Bu gün itibarıyla Devlet; Bütçesi dâhil bütün kurum ve kuruluşları ile rayından çıkmış, dış borçlar nedeniyle kamu varlığı ipoteklenmiş ve iflas etmiş bir görünümdedir. Her geçen gün borçlar artmakta, ülkenin üretim ve yatırım potansiyeli, giderek ithalata dayalı tüketim, lüks ve israf ile vahşi kapitalizmin Rant ekonomisine akmakta; Başta tarım, hayvancılık ve yerli sanayi olmak üzere, bütün alan ve sektörlerde üretim iflâs noktasına doğru sürüklenmektedir. Tahammül edilemez boyutlara varan Hayat Pahalılığı çekilmez ve dayanılmaz hale gelmekte, müzmin ve aşırı enflasyon kamçılanmaktadır. Üst üste gelen bunalım, buhran ve krizler, ülke şartlarını 1939 (İkinci Dünya Savaşı)’dan daha geriye götürmüş ve yeniden Atatürk’ün Halk Partisi ve kadim Demokrat Parti aranır mumla olmuştur.
Halk, dünyada yıllardır unutulan vahşi kapitalizm ve mevcut zihniyetin işbirlikçisi İnsanlık düşmanı emperyalizmin ve bunun doğal sonucu olan: Hayat pahalılığı, İşsizlik, Olağanüstü Hal yönetimleri, dikta, sulta ve enflasyonun pençesinde kıvranmaktadır. Boyutları her yıl büyüyen kayıt dışı ekonomi, aşırı vergi kaçakları ve adaletsiz vergi yükü Türkiye de haksız kazançları ve mafya-medya-siyaset sacayağını egemen kılmakta; İhracat hızla artan ithalatı takip edememekte ödemeler dengesinde cari açık büyümektedir. Bavul ve sınır ticareti ile Turizmden elde edilen döviz gelirleri tehlike sinyalleri vermekte, sıcak para girişinin seyri de buna eklenince, ülkemiz henüz bir kriz bitmeden diğerine sürüklenmektedir. Ülke, ekonomik-sosyal, siyasal, etnik, dinsel ve kültürel patlamalara açık bir hale getirilmiştir:
Gelir dağılımı hızla, tehlikeli bir biçimde bozulmakta, zenginler ve fakirler arasındaki uçurum artmakta, fakirlik ve işsizlik yaygınlaşıp derinleşmektedir. Ülkenin asırlarca barış ve mutluluk içinde birbiri ile ahenk halinde götürdüğü ekonomik, dini, etnik, sosyal ve kültürel çeşitlilik ve farklılıklar, bugün toplumda gerilim ve çatışma doğurabilecek boyutta kronik sorunlara dönüştürülmektedir. Sosyal Barış ve Huzuru tehdit eden kutuplaşmalar, aşırılıklar, sosyal çatışmalar, rüşvet, iltimas, adaletsizlik ve terörizm yaygınlaşmakta ve hızla derinleşmektedir. İnsanlarımızın birlikte ve bir arada var olma gelenek ve yetenekleri, birbirinin varlığını tehdit eder hale dönüşmüş bulunmaktadır.
Hızlı göç, savaş ve kriz alanlarından sığınmacı akını ve buna paralel çarpık yerleşme; Aç ve çıplak, işsiz-güçsüz yığınların işgali büyük yerleşim merkezlerinin korkulu rüyası olmuştur. Altyapısız ve düzensiz şehirleşme; Plânsız-programsız ve disiplinsiz yerleşme ile Ülkenin geleceği için büyük önem taşıyan eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sistemleri felce uğrayıp çökmüş ve çağın gerisinde kalmış olup; Şu hale nazaran ülke ve milletin geleceği için önemli ve ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Başta mevcut siyaset kurumları olmak üzere: Bazı devlet kurumu ve politika kuruluşlarının kadro, davranış ve yönetimlerine duyulması gereken güven kaybolmuştur: Bunların halktan kopuk, oligarşik bir görünüm kazandıkları kanaati derinleşmekte, geciken veya çalışmayan “Adalet ve Yargının” yerini çeşitli mafya, silâhlı güç ve şiddet kuruluşlarının aldığı, iddiaları yaygınlaşmaktadır. Ayrıca Türkiye Dış politikada gittikçe derinleşen bir yalnızlığa, yanlış tercih, basiretsiz teşebbüs ve tehlikeli mecralara sürüklenmektedir:
Zayıf ve yetersiz “Ülke Yönetimi”, “Siyasi İstikrarsızlık” ile Ekonomi, Sosyal yapı ve Rejim ile ilgili olarak sık, sık gündeme gelen bazı sorunların bunalım boyutlarına ulaşması, uluslar arası alanda dış itibarımızı riske etmekte ve zedelemektedir. Başta Yunanistan olmak üzere komşu ülkeler, Kıbrıs, Suriye, Irak, İran ile bazı Kafkas ve Balkan Devletleriyle aramızdaki sorunlar uzun yıllardır çözülememiş; Aksine (Suriye-Irak ve Yunanistan meselelerinde olduğu gibi) derinleşmiş ve yer yer kriz, bunalım ve buhranlara dönüşmüştür. Avrupa Birliğine girme çabalarımız, ulusal onurumuzla bağdaşmayan bir noktadadır. İslâm ülkeleri ile ilişkilerimizde ise geçmişteki yakınlıkla bağdaşmayan bazı önemli olumsuzluklar vardır. Türkiye Dış İşleri ve ilişkilerinde gittikçe derinleşen bir yalnızlığa yanlış ve tehlikeli mecralara itilmektedir. Medeni Dünya ile bütünleşip, entegre olma yolunda birinci sınıf devletler arasında yer alma istek ve gayretlerimiz ise neticesiz kalmakta ve sonuç alınamamaktadır. Bir zamanlar Ortadoğu’nun yükselen yıldızı diye gıpta edilen ve dikkatle izlenen ve büyük bir dünya devleti olma yoluna giren Türkiye bugün kısır siyasi kavgaların, çekişmelerin vizyon ve yetenekten yoksun, atıl ve yozlaşmış politikaların girdabında, üçüncü sınıf bir taşra devleti görüntüsü vermektedir.
Demokrasimiz insan hakları adalet ve hukuktan yoksun bir sürece sokulmuştur. Anti - Demokratik dayatma, insan haklarına aykırı ve hukuk dışı gelişmeler her gün biraz daha yaygınlaşmakta; Devlet memurları çağ dışı bir Mc Carthy zihniyeti ve yasal tariften yoksun sübjektif suçlamalarla korkunç bir kıyıma uğratılmakta:, Hiçbir objektif ve adil norm esas alınmaksızın sürdürülen kadrolaşma devleti zaafa düşürmekte; Kıdem, ehliyet ve liyakat riyakârca dışlanmaktadır. Devletin yönetim ve denetim kalitesi sürekli düşürülmektedir.
Medya’nın değerli pek çok yazar ve yorumcusu siyasal dayatmalarla susturulmuş, işlerine son verilmiş, yazar, ama-yazamaz hale getirilmiştir. Üniversitelerde uygulamaya kalkışılan usul-esas ve insanlık dışı kurallar çağdışı faşist yöntemlerin çirkin görünümlerini ülke gündemine getirmiştir. Sanayici, Üretici ve İş adamları inanç ve fikirleri nedeni ile ilerici-gerici, irticacı-laik, kırmızı veya yeşil sermaye diye kamplara bölünmekte, sadece fikirlerini ifade ettikleri için pek çok siyasetçi siyasi hayatlarını sona erdirebilecek ağır cezaların tehdidine maruz kalmaktadır.
En son “ittifak aldatmacası” ile yapılan Seçim ve Sandık Kurullarına dair değişiklikler, Milletin oy kullanma hakkı, seçim ve sandık güvenliğini bertaraf etmiş ve sandığın namusu tehlikeye sokmuştur. Sözde, Yeni Türkiye düzenine uyum adı altında torbalar dolusu kanun, kararname, tek yanlı, antidemokratik ve ceberrut idare tasarıları TBMM gündemindedir.
SONUÇTA:
Ülke ve Demokrasi, ekonomi, siyaset, sosyal hayat ve dış politika da derinleşen sorun ve bunalımlarla tıkanmıştır. Türk Milleti haksız yere aldatılmakta, uyutulmakta ve çok insafsızca sömürülmektedir. Görünürde müesses bir devlet vardır ama devlet aklı, umuru, bil-umum hak, imkân ve kaynakları siyasete, kifayetsiz muhterislerin hırs ve ihtiraslarına peşkeş çekilerek kurban edilmiş bulunmaktadır.
Şu hale nazaran ve kurulu partilerin muhalefet yapmaktan aciz kalmaları ve/veya haksızlık ve yolsuzluklarda iktidara ortak/işbirlikçilikle yanaşmaları, yandaş-yoldaş olmaları nedeniyle:, Türk Milletinin hukukun içinde ve mevcut adalet ve ahlâk kuralları dâhilinde karşı mücadele vermesi meşru ve hukuki bir hak; Halkın da bu teşebbüs içinde yer alması zorunlu bir vazife haline gelmiştir.
İşte,
“CUMHURİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ”
bu nedenlerle kurulmak istenmektedir.